“Bana dayatılan askerliğin değil, militarizme karşı çıkmanın bir “görev” olduğuna inanıyorum” (Kıbrıslı vicdani retçi Nuri Sılay’la röportaj)

Nuri Sılay Kıbrıslı bir genç adam. 32 yaşında. Geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yaptığı bir açıklama ile Kuzey Kıbrıs’ın 17. vicdani retçisi oldu. Nuri ile vicdani reddini açıklama kararı ve sonrasında gelişenler üzerine konuştuk.

Nuri Sılay: Zorunlu Askerlik Zulümdür!

12 Şubat 2016
Nuri Sılay Kıbrıslı bir genç adam. Ben onu 20 yaşındayken tanıdım, şimdi 32 yaşında. Tanıdığımda CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi) Gençlik Kolları Başkanıydı. 2007 yılında Kıbrıs Vicdani Ret Platformunun kurucuları arasında yer aldı ve o tarihten bu yana Kıbrıs’ta vicdani ret mücadelesi yürüttü. Kıbrıs’ın kuzeyinde vicdani ret mücadelesi 1993 yılına dayanıyor. Salih Askeroğlu, 1993 yılında vicdani reddini açıkladı. Ardından bugüne dek 16 kişi vicdani red mücadelesinde kendilerini en öne attılar. Nuri geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yaptığı bir açıklama ile Kuzey Kıbrıs’ın 17. Vicdani retçisi oldu.
Nuri ile vicdani reddini açıklama kararı ve sonrasında gelişenler üzerine konuştuk.
Ama önce onun vicdani reddini açıkladığı, Kıbrıs’ta büyük ses getiren mektubuna bir göz atalım… Bu mektup Kıbrıs’ta elden ele yayıldı, gazeteler geniş yer verdiler ve sonuçta Nuri’nin mektubu Kıbrıs’ta tüm vicdani retçilerin çığlığına, manifestosuna dönüştü:

