Askerliğin Bedelleri – Halil Aydın

Zorunlu askerlik tamamen kaldırılmalıdır. Bedelli askerlik; ölüm, ölüm korkusu, psikolojik hastalıklar gibi bir yığın çirkin koşullandırılmadan kurtulmak için önemli bir fırsat olarak görülürken, bireyin “resmi rüşvet” vermeden askerlik yapmamasının koşulları yaratılmalıdır. Vicdani reddin yasal olarak tanınması ve fiilen önünün açılması gerekmektedir.

Uygun faizli kredi, kolay ödeme fırsatları, düşük bedel gibi reklam sloganları ile resmi rüşvet olan bedelli askerlik… Sermaye ve savaş olgularının karşılıklı pragmasal bağımlılığının sistemleşmesi olarak bir bedelli askerlik sürecini daha geride bıraktık. Silah altına alınmayan her genç erkek kendini ne kadar şanslı saysa azdır. Zira zorunlu askerliğe alınmış bireylerde derin yaralar oluşurken toplumda da ciddi kanamalar görülür. O açıdan bu yazı zorunlu askerliğe tabi insanlara psiko-sosyal bir bakış ve askerlik sistemine dönük bir tür yapısöküm çabasıdır…

Usta Sun Tzu derki; “Kaynaklar tükenince vergiler artar. Güç ve kaynaklar tükenince memlekete kurur-insanlar paranın %70’ini kaybederken, hükümet de parasının %60’ını techizata ayırır.” M.Ö. 500’lerde çözümlenen savaş ekonomisinin toplumsal yoksullaşmayı nasıl derinleştirdiği günümüzde güncelliğini korumuş olması ironiktir. Rasyonel davranış biçimi olarak saldırı ve tüketim esaslarına dayanan silahlı-düzenli ordular bir nesli ahlâken yozlaştırırken, toplumu ekonomik olarak çöküşe götürmektedir.

21.yy.da savaşın var oluşu, ulus-devlet kapitalizminin ömrünü uzatırken ordular mevcut savaş olgusu üzerinden kendisini bir zorunlu ihtiyaç olarak dayatır. Devletler silah ticareti, savaş vergileri ve kamu bütçesini bu kapsamda istediği gibi kullanır. Bu arada toplum açlık, yoksulluk, işsizlik, yüksek vergilerle sınanmış olur. Tam da bu noktada “Halk asker için mal, mülk, yiyecek ve ekmek sağlayıp kendi gereksinimlerinden büyük özverilerde bulunur; hükümet ise asker için malzeme sağlayıp, bütçesinin yarısını ona ayırır. Vergiler tükenir, ordu bitkin düşer. Halk yorulur. Vergiler ağırlaşıp halk yoksul düştüğünde de memleketin suyu çekilir” Mei Yaochen’in sözleri ibretliktir.

Akabinde genç nesiller henüz 20’sinde en ilkel yöntemlerle silâhaltına alınır ve saldırganlık eğitimi verilir. Böylelikle hümanist insanın özünden sapmalar baş göstermeye başlar. Ölüm korkusu olarak en ağır anksiyete bozukluğu ruh sağlığını derinden yaralar. İzole bir kışlalarda zorunlu askeri hizmet sonrası hastalıklı bir birey olarak toplum içine salınan gençler toplumsal yaşama uyum sağlayamazlar. İntiharlar, silaha merak ve avcılık, cinsel taciz ve tecavüz vakaları, irade zayıflığı ve özgüven eksikliği, dağınıklık ve kirlilik, psiko-sosyal bozukluklar, aile içi şiddet, iş ve işsizlik sorunları vs. birey-toplum arasındaki bu anomali hali derin travmalara dönüşebilmektedir.

