Darbe girişiminin ifşa ettiği gerçek: Ordu içinde ordu
Bu yazı kaleme alındığı sırada Türkiye’deki 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimine katıldıkları iddiasıyla tutuklanan general ve amiral sayısı 110’du. Bu sayının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bütünlüğü ve işlerliği açısından ifade ettiği vahamet hakkında bir fikir sahibi olmak için ordudaki toplam general ve amiral sayısının 358 olduğunu bilmek yeterli. Türk ordusundaki tüm general ve amirallerin yüzde 30.7’si, silahlı kuvvetler hiyerarşisinin dışına çıkılarak düzenlenen bu darbe girişimine katılmaktan dolayı tutuklu…
Temmuz 22, 2016
Bugün artık doğrulanmış bulunan bilgilere göre kalkışmada ağırlıklı olarak Jandarma ve Hava Kuvvetleri’ne bağlı birlikler yer aldı. Kendisine “Yurtta Sulh Konseyi” adını veren darbeci generallerin başlattığı darbe girişimi Ankara’daki Jandarma Genel Komutanlığı’nda planlandı; harekat merkezi rolünü de Ankara’ya 50 kilometre uzaklıktaki Akıncı Hava Üssü oynadı.
Harekat, İstanbul ve Ankara’daki bazı zırhlı birliklerin yanı sıra, bazı kara havacılık birlikleri tarafından saldırı ve genel maksat helikopterleriyle de desteklendi.
Ordunun Güneydoğu’da PKK’ya karşı sürdürdüğü savaştaki en şahin tavırlı unsurların darbe girişiminin merkezinde konumlandığı da duyumlar arasında.
Kentlerin tank ve top ateşiyle yakılıp yıkıldığı bu savaşın “ana cephesi” olan Diyarbakır ve Şırnak’taki operasyonlardan sorumlu, Malatya merkezli 2’nci Ordu’nun komutanı Orgeneral Adem Huduti’nin darbe girişiminde yer aldığı iddiasıyla tutuklanması bu bakımdan kayda değerdi.
Güneydoğu’da Şırnak ve Hakkari’deki komando tugaylarının komutanları da darbeye katıldıkları gerekçesiyle tutuklandı.
Darbe girişiminin kuşbakışı manzarası, bunun yaygın ve derin bir kalkışma olduğunu gözler önüne seriyor. Darbenin savuşturulmasının hemen akabinde, 16 Temmuz sabahı itibarı ile sivil rejime sadık askeri birlikler ve polis güçlerinin darbecileri ele geçirmek için düzenledikleri operasyonlar 30’dan fazla ilde sürdürülmekteydi.
Darbe girişiminin TSK’daki yayılımının oranı hakkında kesin bir saptamada bulunmak 15 Temmuz’u izleyen ilk günlerde imkansız görünse de, tüm birliklerin en az üçte biri ile en fazla yarısını değişen ölçülerde kapsayan bir darbeci hareketlenme yaşandığını söylemek abartılı olmaz.
Türk Deniz Kuvvetleri, “Yurtta Sulh” cuntasının kendi içine kayda değer ölçülerde çekmeyi başaramadığı tek güç…
İktidarın sözcüleri darbecilerin ordu içinde “küçük bir azınlık oluşturduğunu” iddia ediyorlar. Askeri kalkışmaya katılımın niceliksel durumu mercek altına alındığında ise söz konusu azınlığın hiç de küçük olmadığı görülüyor.
Diğer taraftan, darbecilerin niteliğine dair söylediklerinde ise haklılar. Bu başarısız darbe girişiminin beyni ve omurgasını, ordu içinde on yıllardır örgütlendikleri bilinen Gülen Hareketi ya da halk arasındaki adlarıyla Cemaat’in mensupları oluşturuyor.
70’lerin başında ortaya çıkan ve adını, lideri olan Sünni Türk din adamı Fethullah Gülen’den alan bu sosyo-politik İslami hareketin öncelikleri arasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin organ ve kurumlarında örgütlenmek de vardı. Erdoğan iktidarının ilk yıllarında laik askeri ve sivil bürokrasiye karşı 1999’dan beri ABD’de sürgünde yaşayan Fethullah Gülen’le ittifaka gitti ve devlet organlarının kapıları bu sayede Gülencilere sonuna kadar açıldı. Gülencilerin şebekeleştikleri kurumların başında emniyet ve yargının geldiği biliniyordu. Somut olarak bilinmeyen ve fakat hakkında çok spekülasyon yapılan konu ise Cemaat’in TSK’daki gücünün ne düzeyde olduğuydu.
Erdoğan ve Gülen ittifakı, ortak düşman olarak gördükleri Kemalist ve laik generalleri 2008-2012 yılları arasında düzenledikleri operasyonlarla tasfiye etti. Bu siyasi harekatın omurgasını Balyoz ve Ergenekon operasyon ve davaları oluşturdu. Bunun için Erdoğan iktidarı gerekli siyasi ve manevi desteği verdi, operasyon gücünü ise Cemaat’in yargı ve emniyetin kilit noktalarına yerleşmiş kadroları oluşturdu.