Röportaj: Sinan Dirlik
“32 yaşında, bir birey olarak, bugüne kadar aldığım tüm kararların sorumluluğunu taşıyarak yaşadığım hayatın bana vicdanen yüklediği yeni bir görevi sizlerle paylaşmak istediğimden ötürü bu yazıyı kaleme alıyorum. Herşeyden önce en temel insan hakkı olan fikir ve inanç özgürlüğü ve insanların inandıkları gibi yaşama hakkının 2016 yılında bu topraklarda hâlâ tesis edilmemiş olmasının utancını taşıdığımı söyleyerek sözlerime başlamak istiyorum. 1983 yılı, mayıs ayının 21’inde Varoşa/Maraş’ta doğdum.
Ben doğduğumda henüz KKTC yoktu.
Doğum kütüğüne Kıbrıs Türk Federe Devleti vatandaşı olarak kaydoldum.
74’ün üzerinden 9 sene geçmesine rağmen henüz herşey çok tazeydi.
Ben bize ait olmayan bir evde dünyaya gözlerimi açtım.
Sadece biz değil, yaşadığımız bölgedeki hiç kimse, yaşadığı yerlere ait değildi.
Bırakınız insanları, üzerinde oturulan koltuklar, sandalyeler, su içilen bardaklar, yemek yenilen tabaklar, kaşıklar, çocukların oynadıkları oyuncaklar, sürdükleri bisikletler, üzerinden meyve toplanan ağaçların hiçbiri ama hiçbiri gerçek sahiplerine ait değildi.
Çocuksunuz, ne anlarsınız ırktan, savaştan, ganimetten…
Ama anlamamak gibi bir tercih şansınız yoktu; çünkü sağınız, solunuz, önünüz, arkanız size acı hakikati bağıra bağıra söylüyordu.
İçinde yaşadığınız tuhaflıkların farkına varmamak mümkün değildi.
Nitekim, hafızamı zorladığım zaman benim de bu hakikatlerle yüzleşmem hayatın kendi gerçekliği içinde şekillenmişti.
Bir mahalle ötede girişin yasak olduğu, etrafı tellerle çevrili bir yer, içinde kimsenin yaşamadığı terk edilmiş evler, diğer tarafta evinizin duvarında asılı olan size ait olmayan evin gerçek sahiplerinin fotoğrafı, bir diğer yanda gece karanlığında parlayan ışıklardan öğrendiğiniz ve gitmenizin yasak olduğu yurdunuzun güney parçası.
Tercih şansınız işte bu yüzden yoktu, hakikat tüm çıplaklığı ile ortada duruyordu.
Sizin de anlayacağınız gibi göçmen bir ailenin çocuğuyum. Ailem, savaşın trajik ve acımasız gerçeğiyle defalarca yüzleşti. Bir değil üç kez göçmen durumuna düştüler. Ailelerinden esirler verdiler, mallarını, kurulmuş hayatlarını kısacası herşeylerini kaybederek yıllarca birlikte yaşadıkları insanlarla vedalaşamadan Kıbrıs’ın güneyinden kuzeyine göç ettiler.
Böyle bir ailenin yetiştirdiği bir birey olarak, ta çocukluk yıllarımdan itibaren savaşın ne demek olduğunu en yakınlarımdan öğrenerek, yıllarca ellerinden alınan hayatlarını yeniden kurmalarına tanık ederek kendimi geliştirdim. Bu farkındalık beni lise yıllarımdan itibaren sol ideolojiyle buluşturdu. Bir ilerici, bir yurtsever olarak Kıbrıs’ın, anayurdumun yeniden birleştirilmesi için yürütülen çeşitli faaliyetlerin içerisinde yer aldım. Daha o yıllardan itibaren, çoğunluğun “öteki” olarak gördüğü Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan insanlarla tanışmak, onları anlamak ve bir arada olabilmek, empati kurabilmek için çaba sarf ettim. Lise yıllarımdan itibaren şekillenen görüşlerim, üniversite yıllarımda siyasi parti çatısı altında gelişmeye devam etti. 19 yaşımdan itibaren Cumhuriyetçi Türk Partisi’nde çeşitli görevlerde bulundum. 20 yaşında Gençlik Kolları Başkanı olarak görev yaptım. Tüm bu çalışmalar çerçevesinde öğrendiklerim ve elde ettiğim deneyimlerle ideolojik duruşumu şekillendirdim, geliştirdim. Siyasi parti faaliyetlerimin yanı sıra bir çok sivil toplum örgütünün gerek kuruluşunda gerekse faaliyetlerinde inandığım değerler temelinde yer aldım.
Kıbrıs’ın, ana yurdumuzun yeniden birleştirilmesi amacıyla 2004 Nisan’ında referanduma sunulan Annan Planı’nın öncesi ve sonrasında aktif olarak çalışan ve önemli bir deneyim ve tecrübe edinen bir birey olarak Kıbrıs sorununun sadece müzakere masalarında çözülemeyeceğini fark ettim.
İki taraftaki resmi ideolojilerin zihinlerimizi zehirleyen etkilerinden kurtularak yaşadığımız acı dolu geçmişimizle yüzleşmemiz gerektiğini; birbirimizden, temsil ettiğimiz toplumlar adına özür dileyerek, bizlere dayatılan ayrılığın sınırlarını zorlayarak, Kıbrıs’ta ortak yaşamı, “çözümü” beklemeden kurabileceğimize inanıyorum. Kıbrıs üzerinde yaşayan toplumların yüzlerce yıllık ortak kültürü ve hayatı bizi bir arada tutabilecek en önemli mirasımızken, milliyetçi- militarist öğretilerle yurttaşlarımızın ötekileştirilmesine daha fazla izin vermemeliyiz. Kıbrıs’ta yunanca ve türkçe konuşan insanlar, aynen başka bir dil ve/veya başka bir lehçe konuşan diğer insanlar gibi bizim yurttaşlarımızdır. Kimimizin aşkı, kimimizin iş ortağı, kimimizin dostudurlar. Kısacası, ortak geçmişimiz üzerinden geleceğe yürüyen eşit bireyleriyiz.
Uzun bir zamandır Kıbrıs’ın güneyinde bana “öteki” olarak gösterilmek istenenlerle kurduğum ortak yaşam benim nasıl bir Kıbrıs’ta yaşamak istediğime verilecek en önemli cevaptır. Hiç bir birey, bir devletin dayattığı ideolojiyi kabullenmekle yükümlü değildir. Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan rejimi ayakta tutan ideolojinin bizleri tercih şansı sunmaksızın kabul etmeye zorlaması, kabul etmeyenlere yaşama şansı tanımaması kabul edilemez. Bugün benden birlikte yaşadığım, aynı hayatı paylaştığım insanlara karşı savaş hazırlığı yapmamı beklemeleri trajikomik bir beklenti olduğu kadar aynı zamanda ideolojik bir taleptir ki ben bu ideolojiye ait değilim.
