Daha fazla askeri güç ulusal çıkara daha fazla mı hizmet eder – Ali Hakan Altınay

Daha az askeri gücün ulusal çıkara daha fazla hizmet edebileceğini iddia eden isimlerden bir başkası eski Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger.

Fazla güç var mıdır?

27 Mayıs 2023 Cumartesi
Siyasetin önemli meselelerinin başında güç geliyor. Şöyle bir genel kabul var: Güç iyidir… İstediğinizi yapmaya imkan verir. Daha çok güç, daha iyidir çünkü istediklerinizden daha çoğunu, daha hızlı yapmanıza imkan verir. Lakin eğer siz buradaki yazıları bir süredir takip ediyorsanız, bu sefer de yukarıda tarif ettiğim yaygın kabulü, kanıyı biraz sınamakta, çitilemekte yarar gördüğümü tahmin edebilirsiniz.

34. ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower

İsterseniz önemli bir güç olduğu konusunda pek tartışma olmayan bir örnekle başlayalım: Amerikan Silahlı Kuvvetleri. Yirmi küsur uçak gemisi, binlerce jet, dünyaya yayılmış yüzlerce üs, iki bin nükleer füze başlığı ile ciddi bir güç, değil mi? Bu devasa gücün enerji tüketimini, karbon salınımını hesaplayanlar, eğer Amerikan Silahlı Kuvvetleri tek başına bir ülke olsaydı, karbon salınımı ve enerji tüketiminde ilk 10’a gireceğini tahmin ediyorlar. Amerikan devleti bu güç için dünyadaki tüm diğer ülkelerin toplamından daha fazla askeri harcama yapıyor. Peki bu devasa ve çok pahalı yapı Amerika’nın çıkarına mı, işine yaradı mı? Bu soruyu mantıksız bulanlar olabilir: “Çıkarına olmasa niçin bu kadar kaynak harcasın?” diye sorabilirsiniz ya da “Amerika’nın derdi niye bizi geriyor?” diye düşünüyor olabilirsiniz. Ben bu sorgulamanın ilginç bir yere varacağına inandığım için sabrınızı rica edeceğim. Öncelikle bu soruları soranlar, bu kadar gücün gerekli, yararlı olup olmadığını sorgulayanlar sadece dışarıdan, marjinal, muhalif sesler değil. Amerika’nın askeri sanayi tarafından kötü yola sokulduğunu ilk söyleyenlerden birisi ülkenin 34. başkanı Dwight Eisenhower. Eisenhower, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’daki Amerikan kuvvetlerine kumandanlık yapmış, daha sonra Amerikan Başkanı olmuş, İran’ın seçilmiş ilk başbakanı Muhammed Musaddık’a karşı darbeye yeşil ışık yakmış, yani Amerika’nın çıkarına olduğunu kabul ettiği hedefler konusunda gayet saldırgan olabilen birisi. Böyle birisi başkanlığının sonuna doğru fazla iri bir askeri-savunma endüstrisinin ülkenin demokratik işleyişine ciddi bir tehdit olacağına kanaat getirdi ve bu kaygısını 1961’de yaptığı başkanlığa veda konuşmasında dillendirdi. Eisenhower, savaşlardan bağımsız olarak kontrolsüz şekilde büyüyen bu endüstriyi dizginlemek için Pentagon’un bütçesini kararlılıkla azaltmaya çalıştı. Velhasıl peşine düştüğümüz soru ilk bakışta sanıldığından daha geçerli bir soru olabilir.

Türkiye’deki uluslararası ilişkiler disiplininin duayenlerinden Gün Kut, derslerinde öğrencilerine bulabildikleri son başarılı Amerikan dış politika hamlesini sorar. Amerika’nın gücü ve başarıları konusunda genel kanıyı paylaşan öğrenciler bunun kolay bir soru olduğu varsayımıyla başlarlar ama başarılı bir hamle bulmak aslında kolay değildir. Bölgemizden başlarsak, 2003 Irak işgali bir başarı mı? Kesinlikle değil. Peki Afganistan? Taliban’dan aldığınız ülkeyi 20 yıl ve bir yığın insani, mali bedel ertesinde tekrar Taliban’a teslim etme başarısı! Vietnam deseniz o da tam bir fiyasko. Benim bulabildiğim son Amerikan başarısı İkinci Dünya Savaşı’nda esas bedeli ödeyerek galip çıkan Ruslar’ın bu galibiyetinden bu kadar kazançlı çıkmak. O da zaten askeri ağırlıklı bir başarıdan çok, dört dörtlük bir dış politika başarısı. Bu alana anaakım dışından bakan bağımsız analistler, Amerika’nın askeri gücünün tüm rakiplerinden açık ara fazla olmasının Amerika’nın dış politikadaki hatalarından öğrenmeme imkanı yarattığı için – çünkü hatalarınızın olumsuz sonuçlarının size yansımamasını pazularınızla engelleyebiliyorsunuz – aynı hataların tekrar tekrar yapıldığını söyler.

