Barış, En Temel İnsan Hakkıdır – Ercan Kanar

Her insanın ve toplu olarak tüm insanların ulusal düzlemde olduğu kadar, uluslar arası alanda da sahip olduğu barış hakkı, insan hakları hukukunda şu üç alt hakla somutlandırılır; 1- güvenlik hakkı, 2- savaşa muhalefet hakkı, 3- silahsızlanma hakkı.

03 Eylül 2015, 20:30
Tüm İnsan Haklarını Kullanabilmenin Ön Koşulu Olan Barış, En Temel İnsan Hakkıdır

Utanmaz devletler 1 Eylül Dünya Barış günlerini aralıksız devam ettirdikleri savaşlarla, kalıcı, sürekli savaş günlerine çevirdiler. Dünyanın birçok yerinde, Orta doğunun her tarafında ve coğrafyamızda savaş bütün vahşiliği ile sürüyor. Devletler; Barışa Karşı Suçları, Savaş Suçlarını, İnsanlığa Karşı Suçları kendi zalim adaletlerinin fermanları haline getirdiler.

İkinci dünya savaşı, 1 Eylül 1939’da Nazi’lerin Polonya’yı işgaliyle başladı. Ardında 52 milyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve yıkılmış kentler, tahrip olmuş yaralı doğa bıraktı. İnsanlık tarihinin bu en kirli savaşının başladığı gün yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.

Barış sözcüğü savaşın olumsuzlanması gereksiniminden ortaya çıkmıştır. Etimolojik olarak kökü; ‘ortak yaşam’, ‘ortak çıkar’, ‘sosyal eşitlik’ ve ‘ortak iş bölümü’nde ifadesini bulmaktadır. İnsanlık tarihi bugüne kadar yaklaşık bir istatistiğe göre 14 bin 531 savaşa tanık olmuştur.

Savaş, başta yaşam hakkı olmak üzere, insan saygınlığı ve onurunun hiçe sayıldığı, her türlü insan hak ve özgürlüklerinin alabildiğine çiğnendiği vahşi bir haldir. Savaş, insanı yok ettiği gibi kaynaklarını ve kültürel edinimlerini, ekolojik toplumsal estetik mal varlıklarını alabildiğine tüketen bir toplumsal kıyımdır.

Savaş uygulamalarını ve savaşta uygulanacak güç kullanımının ölçü ve sınırlarını belirleyen savaş hukuku (insancıl hukuk) savaş insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen ancak 20. yüzyılın ilk yarısının ürünüdür. BM’nin kurulması bile barış hakkını güvenceye alamamıştır.

Barış hakkını hem kuramsal çerçevede hem de pozitif hukuk temelinde, esas olarak da olması gereken özgürlükçü hukuk temelinde ele almak gerekir. Barış hakkı, bir yandan herkesin savaş suçlarına karşı, insanlığa ve barışa karşı suçlarla mücadele hakkını, öte yandan başta devlet şiddeti olmak üzere her türlü şiddete karşı korunma hakkını ve kitle imha silahlarının yasaklanması biçiminde silahsızlanma hakkını da kapsamına alır. Barış hakkı sadece savaşın yokluğunu içermez. Silahsızlanmayı hedefler. Her insanın ve toplu olarak tüm insanların ulusal düzlemde olduğu kadar, uluslar arası alanda da sahip olduğu barış hakkı, insan hakları hukukunda şu üç alt hakla somutlandırılır; 1- güvenlik hakkı, 2- savaşa muhalefet hakkı, 3- silahsızlanma hakkı.

Güvenlik hakkı; ülke içinde ve devletler arasında şiddet eylemlerine karşı korunma hakkıdır. Ülke içinde iç barıştır. Savaşa muhalefet hakkı; öncelikle vicdani ret hakkını içerir. Her birey savaş suçlarına, insanlığa ve barışa karşı suçlara karşı muhalefet hakkına sahip olmalıdır.

Silahsızlanma hakkı; bir yandan silah stoklarının ve taşıma rektörlerinin imhası, öte yandan silahlanma sanayilerinin ve askeri bilimsel araştırmaların dönüşüme uğratılması işlemlerini kapsamına alır. Bu üç hak çerçevesinde formüle edilebilecek olan barış hakkının muhatabı hükümetlerdir, Uluslararası örgütlerdir, gönüllü kuruluşlardır. Bunların ötesinde eğitim mekanizması ve barış kültürüdür. Tüm bunlar barış hakkının; negatif barış bölümünün yani silahların susmasının koşullarıdır. Barış hakkının kalıcılığa ulaşmasını sağlayacak olan da pozitif barış sürecinin tamamlanmasıdır. Yani anlaşmazlığa yol açan koşulların ortadan kaldırılmasını sağlayacak; eşitlik ve özgürlüğü, halkların ve dillerin hak eşitliğini sağlayacak, mevzuat değişikliğini içerecek demokratik çözümdür.