Kıbrıs, milliyetçiliğin ve militarizmin bedelini çok ağır şekilde ödeyen bir coğrafyadır. Bugün halen 40 yıl önce 50 yıl önce kaybedilen insanlarımızın kalıntıları aranmaktadır. Kuzeyiyle Güneyiyle, yaşadığımız bu coğrafyada attığımız her adımda bir kuyuda, bastığımız her toprak parçasında Rumca ya da Türkçe konuşan bir yurttaşımızın bedeni yatmaktadır. Bugün halen kaybolan eşlerinin, çocuklarının hiç değilse bir mezarı olmasını bekleyen insanlarımız vardır. 6 aylık Andreas emziğiyle daha geçen gün kuyudan çıkarıldı. Halen militarizm tarafından tecavüze uğrayan kadınlarımız aramızdadır. Bu ülkede onurunu, hayatını kaybeden insanlarımızdan bugün halen özür dilenmemiştir. Bütün bu gerçekleri vicdanlarımıza gömerek yaşamak, öğretilen çaresizliğe boğun eğmek bir seçenek olmamalı. Yaşadıklarımızın sorumlusunun milliyetçilik ve onun en büyük silahı militarizm olduğunu bir birey olarak görmezden gelmem vicdanen kabul edebileceğim birşey değildir.
Kıbrıs sorunuyla doğup onunla büyüyen bir neslin bireyi olarak, yaşadıklarımızın temelinde, aynen dünyanın geriye kalan sorunlu bölgelerinde olduğu gibi ırk, dil, cinsiyet, cinsel yönelim temelinde insanları kategorize edip, amaçlanan siyasal hedefler doğrultusunda ötekileştirip ayrıştıran ve çatıştıran güç oyunları olduğuna inanıyorum.
Siyasi gücü elinde bulunduranların silah ve savaşlarla oynadığı bu oyunda,
İnsanların rakamlarla ifade edilen birer önemsiz varlığa dönüştürüldüğü günümüz dünyasında,
Özellikle kendini sol ideoloji içinde tarif edenlerin antimilitarizme çok büyük önem vermesi gerekmektedir.
Çünkü her fikir, devletin eliyle silahla ve haki tonlarla buluştuğu andan itibaren insanlık için tehlikeli bir fikirdir. Onun canına kast eden bir fikirdir.
Birey olarak gerek herhangi bir toplum içinde gerekse toplumlar arasında yaşanan hiç bir sorunun çözümünün silahla sağlanabileceğine inanmıyorum.
Savaşın ve/veya savaş hazırlıklarının olduğu, dolayısıyle askeri kurumların ve faaliyetlerin bulunduğu her ortamda eşitsizlik, şiddet, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan anlayışları görürsünüz.
İşte bu yüzden her ortamda barışa taraf olmanın, militarizme ve onun yarattığı gayri insani sonuçlara karşı çıkmanın bir insanlık görevi olduğuna inanıyorum.
Özelde Kıbrıs’ta genelde ise Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın bir çok yerinde yaşanan savaşların yarattığı yıkım ve vahşetin tanıklarıyız. Hal böyle iken tüm benliğim ile ele silah verip insanı öldürmeyi öğreten/öngören, savaşa hizmet eden ordu içerisinde yer almayı reddetmem vatana “ihanet” değil insanlığa hizmettir.
Sizin de anladığınız gibi, askerlik bir “görev” olarak bana dayatılırken ben ise militarizme karşı çıkmanın bir “görev” olduğuna inanıyorum.
Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, dünyanın her yerinde olan ordular gibi güvenlik ve/veya savunma gerekçeleri ile savaş hazırlıkları yapan bir kurumken, ben kendi ülkemde ve/veya dünyanın herhangi bir yerinde yapılan barış hazırlıklarına taraf bir bireyim.
Kıbrıs’ın Kuzeyindeki ya da Güneyindeki askeri kurumlar bir diğer tarafta yaşayan insanları birer potansiyel “düşman” olarak değerlendirip onlara karşı hazırlıklar yaparken ben o insanlarla birlikte yaşayan, onlarla birlikte çalışan, onlarla birlikte gerek ortak yurdumuz için gerekse tüm insanlık için birlikte mücadele veren bir bireyim.
Askeri kurumlar bağlı bulunduğu milleti erkek egemen kodlarla yüceltirken ben hangi ırktan geldiği, hangi dili konuştuğu, hangi inanca mensup olduğu farketmeksizin bütün insanların kardeşliğini yüceltiyorum.
Kısacası, sizin de anladığınız gibi, özelde bağlı bulunduğum toplumun Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı (GKK) ve genelde de militarizm ile fikirsel, ruhsal ve vicdani sorunlarım gayet açıktır.
Hangi sebeple olursa olsun, hangi ırktan olursa olsun, bir insana karşı savaş hazırlığı yapmayı fikren, bedenen ve vicdanen reddederim.
İnsanları canından, yerinden, yurdundan eden, beraberinde geri dönülmez ekolojik tahribat yaratan taraf olmadığım savaşın bir parçası olmayı, insanlar arasında eşitsiz bir düzen yaratan, şiddet kültürünü besleyen ordu içerisinde yer almayı reddederim.
Aralık 2007’de Kıbrıs’ta Vicdani Ret İnisiyatifi’nin kuruluşunda yer alan bir birey olarak, o gün kamuoyuna duyurduğumuzu bugün yeniden tekrarlamak istiyorum;
Şiddetin sorunları çözmede bir yöntem olarak benimsenmesinin, dayatılmasının ya da sunulmasının karşısında duruyorum ve bana dayatılan zorunlu askerliği fikren, vicdanen ve bedenen reddediyorum.
Vicdanımın sesini dinleme hakkım için çıktığım bu yolda benimle bugüne kadar dayanışan ve bugünden sonar dayanışacak olan tüm dostlarıma, yoldaşlarıma, aktivist arkadaşlarıma ve örgütlere teşekkür ediyorum.
Nuri Sılay
Ocak, 2016

