Daniel Berrigan 1921’de Minnesota’da küçük bir kasabada doğdu. İki yıl sonra kardeşi Philip dünyaya geldi. Daniel ve Philip ilkokul çağına geldiklerinde ABD görülmemiş bir ekonomik bunalımın içindeydi. Anneleri Frieda kapılarını çalan aç bir ziyaretçi olduğunda onu doyurmadan göndermezdi. Babaları Tom demiryollarında çalışan sendikalı bir işçiydi. Sosyalistti. Frieda ve Tom Katoliktiler, hiç de sofu değildiler. Ama Daniel 18 yaşına geldiğinde din adamı olmaya karar verdi. 36 yaşına geldiğinde artık bir öğretim üyesiydi; yazdığı şiirler beğeni, hatta ödül topluyordu.
Daniel’in küçük kardeşi Philip, II. Dünya Savaşı’na gönderilmek için askere alındı. Askerken savaşın, militarizmin ve ırkçılığın ne anlama geldiğini derinden kavradı. Savaş bitince üniversiteye gitti. Daha sonra kardeşi gibi din adamı olmaya yöneldi. Daniel ve Philip’in yöneldikleri inanç, zorluklar içerisinde var olmaya çalışanlara yakın olmaya, zorlukları paylaşmaya dayalıydı. Siyahlar haklarını almak için mücadeleye başladıklarında onların yanında yer aldılar. ABD Vietnam’a savaş açtığında ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. Savaş karşıtı harekete katıldılar.
Berrigan kardeşlerin adları 1968’de tüm ülkede duyuldu. Yedi arkadaşları ile bir asker alımı merkezini bastılar ve askere alınması söz konusu olan 378 gencin dosyalarını ateşe verdiler. Bunun ardından gözaltına alındılar, tutuklandılar, hüküm giydiler. Ama temyiz sürecinde cezaevine girmekten kurtulmanın yollarını buldular. Uzun bir süre federal polisin arananlar listesinde başlarda yer aldılar. Sonunda üç yıl kadar cezaevinde kaldılar. Daniel daha sonra bu eylem ve davayı konu alan bir oyun yazdı.
Berrigan kardeşler 1980’de adlarını tüm ABD’ye bir kez daha duyurdular. Bu kez altı arkadaşlarıyla bir nükleer füze fabrikasını bastılar. Füze başlıklarına zarar verdiler, belgeleri yerlere saçarak üzerlerine kan döktüler. Sonra barış için dua ettiler. Yaklaşık on yıl süren bir dava sonucunda hüküm giydiler ama bu davayı da barış mücadelesini yükseltmek için kullandılar.
Daniel ve Philip din adamı olarak ezenlerin değil, ezilenlerin yanında yer aldılar. Daha çocukken tanıdıkları açlık, yoksulluk ve adaletsizlik ile mücadele etmekten hiç vazgeçmediler. Acımasız bir düzenin karşısında yer aldılar. Emperyalizm ve militarizmi yerden yere vurmaktan, her olanakta deşifre etmekten hiç kaçınmadılar. Körfez Savaşı’ndan Irak’ın işgaline dek her büyük saldırıya karşı durdular. Bu nedenle sık sık hapse atıldılar.
Berrigan kardeşler barış için ellerinden geleni yaptılar. Desmond Tutu ve nice başka cesur din adamı gibi dinin ezenlerin aracı olmaktan çıkarılması için müthiş bir mücadele verdiler.
Berrigan kardeşlerin öyküsünü size aktarmak istememin nedeni, tahmin edebileceğiniz üzere, aylardır Türkiye’yi kasıp kavuran savaş. Evet, düpedüz bir savaş. Bir kent kuşatılıp, sıkıyönetim ilan ediliyor. Din adamları çıt çıkarmıyor. Bir hafta evlere su verilmiyor. Ses yok. Keskin nişancılar sivilleri avlıyor. Yine ses yok. Bodrumlarda insanlar toplu olarak yok ediliyor. Çıt yok. Yok, yok, yok…
Peki devletin din adamları hep sessiz mi? Elbette değil. Geçen hafta Ankara Ticaret Odası’nı ziyaret eden Diyanet İşleri Başkanı şöyle demiş: “Küresel güçlerin Osmanlı’yı yok etme planlarının en son halkası Kürtleri Türklerden ayırmaktır. Yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni Anadolu İslam Medeniyetinin bir parçası olmaktan çıkartmak, Kürtleri İslam medeniyetine mensubiyetten uzaklaştırıp başkalaştırmak küresel güçlerin Osmanlıyı yok etme planlarının en son halkasıdır. Bu en son halka son 5 yılda maalesef çokça mesafe almış. Bölgedeki son 5 yılın olumsuz yönde değişim ve dönüşümü Cumhuriyet tarihindeki bütün değişim ve dönüşüm kadardır. Bu medeniyet değerlerine bağlılıkta, aile değerlerine bağlılıkta, ülkeye millete mensubiyette bütün bu açılardan bakıldığında bunların tamamının zayıfladığını görüyoruz. Onun için ben bu ziyaretlerimi sürdüreceğim.”
Başka neler demiş, aktarmak istemiyorum. Onun yerine düşünelim. Berrigan kardeşler ve onlar gibi barış mücadelesi verenler, “Osmanlı’yı yok etme planları” vb. sözler söyleyen din adamlarına neler söylerlerdi…
Evrensel, 7 Mart 2016