Şiddet içermeyen ‘direniş’ meşru bir haktır – Ahmet İnsel

Hukuk devleti olma niteliğini kaybeden iktidarlara karşı direnme hakkı, hukuk devletine dönüşü sağlamak amacıyla ve şiddet yollarına başvurmadan, yani saldırgan bir direnme haline dönüşmeden sürdürülürse, bu hakkın kullanımı evrensel hukuk ilkelerine göre tartışmasız biçimde meşrudur.

Keyfi yönetime karşı direniş hakkı

08 Ekim 2016 Cumartesi
Keyfilik, mutlakiyetçi rejimlere özgü değildir. Meşruiyetinin kaynağını siyasal toplumun çoğunluğunun iradesinden alan bir iktidar da keyfi bir yönetim sergileyebilir. Bir iktidarı keyfi olmaktan alıkoyan olgu, onun milletin iradesini temsil ediyor olması değil, sahip olduğu iktidarın sınırlarıdır. Eğer yasal yollarla iktidara gelmiş bir güç, bir müddet sonra bu sınırları kendinin istediği gibi belirleyeceğini ilan ediyor veya bunu böyle uyguluyorsa, hukuk devleti yürürlükten kalkar, kanun devleti başlar. Kanun devletinde iktidarın keyfiliğine engel olacak bir karşı güç yoktur. İktidar seçmen topluluğunun yeterli çoğunluğunun desteğine dayanarak keyfi bir yönetim uygulayabilir.
Hukuk devleti, devletin bütün kurumlarının işlemlerinin ve eylemlerinin, önceden açıkça ilan edilmiş kurallara uygun biçimde gerçekleştirildiği bir devlettir. Bu yükümlülük en başta hükümetin omuzlarındadır. Hukuk devleti, yurttaşların hukuki güvenlik içinde olduğu bir yönetimdir. Bu nedenle devletin bütün karar ve uygulamalarının yargı denetimine bağlı olması hukuk devletini tanımlamak için yetmez. Aynı zamanda yargının bu hukuki güvenliği verme kapasitesine sahip olması, yani her şeyden önce iktidardan bağımsız olması elzemdir.
Baskı, hukuk dışı uygulama veya zulüm olarak nitelenecek yaptırımlar karşısında yurttaşların haklarını koruyacak hukuki yollar kapalı ise veya büyük ölçüde etkisiz durumda iseler, rejimde münferit bir keyfilik değil, sistemli bir hukuk dışılık hâkim demektir. Kendini bu keyfiliğin yarattığı baskı ve zulmün mağduru olarak gören birey ve toplulukların seslerini duyurma, mağduriyetlerini ifade etme yollarının olmaması veya yasaklanmış olması da sistemli bir hukuk dışılığın yürürlükte olduğunun şaşmaz göstergesidir.
Keyfi yönetime karşı yurttaşların ne yapabileceği yüzyıllardır tartışılan bir konudur. Yukarıda sayılan keyfi yönetim uygulamalarının yanında, temel hak ve özgürlüklerin sürekli daraltılmasına karşı yurttaş topluluklarının tepkilerini ifade etme, toplumun geri kalanıyla bunu paylaşma kanallarının kapalı olması veya bu hakkın kullanımının yeterli hukuki güvenceye sahip olmaması, direniş hakkını yaratır. Bazı modern, demokratik devletlerin anayasalarına pozitif hukuk normu olarak da giren direnme hakkı, keyfi yönetimin baskılarına, haksızlıklarına, zulmüne karşı yurttaşların tepki gösterme hakkı olarak tanımlanıyor. Çünkü yasal yollardan iktidara gelen ama seçmen topluluğunun ona verdiği yetkileri kötüye kullanan, temel hak ve özgürlükleri keyfi yöntemlerle ve onulmaz biçimde çiğneyen iktidar meşruiyetini yitirir. Yasal olmaya devam eder ama artık meşru değildir.
Hukuk devleti olma niteliğini kaybeden iktidarlara karşı direnme hakkı, hukuk devletine dönüşü sağlamak amacıyla ve şiddet yollarına başvurmadan, yani saldırgan bir direnme haline dönüşmeden sürdürülürse, bu hakkın kullanımı evrensel hukuk ilkelerine göre tartışmasız biçimde meşrudur. Sivil itaatsizlik, bu aktif ama saldırgan olmayan, şiddet yollarına başvurmayan direniş hakkının kullanımının bir parçasıdır.
Elbette bu hakkın kullanım koşullarını tamamen nesnel kıstaslarla tarif etmek mümkün değildir. Direnme hakkının meşruiyet koşullarının var olup olmadığı her zaman tartışmalıdır. Ayrıca devletlerin adil olmayan her yaptırımına karşı direnme hakkı doğurmaz. Bu hakkı doğuran olgu, hukuk devleti ilkelerini çiğneyen yaptırımların belli bir süre yürürlükte olması ve kişilerin tahammülünü zorlayacak baskı ve zulüm derecesine varmasıdır. Bunun nesnel ölçütü yoktur. Bu ölçüt sorunu, meşruiyet yitimi değerlendirmesinin toplumun önemli bir bölümü, örneğin yarısı tarafından paylaşılmaması durumunda daha çetrefilleşir. Bu nedenle, iktidarın meşruiyetini yitirdiğine inananların üzerindeki en büyük sorumluluk, toplumun geri kalanına böyle bir durumun varlığından haberdar etmeye, onları yapılanların kabul edilemez olduğuna ikna etmeye çalışmaktır. Bu amaca ulaşmak için şiddet ve zor içermeyen her türlü yolu denemektir. Bunu sadece mağdurların yapması yeterli olmaz. Keyfi iktidarın doğrudan mağduru olmayanların da bu uğraşı vermek, verenlere destek olmak ahlaki yükümlülüğüdür.
Direnme hakkını kullananlar, toplumun geri kalanını iktidarın meşruiyetini yitirdiğine ikna etme çabasında başarısız kalabilirler. Keyfi yönetim kendi belirlediği kanuni yollardan iktidarını uzun bir dönem sürdürebilir. Toplumun geri kalanı, toplumun diğer kısmının yaşadığı baskı, haksızlık ve zulme karşı duyarsız olabilir. O zaman o devlet sınırları içinde yaşayan insan topluluğunun toplum olma, ortak değerlere sahip siyasal topluluk olma niteliği de kaybolmuş demektir veya zaman içinde kaybolmaya mahkûmdur.

Kaynak: Cumhuriyet

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org