Sinan: Vicdani ret kararını açıkladın. neden durup dururken örneğin çürük raporu almak ya da yurt dışında çalışmak vb. “kolay” yöntemlere başvurmak yerine hayatını zora sokacak bir karar verdin?
Nuri Sılay:
Bu kolay ile zor arasında bir seçim değildi. Herşeyden önce yaşadığımız dünya zor bir dünya. Her gün onlarca insanın katledişini bize çok normal bir şeymiş gibi anlatan, insanın rakamlardan ibaret olduğu bir anlayışın nefessiz bıraktığı bir ortamda yaşıyoruz. Bırakınız dünümüzle halen yüzleşemediğimizi her gün ileride hesabını veremeyeceğimiz yeni bir insanlık dışı duruma uyanıyoruz. Böyle bir ortamda; geçmişi çatışmalar, savaşlar, acılar ve tradejilerle dolu bir ülkenin çocuğu olarak kolay ile zor arasında şımarıkca bir seçim yapamazdım. Milliyetçiliğin yurdumu getirdiği durum ortada. Sokakları, şehirleri bölünmüş, insanların onurları, hayatları elinden alınan bir ülkede yaşıyorum. Benim ailem bütün bunlar yüzünden 3 defa göçmen olmuş, başkalarının hayatları üzerine sıfırdan hayat kurmak zorunda bırakılmışlardır. Benim bütün bunları görmezden gelmem, vicdanıma gömmem mümkün değildi. Çünkü ben bir bireyim ve bugüne kadar yaşadığım hayatta biriktirdiklerim var. Bütün bunları yok saymam kendimi yok saymam demektir. Bu mümkün değildi. Benim bugüne kadar yaşadığım hayat hiç kolay olmadı. O yüzden sorunuzda ifade ettiğiniz gibi kolayı seçmeyi hiç bir zaman sevmedim. Yalnış anlaşılmasın bundan rahatsız falan değilim. Aksine zor olan her zaman size daha çok öğretendir de. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ben vicdani ret kararımı “durup dururken” almadım. Zorunlu askerlikle yıllardır mücadele ediyordum. Biliyorsunuz liseyi tamamlar tamamlamaz askeri “yükümlülükleriniz” başlıyor. Beni tanıyan insanlar, dostlarım, yoldaşlarım iyi bilirler kendimi bildim bilelidir askere gitmeyeceğimi söyleyen biriyim. Fakat kendi yurdunuzda, doğup büyüdüğünüz ortamda böyle bir tercih yapma şansınız yoksa, sırf orada yaşayabilmek için askeri kurumlarla ilişkiye girmek ve ertelemek yolunu seçmek zorunda kalıyorsunuz. Bu yolla yıllarca üniversite kaydı göstererek erteledim. Umutsuzluğa, yılğınlığa düştüğüm dönemim de oldu. Yurt dışına gittim, oraya yerleşmek, dayatılan zorunlu askerlik zulmünden bu şekilde kurtulmayı da denedim. Fakat olmadı. Halen erteleme şansım vardı diye Kıbrıs’a geri döndüm. Hemen ardından da Kıbrıs’ta Vicdani Ret İnisiyatifi’nin kuruluşunda yer aldım. Yani ben aslında bu kararı 2007 yılının sonunda Vicdani Ret İnisiyatifi’nin kuruluşunda yer alarak vermiştim.

