15 Mart 2016
Terör Ankara’da 5 ayda 170 can aldı. Anlaşılan o ki, bomba yüklü arabalar başkent sokaklarında dolaşıyor. Bazıları yakalanıyor, bazıları yakalanmıyor. Elimiz kolumuz bağlı, bundan sonraki saldırıyı mı beklememiz gerekiyor? Masum, sivil insanları hedef alan bu terör eylemleri elbette kınanmalı, lanetlenmeli. Ama bu yeterli değil. Bu eylemlerin durdurulması gerekir. Devletin en başta gelen yükümlülüğü vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamak. Hükümet bu yükümlülüğü yerine getiremiyor. Ama hiç olmazsa sorumluluğu üstlenmesi gerekir. İçişleri Bakanı’nın kameralar önüne geçip adeta kendi dışında olup biten bir olaydan söz edermişcesine bilgi vermek yerine istifa edeceğini açıklaması daha anlamlı olurdu. Olayın sorumluluğunu üstlenen onurlu bir duruş sergilemiş olurdu. Burada önemli olan Sn. Bakan’ın kusurlu olup olmaması değil. Söz konusu olan cezai değil, siyasal sorumluluk.
Bu şiddet sarmalından çıkmak için basit bir gerçeği akılda tutmakta yarar var. Terör eylemleriyle bir sonuç almak, terör yoluyla istekleri kabul ettirmek olanaksız. Öte yandan şiddet yoluyla bir etnik terörün sona erdirildiği de görülmemiş. O nedenle bunca can kaybı gerçekte hiçbir amaca hizmet etmiyor. İnsanları öldürmekle bu mücadeleyi kazanma olasılığı yok. Olan öldürülen insanlara ve geride bıraktıklarına oluyor. İşin en üzüntü veren yanı da bu.
İçinde bulunduğumuz ve giderek derinleşen şiddete son verilmesi, daha fazla can kaybının önlenmesi, önce çatışmanın durdurulmasına, sonra da teröre yol açan nedenleri ortadan kaldıracak barışçı bir çözümün bulunmasına bağlı. Bu yeni bir sürecin başlatılmasını gerektiriyor. Bu süreçte tarafların pragmatik, sonuç almaya yönelik bir tutum benimsemeleri, gerekli olan herkesle konuşmaları önem taşıyor.
“Son terörist öldürülene dek mücadeleyi sürdüreceğiz” gibi bir yaklaşım son derece yanlış. Bu, kaç insan ölürse ölsün benim umurumda değil demek. Sorunun insancıl, etik yönünü görmemek demek. İnsan yaşamı her türlü siyasal, ideolojik düşünceden önce gelir. Burada önemli olan geçmişi unutmak ya da intikam almak değil. Önemli olan geleceğe yönelik bir barış kurmak ve yurttaşların güvenlik içinde yaşamasını sağlamak.
Dünyanın başka yerlerindeki deneyimlere baktığımızda, şiddete daha fazla şiddetle değil, ancak barışçı bir çözüm yoluyla son verildiğini görüyoruz.
Önceki Finlandiya Cumhurbaşkanı ve birçok iç çatışmada arabuluculuk yapmış olan Martti Ahtisaari, Nobel Barış ödülü kabul töreninde yaptığı konuşmada şöyle diyor:
“Meslek yaşantımı, bazı durumlarda terörist olarak damgalanan insanlarla konuşarak geçirdim. Bana göre,bir barış sürecinin başarılı olmasının tek yolu budur. Bir anlaşmazlığı sona erdirecek bir çözümün bulunması,anlaşmazlığa taraf herkesle konuşmayı gerektirir.”
Rand Corporation’ın 2008 yılında yaptırdığı 1968’den bu yana 648 terörist grubu içeren “Terörist Gruplar Nasıl sona Erer” başlıklı bir araştırmanın sonuçlarına göre, terör örgütlerinin yüzde 43’ü siyasal çözümle, yüzde 40’ı örgüt liderinin ya da üst kademe yöneticilerinin ortadan kaldırılmasıyla, yüzde 10’u terör örgütünün zaferiyle, yüzde 7’i hükümet güçlerinin askeri başarısıyla sona ermiş.
Nasıl ki, George W. Bush’un “teröre karşı savaş” ilanı, ABD’nin büyük savaş olanaklarına, insan hakkı ihlallerine, örgütün liderinin öldürülmesine karşın örgütü ortadan kaldıramadı. Buna karşılık, Almanya’daki Baader-Meinhof,İtalya’daki Kızıl Tugaylar, ABD’deki Symbionese Kurtuluş Hareketi gibi ciddi bir tabana dayanmayan örgütler lider kadrosunun ortadan kaldırılmasıyla dağıldı.
Geniş bir tabana sahip örgütlerin eylemlerinin sona erdirilmesinin ise, silahlı çatışma ile değil barışçı görüşmelerle gerçekleştirildiğini gösteren pek çok örnek var. Muhafazakar İspanyol Başbakanı Aznar, ETA ile her türlü teması reddediyordu. İspanya’da terörün ancak silah yoluyla bitirileceğine inanmıştı. Ancak kesin bir zafer kazandıktan sonra ETA ile görüşme yapılabileceğini düşünüyordu. Ama bu kesin zafer bir türlü gelmiyordu. Aznar’dan iktidarı devralan sosyalist Zapatero Hükümeti ise, ETA ile görüşmeleri başlattı. Görüşmelerde bir uzlaşı sağlandı. ETA eylemlerine son verdi.
1997’de Tony Blair İngiltere’de iktidara gelince, 6 maddelik şiddetin durdurulması ve barışçı bir çözüm bulunmasını öngören bildirinin kabulu koşuluyla, Sinn Fein ile görüşmelere oturdu. IRA bildiriyi imzalamadı ama İngiliz Hükümeti Sinn Fein’ın imzalamasını yeterli gördü. 1998’de yapılan Belfast Anlaşması barışçı bir çözümün önünü açtı. Bir Kanadalı General’in gözetiminde kurulan silahsızlanma komisyonu ise,nihai bir çözümün bir parçası olarak IRA’nin silahlarını gömmesini sağladı.
Güney Afrika’da barış süreci Cumhurbaşkanı Botha ile cezaevinde bulunan Nelson Mandela’nın, Dr Barnard’ın aracılığı ile gizlice buluşarak çay içmeleriyle başladı. Yeni bir anayasa yapımı Güney Afrika’da barışçı bir çözümün anahtarı oldu.
Bu örnekleri çoğaltmak olanağı var. Ancak bütün bu örneklerin ortak yanı, tarafların sorunlarına şiddet yoluyla bir çözüm getirilemeyeceğini anlamaları ve barışçı bir çözüm süreci başlatarak nihai bir çözüm üzerinde bir uzlaşıya varmaları,ülke içinde barışı sağlamaları.
Bunu biz neden yapamıyoruz? Neden insan öldürmeyi düşünmek yerine, barışı nasıl gerçekleştireceğimiz üzerinde kafa yormuyoruz? Neden “yeter artık. İnsanlar ölmesin” diye haykıran bir toplum baskısı oluşturamıyoruz? Bu savaşta yitirdiğimiz sadece insan yaşamı değil, aynı zamanda birlikte yaşama isteği. O nedenle çok geç olmadan, toplumca savaşın sona erdirilmesini talep etmeliyiz. Umut edelim ki, son olaylar buna vesile olsun.