AB projesi ve barış
Oca 13 2020
Savaşın sıkça konuşulduğu, Avrupa Birliği’ne katılmanın hemen hemen unutulduğu bu günlerin düşündürdükleri:
Türkiye toplumu bir yüzyıldır savaşı yaşamadı. Kore ve Kıbrıs savaşları ülke dışında yer aldı, Suriye ve sözü edilen Libya savaşı da öyle.
Bu tür savaşlarda yaşananlar devletin kontrol ettiği haber ajansları aracılığı ile “öğrenilir”. Cephelerde yaşananlar aslında öğrenilmez. Vatandaşın duyduğu ve gördüğü, sansürden geçmiş anlatımlardır. Siz ayağı kopmuş bir erin son anlarını hiç gördünüz, hiç duydunuz mu? Kulağı kopmuş, gözü önüne akmış birini bile görmeyiz. Yalnız bayrak sallayanları görürüz ve henüz ateş hattını tatmamış güleç genç erleri.
Avrupa ülkeleri farklı. O halklar İkinci Dünya Savaşını ve savaşın ne olduğunu hâlâ hatırlıyorlar. En azından belli bir yaşta olanlar. Ve yakınlarını, evlerini, servetlerini, mahallelerini kaybetmiş olan bu Avrupalılar “savaş” lafını duyunca akıllarına “çocuklar gibi şen” insanlar gelmiyor.
Türkiye’nin şehirleri Londra gibi, Almanya’nın şehirleri gibi bombalanmış olsaydı, Türkiye halkı bu konularda daha duyarlı ve olgun olurdu ve belki Avrupa Birliği projesine tepeden bakanların, burun kıvıranların sayısı daha az olurdu.
Avrupa Birliği projesi tüketimi bol daha iyi bir hayat standardı için ortaya çıkmadı. Avrupa’da bir daha savaş yaşanmasın diye düşünüldü. İki Dünya Savaşı bazı insanları bu konuda aydınlattı. Ne yapsak da bir daha savaşmasak diye oturup düşündüler.
1946’da Churchill “Avrupa’da barışın sağlanması ancak Avrupa’nın birleşmiş milletleri sayesinde gerçekleşebilir” diyordu. 57 yıl sonra AB Komisyonu başkanı Romano Prodi “İkinci Dünya Savaşı’nın kâbusundan sonra doğan barış arzusu Avrupa birleşmesinin temel gücü oldu” diye konuşacaktı.
AB’nin demokrasi ve ekonomik refah söylemi bu barış projesinin “havucu” olarak eklenmiştir. AB projesinde yalnız maddi kâr veya “emperyalizm” görmek çok acı.
AB bize acaba ne sağlar diye sorarken, Türkiye halkının aklında para var, barış yok.
Avrupalı gençler de savaşı tabii ki tanımadı, ama ana babalarından yaşananları duydular ve ailenin içindeki kayıpları da biliyorlar. Avrupalılar ile Türkler arasında savaş algısı konusunda temel fark budur.
1940’lardaki Türkler, Balkan ve Birinci Dünya Savaşını unutmamıştı, belki bu yüzden bir sonraki savaştan uzak kaldılar. Bugünküler savaşları kitaplardan, dizilerden ve siyasilerin nutuklarından öğrendiler, kahramanlık, övünç kaynağı, hatta şenlik olarak.
Avrupa Birliği tartışmalarını dinlerken barış gelirdi aklıma. Şimdi savaş rüzgârları eserken Avrupa Birliğini düşünüyorum. Benim çağrışımlarım öyle. Türkiye AB üyesi olsaydı bugünkü sorunlara farklı yaklaşacaktı.
Türkiye’de barış, başarılı bir savaşın sonrasındaki süre olarak algılanıyor. Hedeflerin sağlandığı noktanın sonrası diye… Osmanlı döneminde de “bu yörede artık barış ve sükûn sağlandı” denirdi, tabii fetihten sonra. Şimdi Kıbrıs’ta, Suriye’de ve belki Libya’daki barış arayışları eski yöntemi hatırlatıyor.
Oysa barış uzlaşarak, ödün vererek, hatta bir bedel ödeyerek de sağlanır. Ancak bu yollar kimilerince utanılacak alternatiflerdir. Bütün toplumlarda onur meselesi kesimden kesime değişiyor. Ölür ve geri adım atmayanı, seven ama sevdiğini bıçaklayan kimseler de onur peşindedirler.
Türkiye’de yeni sayılan isim ve soyadları millileşme döneminde ortaya çıktığından olacak, askerli, silahlı, kanlı isimler çok: Savaş, Erkan, Fatih, Alper, Türker, Erbakan, Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Atakan, Kandemir… Bunlar savaşlarla ilgili… Sporda asker selamı, bayramlarda çocukların asker yürüyüşü, payeler şehit ve gazi, saygının alameti esas duruş ve ecdadın başarıları savaş meydanlarıyla ilgili… Savaş kutsanmış sanki.
Aslında bu yazı savaş karşıtı yazı değildir, Avrupa Birliği’nden yana bir yazıdır. Çünkü savaşa karşı olan bir söylemin pratik bir yararı yok. Savaşı çekici kılan çevre değişmedikçe eski gelenek sürer gider. Savaşı kutsayan anlayışın değişmesi gerekir. Eğitim denecek; ama ondan önce eğitimci sorunu var. Eğitimciden önce de koca bir toplum. AB bu yüzden bir umuttu.
Avrupa’yı olgunlaştıran dersin bedeli ise dersin yararından pahallıdır. Yaşayarak değil, bakarak ve okuyarak öğrenmenin yararı bu yüzden kat kat daha yararlıdır.
Bir de olaya empati ile bakmak var: “Ülke dışında” yapılan her savaş başka bir ülkenin içinde yaşanır. Güçlü ülkelerin yayılmacı ve emperyalist savaşları hep ülke dışında yapıldığı için halklarının tepkisine neden olmaz. Aslında “ülke dışındaki” savaşlar konusunda insanlar pek duyarlı olmaz.
Kaynak: Ahval