Henry Kissinger

Daha az askeri gücün ulusal çıkara daha fazla hizmet edebileceğini iddia eden isimlerden bir başkası eski Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger. 2009’da bir grup eski savunma ve dışişleri bakanıyla birlikte Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan bir yazıda Kissinger, Amerika’nın kendi güvenliği için nükleer cephaneliğini ne zaman ve nasıl sıfıra indireceğini dünyaya ilan etmek zorunda olduğunu söyledi. Wall Street Journal, dış politika ve askeri konularda güvercin tadında çiçek çocuklar ya da muhalif hippie temalı bir yayın organı hiç değil… Kissinger da Vietnam savaşı sırasında gayet insafsız olabileceğini göstermiş birisi. Dolayısıyla ne Wall Street Journal, ne de Kissinger doğal barışsever falan değiller ama nükleer teknolojilerinin yaygınlaşmasını engellemek için başka ülkelerin işbirliğini sağlamanın, onları pazularıyla korkutmaktan daha etkin olduğuna kanaat getirebiliyorlar. Daha çok güç, illa daha iyi anlamına gelmeyebiliyor. Biraz daha az güç daha etkin sonuç anlamına gelebiliyor.

İsterseniz biraz da güzel memleketimize bakalım: Güç fazlalığının yararsız, zararlı olduğu örnekler düşünebiliyor muyuz? Benim iki örneğim var. Bugün ülkenin yarısı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğuna inanıyor. Ben Erdoğan taraftarı değilim ama Erdoğan’ın BOP’un eşbaşkanı olmadığına eminim. Erdoğan, Medeniyetler İttifakı’nın eşbaşkanıydı; Medeniyetler İttifakı’nın Büyük Ortadoğu Projesi ile bir ilgisi yoktu, hatta onun reddini içeriyordu. Medeniyetler İttifakı’nın mimarı İspanyol Başbakan Zapatero idi. Zapatero, İspanya’yı Irak Savaşı’na sokan sağcı Aznar’ı yenip İspanya Başbakanı olunca BOP’un cehaletine ve hoyratlığına alternatif olarak başka coğrafyalara, uygarlıklara saygı etrafında Medeniyetler İttifakı’nı başlattı. Türkiye’nin böyle bir fikre destek ve derinlik sağlaması yerinde bir adım idi. Şimdi ana sorumuza geri dönelim: Çok temel bir gerçeği, bu kadar medya gücü sonrasında 20 yıl boyunca ülkenin yarısına anlatamamak güç eksikliği ile mi yoksa güç fazlalığı ile mi açıklanabilir?

Ya da son Azerbaycan başarısını ele alalım: Karabağ ve yedi Azeri rayonu işgalden kurtarılması, Laçin Koridoru’na karşılık Zengevar Koridoru’nun açılması bence son 75 yılın en büyük askeri ve dış politika başarısı. Eğer sahiden Nahcıvan ile Azerbaycan arasındaki otoyol ve demiryolu açılırsa ve İstanbul’dan kalkan bir TIR kimseye eyvallah etmeden Bakü’ye varabilirse bu sahiden çok büyük – ve iki ülkenin de 100 yıldan beri çok istediği – bir şey gerçekleşmiş olacak. Peki ülkenin yarısı bu başarının sevincini, gururunu hissetmiyorsa, bu bir kayıp değil mi? Yüzde 49 seviniyor diyebilirsiniz ama yüzde 94’ün sevinmesi çok mümkünken bunun olmuyor olması güç eksikliğinin mi, yoksa güç fazlalığının mı sonucu?

Su musluktan, bardaktan, şişeden içilir ama yangın hortumundan içilemez. Peki, bizim aramızdan bir Eisenhower ya da Kissinger çıkacak mı? Sonuç almak için bu kadar güce, bağırmaya, eziyete gerek yok diyecek birileri var mı, yoksa bunu söyleyemeyecek kadar ödlek miyiz? Daha ne kadar kendi kendimize çelme takmaya, kendi kendimizin en büyük düşmanı olmaya devam edeceğiz?

Kaynak: Medyascope

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org