İnsancıl hukuk açısından Cenevre Savaş Sözleşmeleri ve ek protokolleri önemli bir gelişmedir. Roma Statüsünü temel alan halen Türkiye’nin taraf olmadığı Uluslararası Ceza Mahkemesi çok önemli bir adımdır. Keza tüm devletlere perspektif ve tavsiye niteliğindeki;

“BM Halklar Arasında Barış, Karşılıklı Saygı ve Anlayış İdeallerinin Gençlerde Geliştirilmesi Bildirisi ( 1965)”,

“BM Toplumların Barış İçinde Yaşama Hazırlanması Bildirisi (1978)”,

“BM Halkların Barış Hakkı Bildirisi (1984)”,

“BM Bir Barış Kültürü Bildirisi ve Eylem Programı (1999)” gibi bildirgelerde barış mücadelesi ve barış kültürü açısından önem taşımaktadır.

Gelelim coğrafyamıza; yaklaşık 40 yıldır süren bir savaş var. Kürt sorununun eşitlik ve hakkaniyet temelinde çözülmemesi nedeniyle Kürt halkının, Türk halkının ve diğer tüm halkların barış hakkı devlet tarafından ihlal ediliyor. 7 Haziran seçimlerinden bu yana devlet savaşı derinleştirdi. Çocuklar, siviller hedef alınıyor. Çok sayıda sivil öldürüldü. Yine doğa tahrip ediliyor. Yine göçe zorlamalar başladı. Şehre girişler yasaklanarak evlere bomba yağdırılıyor. İHD verilerine göre 37 günde 47 sivil öldürüldü. 130 kişi yaralandı. 2544 kişi gözaltına alındı. 338 kişi tutuklandı. Siirt, Şırnak, Dersim, Ağrı, Antep, Kars, Diyarbakır, Hakkari, Van’da 100’den fazla Özel Güvenlik Bölgeleri adı altında OHAL rejimi sahneye kondu.

1 Eylül’de sadece silahların susmasını değil, barış hakkının kalıcılaşması için pozitif barışın şartı olan demokratik çözümü de yüksek sesle dillendirmeliyiz. Türkiye derhal savaşa son verip, demokratik çözüm yönünde ciddi adımlar atmalıdır. Savaşın tarafları dünya barış gününde karşılıklı olarak silahları susturarak, fiili ateşkes hali yaratmalıdır.

Türkiye Roma Statüsüne dayalı Uluslararası Ceza Mahkemesini derhal tanımalı, taraf olmalıdır.

Vicdani ret hakkı devlet tarafından tanınmalı, Anayasal ve yasal teminata kavuşmalıdır.

Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri ve ek protokolleri çekincesiz Türkiye tarafından insancıl hukukun kaynağı haline getirilmelidir.

İnsanlık değerli filozof Kant’ın tabiriyle ebedi barışa hasret. Savaşı ortaya çıkartan ve kalıcılaştıran temel etmenin silahlı kuvvetler olduğunu belirten ve orduyu savaş mekanizmasının taşıyıcısı olarak gören Kant ebedi barışın temel şartının; “sürekli ordular zamanla bütünüyle kalkmalıdır” vurgusunu yapmıştı.

Victor Hugo’da; “orduyu ortadan kaldırırsanız, savaşı ortadan kaldırırsınız. Peki ordu nasıl ortadan kalkar? Diktaları yıkıp, despotları yok ederek” demişti.

Herkes; “çözüm diyenler şimdi ne oldu da sonuna kadar savaş diyor?”, “ sırça saraylarda 30 korumayla gezip şehit olmak istiyorum demek yok, git o zaman oraya”, “ vatan değil önce insanımız sağ olsun”, “zenginler askere gitmez, savaşa da gitmez” çığlıklarını düşünmeli, coğrafyadaki tüm halkların en temel hakkı olan barış hakkının yaşama geçmesi için plebisiter diktatörlüğün savaş politikalarına hayır demelidir.

1 Eylül aynı zamanda coğrafyamızda adli yıl başlangıç günü. Adalet sistemi nasıl olmalı, pozitif hukuk nasıl değişmeli sorularının cevabını 1 Eylül dünya barış günü nedeniyle önümüzdeki yazılara bırakıyoruz. Lakin barış mücadelesinde hukuk kurumlarının sorumluluğu açısından birkaç vurgu yapmak elzem. Coğrafyamızda kan gövdeyi götürürken, siviller hedef alınırken, iktidar savaş politikalarını derinleştirirken TBB ve batı metropol, Marmara ve Ege barolarının büyük çoğunluğu şovenist bildiriler yayınlayarak monist ve militer, halkların hak ve özgürlüklerini inkar eden devlet aygıtları gibi çalışıyorlar. Halkların hakkaniyet ve eşitlik temelinde barış hakkına karşı çıkıyorlar. Coğrafyanın her tarafı için savunulan özyönetim modelini utanmadan bu barolar bölücülük olarak, iktidar savcıları gibi değerlendiriyorlar. Halkların hukukundan nasibini almamış bu baro yönetimleri dünyadaki idare hukuku rejimi açısından genel gidişin mutlak merkeziyetçilik değil, ademi merkeziyetçilik olduğu gerçeğini hala görmek istemiyorlar. Ebedi barışa hasret insanlık aynı zamanda en az devlet en çok özgür birey ve özgür toplum yaşam biçimine de hasret. Yıllar sonra insan hakları tarihinin barış hakkı sayfası yazıldığında bugün ki şoven ve ırkçı saldırganlığa ses çıkarmayan, özyönetime ve halkların kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkan sözde hukukçularda kuşkusuz cüppeli militer fetvacılar olarak anılacaktır.

http://www.demokrathaber.net/baris-en-temel-insan-hakkidir-makale,8428.html

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org