Sinan: Kıbrıs’ta vicdani ret prosedürü nasıl işliyor?
Nuri Sılay:
Yasal olarak bir zemin yok. Kuzeyde yaşamadığım için herhangi bir şey de yapamıyorlar. Hukukcu dostlarım benim Başbakanlığa ve Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığına verdiğim vicdani ret dilekçeme verilen ret cevabına dayanarak Yüksek İdare Mahkemesine dava açacaklar. Vicdani ret dilekçem reddedildi. Yasal olarak böyle bir talebin kabul edilemeyeceği bildirildi. Şimdi Kıbrıs’ın kuzeyinde şöyle bir durum var; Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi 36/1962 kararıyla İnsan Haklarını Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi Tasdik Yasası’nı kabul etti. Yani Kıbrıs’ın kuzeyininde İnsan Haklarını Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi iç hukuk olarak kabul ediliyor. Ayrıca KKTC Anayasası “düşünce ve vicdan” özgürlüğünü “garanti” altına alıyor. Fakat halen geçerli olan Askerlik Yasası bütün bu hakları çiğneyerek zorunlu askerliği dayatıyor. Biz hukuki süreçte hangi yasanın daha üstün olduğuna karar verilmesi için mücadele edeceğiz.

Sinan: Kuzeye geçmeye kalktığın anda ne olur?
Nuri Sılay:
Kuzeye geçtiğim anda gözaltına alıp oradan askere yollayacaklar.

Sinan: Kuzeyde bir dava açılabilir mi hakkında?
Nuri Sılay:
Biliyorsunuz Kıbrıs’ın kuzeyi Kıbrıs’ın güneyini “yurtdışı” olarak kabul ediyor, bu yüzden gıyabımda bir dava açabilirler. Fakat bir sonuç alamazlar.

