Güney Kore’de savaşın hafızasının silinmesine karşı mücadele: Gijichon kadınlarının adalet arayışı – Merve Arkun

Güney Kore’de ‘Gijichon’ (Türkçeye kamp kasabası olarak çevrilebilir) olarak bilinen bölgeler, ABD üsleri çevresinde belirlenmiş ve ABD askerlerine hizmete yönelik seks ticaretinin devlet eliyle planlandığı/uygulandığı bölgeler.

Fotoğraf: Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Merkezi (Maymun Evi), Bosan-dong, Dongducheon. Fotoğraf: Jiyeon Koo, 2021.
Fotoğrafta, doğa tarafından neredeyse sarılmış, terkedilmiş bir bina görülüyor. İki katlı, sararmış ve yıpranmış bir yapı. Üst kattaki pencereler hasarlı, camlar kırık ve yer yer demir parmaklıklar görünüyor. Duvarlar, dış koşulların etkisiyle yer yer soyulmuş ve dökülmüş. Çatı kısmında betonun aşındığı belli oluyor. Bina, yoğun yeşilliklerle çevrili bir alanda, arka planda ise dağlık bir bölge ve koyu bulutlarla kaplı bir gökyüzü dikkat çekiyor. Genel hava karamsar ve izole bir manzara sunuyor.

7 Ekim 2024
Güney Kore’de kadın hakları örgütleri, Dongducheon’daki ‘Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Yönetim Merkezi’nin yıkılmasına karşı mücadele ediyor.
“Özellikle yetişmekte olan nesiller için, savaşın, askeri üslerin zararlı etkileri ile kadının insan hakları ihlalleri arasındaki ilişki bilinmeli. Buna ihtiyacımız var. Burada yaşadıklarımız, bu ihtiyacın en büyük göstergesi.”

Yakın zamanda, Fransa’da, yaşadığı tecavüze karşı mücadelesiyle sembolleşen Gisèle Pélicot’in “Utanç taraf değiştirmeli” sözü, kadın hareketinin kendi gücünü hissettiği ve bu gücü açık yüreklilikle dillendirdiği bir slogana dönüştü.

Pélicot yaşadıklarına karşı verdiği mücadelede birçok kadına ilham verirken, dünyanın başka bir ucunda, Güney Kore’de de, kadınlar, bu kez savaşın yarattığı utancın taraf değiştirmesi için mücadele ediyorlardı.

Savaş Sonrası Kore’de, Gijichon’ların görünmeyen hikâyesi
Güney Kore’de ‘Gijichon’ (Türkçeye kamp kasabası olarak çevrilebilir) olarak bilinen bölgeler, ABD üsleri çevresinde belirlenmiş ve ABD askerlerine hizmete yönelik seks ticaretinin devlet eliyle planlandığı/uygulandığı bölgeler.

Gijichon’lar, Kore Savaşı’nın sona ermesinden sonra 1990’ların başına kadar Güney Kore hükümeti tarafından lisanslanan, ABD ordusu tarafından izlenen, bir milyondan fazla Koreli kadının ABD ordusu askerlerine hizmet etmeye zorlandığı bölgeler.

Bugünlerde, Koreli kadın ve sivil toplum örgütlerinin savaş sonrasında kurulan bu kasabalarda zorla çalıştırılmaya, alıkonulmaya ve hatta kamplarda yaşanan ölümlere karşı verdikleri mücadele, savaşın kadın bedeni ve varoluşu üzerindeki etkisine yönelik oldukça etkileyici deneyimlerden haberdar olmamıza yol açıyor.

Kore Cumhuriyeti’nin Gyeonggi Eyaleti’ndeki Soyo Dağı’nın eteklerinde yer alan ve bu kampların en büyüğü olan Dongducheon’da yapılmak istenen yıkımına karşı Kore’de bugün verilen mücadele, savaşın kadının varoluşuna yönelik saldırısına ve bu süreçte devletin rolüne dair kritik ipuçları veriyor.