İddia, Kemalist generallerin AKP iktidarına karşı darbe planları yaptıklarıydı. Bu iddiayı desteklemek için üretilmiş sahte deliller ve gizli tanıklar vasıtasıyla 37’si general ve amiral toplam 400 muvazzaf subay tutuklandı. 2013’ün başında Türk ordusundaki general ve amirallerin yüzde 10’dan fazlası hapisteydi.
Kendisini Cumhuriyet rejiminin laik karakterini “İslami gericiliğe” karşı korumakla görevli addederek, siyasete gerektiğinde bu maksatla müdahale eden askeri vesayet Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla tasfiye edildi. Böylece Erdoğan ve Gülen arasındaki zoraki ittifak da yerini giderek vahimleşen bir güç mücadelesine bıraktı. Cemaatçiler devlet yönetiminde daha büyük pay istiyorlardı, Erdoğan ise buna yanaşmıyordu. 2012’de gün yüzüne çıkan ilk çatışmaların ardından, 2013’ün sonunda Cemaatçi yargı ve emniyet mensuplarının asıl hedefi Erdoğan, ailesi ve yakınındaki işadamları olan 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını yapmaları, artan gerginliğin yerini açık bir savaşa bırakmasına neden oldu.
İktidar “paralel devlet yapılanması” ve nihayet resmen “Fethullahçı Terör Örgütü” (FETÖ) adını verdiği Gülencilerin, eğitim, ekonomi ve medya alanlarındaki aktivitelerini bitirmek için sert tedbirler aldı. Yargı ve emniyetteki Cemaat şebekeleri dağıtıldı. Geride dokunulmayan sadece ordudaki Cemaat kalmıştı.
Orduda, Balyoz ve Ergenekon operasyonları aracılığıyla yapılan tasfiyelerin 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi bakımından anlamı şu: Bu, bir tuğgeneraller darbesi…
Tutuklanan 110 general ve amiralden 83’ü tuğgeneral veya tuğamiral. Şimdilik tespit edilebildiği kadarıyla bunların yarıya yakını da 2013 ve takip eden yıllarda albaylıktan general ve amiralliğe yükselmişler.
Bu, manidar bir veri… Şunu gösteriyor: Darbecilikle suçlanan generallerin hatırı sayılı bir kısmı Balyoz ve Ergenekon davaları vasıtasıyla tasfiye edilen silah arkadaşlarından boşalan yerleri doldurarak yükselmişler.
Bu şekilde terfi edilenlerin bu başarısız darbe girişiminde bir yoğunluk oluşturmaları rastlantı olamaz.
Bugün anlıyoruz ki Gülenci savcı ve polislerin dizayn ettiği Balyoz ve Ergenekon operasyonları sadece Kemalist subayları tasfiye etme amacını taşımıyordu; aynı zamanda 80’lerin ortasından itibaren harp okullarından mezun olarak orduya katılan Gülenci subayları üst komuta kademelerine yükseltmek üzere de tasarlanmıştı. İşte bugün bu subaylar darbe şüphelisi konumundalar.
15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi, TSK’nın üst komuta kademesinde onarılması uzun yıllar alacak bir yıkıma neden oldu. Lakin, emirlerini üstlerinden değil de bağlı oldukları siyasi ve dini cemaatteki imamlardan alan generallerin bu kadar çok sayıda biriktiği bir ordu, zaten yıkılmış sayılırdı. Türkiye ve dünya bu acı gerçeği imamlardan emir alanlar darbeye kalkışınca öğrendi.
Bugün görüyoruz ki Cemaat darbe yapmaya kalkışabildiğine göre TSK’nın katılabileceği uluslararası operasyonları maniple edebilir, savaşları yönlendirebilirdi.
TSK Türkiye’nin ulusal ordusu olmaktan çıkmıştı anlaşılan. Cemaat ordu içinde ordu olmuştu.
Ve bu TSK bir NATO ordusuydu. Dolayısıyla darbe girişimi sonrasında TSK’da komuta ve işlerlik zaafıyla belirginleşecek olan kriz aynı zamanda NATO’nun krizidir.
TSK, tarihsel bir kriz ve çöküş içinde…
15 Temmuz’a kadar Türkiye’nin halk nezdinde prestiji en yüksek olan kurumu, kalkıştığı darbeye karşı Erdoğan’ın çağrısı üzerine sokağa dökülen sivillerin üzerine ateş açıp bomba yağdırdığı için de telafisi nesiller sürebilecek korkunç bir itibar ve meşruiyet kaybı yaşıyor.
TSK, Türkiye’nin dış ilişkilerinde bir katma değer faktörüydü. Artık değil. Hem caydırıcılığı büyük darbe aldı hem de kurum olarak müttefiklerinin güvenini yitirmesi kaçınılmazdır.
TSK, 2015’in Temmuz ayında PKK’ya karşı siyasi hesaplarla başlatılan savaşın temel unsuruydu. Ordunun şimdi içine düştüğü derin zaaf ve moral bozukluğunun bu savaştaki etkinliğini olumsuz etkilemesi mukadderdir.
Darbe girişimi nedeniyle polis ve asker birbirine girdi ve polisin öncelikli kaygısının bir süre daha yeni bir darbe girişimini önlemek olacağı anlaşılıyor. Dikkati asker üzerinde yoğunlaşmış bir polis ve çöküş yaşayan bir ordunun birlikte meydana getirdiği totale yakın felç halinden PKK kadar IŞİD’in de yararlanacağı açık.