Sinan: Sen ne yapacaksın peki?
Nuri Sılay:
Ben Kıbrıs’ta ortak yaşama olan inancım gereği Kıbrıs’ın güneyinde yaşamaya devam edeceğim. Kıbrıs’ın kuzeyinde 1993’ten beri süren bir mücadele var, Salih Askeroğlu ile başlayan. Salih adadan ve de Kıbrıs’ın kuzeyinden kaçmak zorunda kaldı ve zaman içerisinde konu unutturulmaya çalışıldı. 2007 de Kıbrıs’ta Vicdani Ret İnisyatifini kurduk. Murat Kanatlı açıkladı ilk olarak vicdani reddini. Vicdani reddini açıklayan 17. kişiyim ben Kıbrıs’ta. Fakat fiili olarak zorunlu askerliğe gitmeyi redden üçüncü kişiyim. Bu konunun tartışılacak bir tarafı olmadığına inansam da aktivist dostlarımın gönüllü çalışmalarıyla Kıbrıs’ın kuzeyinde bir kampanya yürütülüyor sosyal medya üzerinden. Bunun yanı sıra Kıbrıs’ta Vicdani Ret İnisiyatifi çalışmalarına devam ediyor. Bu mücadeleyi büyütmeye devam edeceğiz. Çünkü hukuki mücade evet önemlidir ama konuyu çözecek olan siyasi irade olduğu için toplumsal sahiplenme çok önemli.

Sinan: Çok sayıda siyasetçi sana destek verdi. Bu destek duygusal anlamda önemli tabii ama bu insanlar siyasi irade sahibi aynı zamanda.
Nuri Sılay:
Ben açıklamamı yapmadan önce çok sayıda STK ile, siyasi partilerin ve gençlik örgütleriyle temas kurdum zaten. Bu elbette siyasi iradenin meselesi. Bu iş çözülecekse siyasi irade tarafından çözülecek. Bazı kesimler bunun bir Anayasa değişikliği meselesi olduğunu söylese de biz Meclis’te bu işin çözülebileceğini biliyoruz. CTP ve TDP vicdani ret konusunda olumlu görüş belirten partiler. DP, vicdani reddi yeni vizyonuna alan bir parti. Eğer samimiyseler mecliste yeter çoğunluk var. Vicdani ret yasasını geçirebilirler Meclisten. Murat Kanatlı’nın, Haluk Selam Tufanlı’ının hapis süreçlerinde siyasi tartışmalar yapıldı ama sonuç çıkmadı. Keza Kıbrıs’ın kuzeyinde kısa bir süre önce yapılan ve toplum tarafından referandumda reddedilen Anayasa değişikliklerinde de bu konu tartışıldı. İlgili komite vicdani reddi gündemine alsada UBP ve DP’nin itirazları ve görüş birliği sağlanması bahanesiyle değişiklikler arasından çıkarıldı.

Sinan: Siyasilerden ne bekliyorsun?
Nuri Sılay:
Dayanışma çok önemli. Ama bu dayanışma mesajları tek başına yetersiz. Adım atılmalı artık. 1993 ten beri uzadı gitti bu konu. Üstelik dünyada vicdani reddin temel bir insan hakkı olduğu konusunda alınan kararlar olmasına rağmen. Bu konuda adım atılmaması çok ayıp. Artık bu konunun tartışılacak bir yanı da yok. Temel bir insan hakkından bahsediyoruz ve insan hakları tartışılamaz. 17 vicdani retçi olabiliriz ama Kıbrıslı Türk gençlerinin çok büyük bir bölümü zorunlu askerlik konusunda büyük sıkıntılar çekiyor. Elbette benim öncelikli isteğim zorunlu askerlik denen zulmün artık kaldırılmasıdır. Ama o güne kadar da vicdanlarımızın kimsenin esiri olmasına izin vermemek için vicdani ret hakkının tanınması gerekiyor. Biz siyasileri zorlayacağız, toplumun gündemine sokacağız bu sorunu.

http://reportare.com/roportajlar/uzun-roportajlar/49-n/214-nuri-s%C4%B1lay-zorun-askerlik-zul%C3%BCmd%C3%BCr.html#.Vr2eDxBN1tg.twitter

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org