1990’larda işletilen altı tesisten sonuncusu olan Dongducheon’da bulunan ve bugün terk edilmiş bir harabe olarak bulunan “Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Yönetim Merkezi”, son birkaç yıldır yıkım riskiyle Kore gündeminde.

Kamplarda cinsel yolla bulaşan hastalıkları azaltmak için ABD’nin baskısı altında kurulan ve işletilen bina yıkılmak, bölgedeki soylulaştırma politikaları kapsamında yok edilmek isteniyor. Binanın yıkımına karşı Kore’de süren mücadele ise, bir yandan savaşın yarattığı travmalarla yüzleşmeyi gündeme taşırken bir yandan da hafızasızlaşmaya karşı önemli bir örnek teşkil ediyor.

Kampların izleri silinerek, kamplarda çalışmaya zorlanan kadınların yaşadıkları travmalar yok sayılmaya, savaş sonrası dönemin hafızasının bir kısmı silinmeye çalışılıyor.

Binada alıkonulan kadınların kurtulmak için pencerelere çıkıp çığlık atmaları sebebiyle hayvanat bahçesindeki maymunlara benzetildiği ve bu yüzden de “Maymun Evi” lakabının verildiği üç katlı bina, bugün mahkûm bırakıldığı viraneliğin içinde aslında sayısız travmayı barındırıyor.

“Soylulaştırma politikasıyla, savaşın hafızası silinmek isteniyor”
29 Eylül 2022 tarihinde Kore Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi, kampların işletilmesinin ABD askerlerinin moralini yükseltmeyi ve döviz elde etmeyi amaçlayan devlet güdümlü şiddet olduğuna ve kamplarda kalan kadınların bu şiddetin kurbanları olduğuna karar vermişti. Mahkeme ayrıca, Kore Cumhuriyeti hükümetinin Gijichon’u işletme ve yönetme bahanesiyle mağdurları uygun tıbbi muayeneler olmaksızın zorla alıkoyarak ve onlara gelişigüzel penisilin enjekte ederek mağdurların onurunu ve insan haklarını ihlal ettiğini belirtmişti.

Ancak son aylarda Soyo Dağı turizm alanını genişletmek, geliştirmek ve bölgedeki soylulaştırma politikaları kapsamında, Dongducheon’da bulunan ‘Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Yönetim Merkezi’ binası yıkılmak isteniyor.

12 Ağustos 2024 tarihinde Kore’den 59 sivil toplum örgütü söz konusu binanın yıkımını engellemek için bir önlem komitesi kurdu. Komite, binanın ‘Kore tarihinin üzerinde düşünmesi gereken acı dolu bir bölümünü sembolize ettiği’ni belirterek, yıkım planının derhal durdurulması çağrısında bulundu.

Ancak, 6 Eylül 2024 tarihinde Dongducheon Belediye Meclisi, Soyo Dağı bölgesine yönelik turizm geliştirme planının bir parçası olarak, binanın yıkımı için 220 milyon Güney Kore Wonu içeren kentin ikinci ek bütçesini belediye meclisinde kabul etti.

Bütçenin onaylanması ile birlikte, özel bir durum olmadığı takdirde Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Yönetim Merkezi binasının yıkımına bugünlerde başlanması bekleniyor.

Dongducheon’da bulunan ‘Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Yönetim Merkezi’nin yıkıma karşı verilen mücadeleyi Solidarity for Women’s Human Rights of U.S. Camptown örgütü temsilcisi Jung-Ae Ahnkim ve verilen bu mücadelenin savaş sonrası travmayı sağaltmaya yönelik etkisini, kamplarda çalışmaya zorlanan ve hayatta kalan Kim bianet için anlattı.

“Maymun Evi’ne götürüyoruz dediler”
Kamplarda geçirdiğiniz süre boyunca yaşadıklarınızı düşündüğünüzde, bu binanın yıkılmak istenmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kim: 21 yaşındayken, bir gece bir arkadaşımla Dongducheon’a giderken, birileri arabamızı durdurup benden sağlık kartımı göstermemi istedi. O zamanlar bir Amerikan askeri ile evliydim, ama bir sağlık kartım yoktu.