Düzenli ordular düzenli faşizm üretir çünkü bir tür emir silsile sistemi içerir. Bu silsile hiyerarşik yapısı içinde üstten alta doğru bir emir-komuta zinciri halinde doğrudan nesne-nesne ilişkisi geçerlidir. Emir, kişinin rütbede somutlaştığı, rütbenin emir verirken erk olduğu ve emir alanın da biat ederek nesneleştiği mekanik bir süreçtir. Orduların tek bir rütbeden emir alması ve o kişinin yüzlerce askeri ölüme göndermesi mantık ve duygu dışı bir sistem yaratır. Ancak bunun öğretilmiş bir can yakma riti olduğunu görmek çok zor değil. Emir bir iğne gibidir, alanın canını yakar. Emir sürekli bir başkasına aktarılırken iğne tüm tesiri ile bir sızı bırakır. Bu sızı sorgusuz biat koşullanmasıdır. Elias Canetti’nin bir iktidarın emir ile ilişkisini “Emir alıp vermek iktidar üretir. Bir iğnenin kendisinden çıkarılıp başkasına batırılmasıdır.” şekilinde tarif ederken tarihsel örneklemler onu haklı çıkarmıştır. Sarıkamış’ta yaşanan katliam buna acı bir örnektir. Çok önceleri Hunlarla savaşan Çinlilerin kışın donarak parmakları koptuğu, yazın vebadan kırıldığı tarihte sabittir. Buna benzer örnekler çokça tarihte sabittir. Elbette burada askeri yöneticinin de yetenekli ve akıllı olup olmaması önemlidir.

Emir kipinin akışı bir düaliktik bir korku içerir. Emir veren de alan da korku içindedir. Çünkü emir verenin iktidarı emrin gerçekleşme şansına bağlıdır ve emri alanın itaatı önemli bir etkendir. Taburlarla eğitimlere tabi tutulan askerler bağırırken aslında korku salmaktan çok korkunun birlikteliğinin dışa vurumunu çığırırlar. Yükses sesle komut vermek de aynı korku güdüsünden beslenir. Usta Du Mu derki; “Korkuyor ve huzursuz oluyorlarsa birbirlerine destek olmak için bağrışırlar.”. Burada görülen korkunun diyalektiğidir.

Artık içinde, başında veya bir yerinde “zorunlu” olan tüm kavram ve kurumlar revize edilmeli. En başta zorunlu askerlik tamamen kaldırılmalıdır. Bedelli askerlik; ölüm, ölüm korkusu, psikolojik hastalıklar gibi bir yığın çirkin koşullandırılmadan kurtulmak için önemli bir fırsat olarak görülürken, bireyin “resmi rüşvet” vermeden askerlik yapmamasının koşulları yaratılmalıdır. Vicdani reddin yasal olarak tanınması ve fiilen önünün açılması gerekmektedir. Savaşın ve paranın iktidarı yerini toplumsal refah ve hümanizme bırakmalıdır.

Tüm askeri kışlalar bilim, sanat, felsefe, tıp gibi sosyal yaşam akademilerine dönüştürülebilir. Bu kültür akademileri cinsiyet ayrımı yapılmaksızın her kesimden insana açık hale getirilir. “Bir kalenin üzerinde kuşlar varsa ordular kaçmış demektir.” der Li Quan. Birey ve toplum olarak o kaleleri yıkmalı ve ak güvercinlerin, binbir çeşit kuşların yuvası yapmalıyız. Böylelikle toplumun insan kalitesi yükselmiş ve hakikatli bir yaşam inşa etmenin nesnel zemini oluşmuş olur.

Savaşın özü her çağda aynı ve değişen sadece biçimidir. Sun Tzu; en büyük kazanım olarak savaşmadan kazanılan zaferi işaret eder. Bundan iktidarların önemli dersler çıkarması gerekmektedir. Ölmenin ve öldürmenin öznesi, savaşın sermayesine ve sermayenin savaşına nesne olmayı vicdanen reddetmeliyiz. Özgür bir toplumda varoluşun hakikat sistemini inşa edebilmek umuduyla…

Kaynak; Elias Canetti(Kitle ve İktidar), Sun Tzu(Savaş Sanatı)

[email protected]

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org