Bir kart gösteremediğim için beni bulunduğum araçtan indirip zorla başka bir arabaya bindirdiler. Arabada başka birkaç kadın daha vardı. Nereye gittiğimizi sorduğumda, “Maymun Evi”ne götürüldüğümüzü söylediler. Araba dağlara doğru ilerlemeye devam etti, tüm yolculuk boyunca korku içinde titrediğimi hatırlıyorum.

Vardığımız yer dağların derinliklerinde, üç katlı beton bir binaydı. Oraya vardığımızda geç bir saatti, bu yüzden götürülen tüm kadınlar ikinci kata çıkarıldı ve bize uyumamızı söylediler. Odada sert bir beton zeminde duran eski battaniyeler dışında hiçbir şey yoktu.

Ertesi sabah test için birinci kata indirildim ve cinsel yolla bulaşan hastalık kapmamış olmama rağmen iğne yaptırmaya zorlandım. İğne o kadar çok canımı yaktı ki, bacaklarım uyuştu ve yürüyemedim.

Bize yapılan enjeksiyon, kadınların aşırı doz nedeniyle ölmesine veya bilincini kaybetmesine neden olan 606 numaralı penisilindi.

Bir hemşirenin gözlerimin önünde iğne yaptığı başka bir kadının bayıldığını gördüm. Kadın bir şeyler mırıldanmaya çalışsa da hemşire onu kirli yatağa yatırmaya çalıştı ve bu sırada kadın başını yatağın yanındaki metal ayağa çarptı. Kadının alnı morarmıştı, başından kan akıyordu. Kadın bir süre baygınlık geçirdikten sonra kendine gelse de oradaki görevliler hiçbir şey yapmadan onu orada öylece bırakıp gittiler.

Deneyimli kişilere göre, 606 numaralı penisilini almak gebelik için büyük bir engel ya da gebe kalınsa bile çok yüksek bir düşük riski demekti.

Bir hafta boyunca, bu binada mahsur kaldım. Bizi bu binaya maymunlar gibi kilitlediler, özgürlüğümüzden mahrum bıraktılar ve korkunç iğneler yaptılar. Eşimin beni ziyaret etmesine bile izin vermediler. Bizi muayene eden doktorlar ve hemşireler, tüm süreç boyunca bize küçümseyerek baktılar. Bu, gerçekten utanç vericiydi.

Bu bina, devletin bizi hapsetmesinin, zorla sağlık testlerine tabi tutulmamızın, bizi öldürebilecek enjeksiyonlara maruz kaldığımızın ve söylediklerimizin yalan olmadığının kanıtıdır.

Bina yok olduğunda, kanıtlar da yok olur. Buraya baktığımızda canımız gerçekten çok acıyor. Ama bu bina, gelecek nesillere gösterilmesi ve aynı şeylerin bir daha yaşanmaması için bırakılmalı, yıkılmamalı. Binayı görmek korkunç bir şey ama insan hakları ihlallerine ve şiddete maruz kaldığımız tarihi yerleri korumalıyız. Bu alanlar, gelecek nesillerin bizim yaşadıklarımızı bilmesi ve hatırlaması için bir alan olarak bırakılmalıdır.

Dongducheon’daki binanın yıkılması için verilen mücadelede gelinen aşama nedir? Yıkımla ilgili devam eden mücadelenize yerel yönetimin ve hükümetin tepkisi ne oldu?

Kim: Yerel yönetim, “kalkınma” mantığıyla hareket ediyor. Bu yüzden de binanın yıkılmaması için en ufak bir işbirliğine bile sıcak bakmıyorlar. Ne yazık ki yerel yönetimlerin bu yıkımın gerçekleşmesi için her şeyi yapabileceğini düşünüyorum. Ama biz, ne olursa olsun, sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Jung-Ae Ahnkim: Ne yazık ki yıkım çok yakın görünüyor. Binanın, Ekim ayının ikinci haftasında yıkılması planlanıyor. Yıkım şirketi tüm prosedürel işlemleri tamamladı. Bu aşamada, maalesef, yerel yönetimler de yıkım süresinin tamamlanmasına dair niyetlerini açıkça ifade ediyor. Merkezi hükümet ise bu konuda oldukça yetersiz bir tutum sergiliyor; yıkıma dair sessiz…

Sizce bu yıkımı durdurmak neden önemli? Bu bina Kore’nin savaş sonrası tarihine ve bu tarihle yüzleşme sürecine nasıl katkıda bulunuyor?

Jung-Ae Ahnkim: Bu bina, Güney Kore hükümeti ve Güney Kore’deki ABD ordusu işbirliğiyle, ABD askerleri tarafından kamp kasabalarındaki kadınlara yönelik işlenen sayısız insan hakları ihlallerinin yeri ve kanıtı aslında. Kore Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi ‘nin 29 Eylül 2022’de Güney Kore hükümetinin şiddetten sorumlu olduğuna dair verdiği karar, bunun en büyük ispatı.

Bu binanın, bir kadın, barış ve insan hakları müzesi haline getirilmesi gerekiyor. Yıkılması değil. Kamplarda kalan kadınların yaşadığı insan hakları ihlallerine ilişkin materyallerin arşivlenmesi ve sergilenmesiyle, aslında bu hafıza korunmak isteniyor.

Gelecekte aynı şeylerin yaşanmaması ve yetişmekte olan neslin Kore tarihinde yok sayılamayacak bu gerçekliğe dair eğitilmesi için, bu binanın aynı zamanda bir eğitim mekânı olarak kullanılması sağlanmalıdır.

“Utancın simgesi bu bina”

*Jung-Ae Ahnkim

Yerel halk planlanan yıkıma nasıl tepki veriyor? Yıkımın bölgeyi turistik bir cazibe merkezine dönüştüreceğini düşünüyorlar mı? Yoksa binanın ve hatırasının korunması gerektiğine mi inanıyorlar?

Jung-Ae Ahnkim: ABD ordusundaki görevli askerlere yönelik dükkanlar işleten esnaflar, bölgede hala genelev işleten kişiler ve arazi sahipleri, bu binanın eski ve utanç verici bir tarihe dair olduğunu söylüyorlar. Ve bu yüzden de binanın yıkılması gerektiğini; belediyenin kalkınma mantığına göre çevrenin bir ‘turizm merkezi’ haline getirilmesinin makul olduğunu savunuyorlar. Ama buna karşın, bölgede yaşayan birçok vatandaş da geçmişe dair utancın simgesi olan bu binanın korunması gerektiğini düşünüyor.

Uluslararası kamuoyu, sivil toplum örgütleri ve medya mücadelenize nasıl katkıda bulunabilir?

Kim: Nerede olursanız olsun, lütfen bu kamplar, bizim deneyimlediklerimiz ve yöneticilerin yaşadığımız acılar karşısındaki kayıtsızlığını konuşun. Bunu, daha fazla insanın duymasına yardımcı olun. Özellikle yetişmekte olan nesiller için, savaşın, askeri üslerin zararlı etkileri ile kadının insan hakları ihlalleri arasındaki ilişki bilinmeli. Buna ihtiyacımız var. Burada yaşadıklarımız, bu ihtiyacın en büyük göstergesi. Burada yaşadığımız savaş, kamplarda deneyimlediğimiz her şey, doğrudan militarizmle ilişkili.

Jung-Ae Ahnkim: Çok sayıda uluslararası kuruluş yıkıma karşı çıkan açıklamalar gönderdi. Bu açıklamaların mümkün olduğu kadar farklı yerde yayınlanması, bölgede yürüttüğümüz mücadeleye dair haberler ve bunun gibi röportajların mücadelemize katkısının önemli olduğunu düşünüyorum.

Kaynak: Bianet

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org