Kendi iç barışını sağlamamış ülkelerin geleceği olmaz (Fehim Taştekin’le söyleşi)

Türkiye sorunları dış mihraklara bağlayarak onlarca yıldır çözümden kaçıyor. Aynı kısır döngüyü tekrarlarken toplumun geniş katmanlarını, medyayı ve bütün resmi ve sivil kurumları bu lanet savaşçı nakarata ortak ediyor.

Fehim Taştekin: İdlib’de ilginç gelişmelerin arifesindeyiz!

Ergun Babahan
2018-12-09
Türkiye bir yandan Amerika ile işbirliği içinde Suudi Prensi Bin Selman’ı dövmeye, diğer yandan da Ruslarla işbirliği içinde Kürtleri halletmeye çalışıyor. Başkan Trump, Suudi Prense sahip çıkıyor.

Prens kendisini yaralayan ama öldürmeyen bu süreçten başarılı çıkabilir mi? Bunun Türkiye ve bölge politikaları için anlam ve sonuçları ne olur?

Öte yandan İdlib’ten gelen haberler Ankara açısından çok iç açıcı değil. AKP ise Kürtlere yönelik baskı politikasını kesintisiz sürdürüyor. Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in barış sürecindeki rollerinden dolayı hapis cezasına çarptırılması bunun son örneği oldu. Fehim Taştekin ile bu gelişmeleri konuştuk…

Hazine Bakanı Berat Albayrak ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Washington’da Michael Flynn ile Fethullah Gülen’in kaçırılması konusunu görüştüğü iddiası epeydir gündemdeydi. Şimdi Özel Yetkili Savcı Mueller’in bu iddiaları Flynn’in itirafları sonucu bir iddianameye dönüştürdüğü düşünülüyor.

İddianamenin önemli bir bölümü kısıtlı olduğu için sadece Flynn’in Türkiye hükümeti adına lobicilik faaliyeti yapıp bunu gizlemesi mi, yoksa bu tip planların da mı kapsam dâhilinde olduğu henüz kesin değil. Böyle bir durum olursa, sence sonuçları ne olur?

Bu soruşturmaların Kongre’de nasıl ele alınacağı yani siyasi boyutu önemli. Kongre’nin asıl duyarlılık gösterdiği alan Rusya’nın Amerikan seçimlerine dahli. Bu soruşturmalarda Türkiye’ye dokunan kısımlar Ankara üzerinde kurulmakta olan baskı mekanizmasını güçlendirebilir.

Türkiye’nin adam kaçırma suçlamasıyla karşı karşıya kalması belki mahkeme sürecinde ciddi sonuçlar doğurmayabilir. Gülen meselesi başlı başına Türkiye’nin başını derde sokacak ağırlıkta olmayabilir. Fakat Kongre’de hâlihazırda üzerinde durulan Türkiye dosyasına yeni bir başlık daha eklenmiş olacaktır.

Türkiye’nin Rusya ile savunma alanında S-400 alımıyla ortaklık geliştirmesi birincil mesele. İran’la yaptırımların Halkbank üzerinden delinmiş olması ikinci mesele. F-35 projesiyle ilgili çıkarılan tasarıda olduğu gibi Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yarayacak dosya adam kaçırma suçlamasıyla kabaracak. Tabir caizse Ankara yeniden Washington’ın çizgisine gelinceye kadar Türkiye aleyhine karar tasarılarına şahit olabiliriz.

İdlib’te neler yaşanıyor? Türkiye, Rusya’ya verdiği sözü tutabilecek mi, yoksa orada başka gelişmelere tanıklık edebilir miyiz?

Türkiye verdiği sözü tutamadı. Fakat Rusya plan yürümüyor diye ortalığı ayağa kaldırmak istemedi. Şimdi Türkiye’yi kalan işi tamamlamaya dönük yeni bir sürece çekmek için müzakere masası kuruluyor. Tampon bölge için sorun çıkaran grupları pasifize etmeye dönük müttefik saha unsurlarının yani Ankara’nın kanatları altındaki milis güçlerinin kullanıldığına tanık oluyoruz.

Yani Türkiye kendi askeri unsurlarıyla Heyet Tahrir el Şam gibi örgütlere müdahale etmiyor ama desteklediği gruplar üzerinden plana uymayan grupları hizaya getirmeye çalışıyor. Bundan sonuç almaları kolay değil. Geçmişte HTŞ ile her kapıştıklarında birkaç köy-kasaba kaybettiler. Tabii TSK doğrudan işin içine girerse durum değişir. Ankara henüz bunu yapmak istemiyor.

Rusya ise Türkiye’yi operasyondan başka seçenek olmadığını kabul edeceği çizgiye doğru sürüklüyor. Sahada ilginç gelişmelerin arifesindeyiz; Türkiye’nin, Suriye ordusunu sınırlara yaklaştırmayan mevcut politikasını sürdürmesini zorlaştıracak yeni dinamikler gelişiyor. Bunlardan biri bölgede Türkiye-Katar eksenine rakip çıkan Suud-Emirlikler ekseninin Şam’la yeniden barışarak Ankara’nın hesaplarını bozma ve elini zayıflatma ihtimalidir.

Bir süredir Şam’a giden heyetler bunun pazarlıklarını yapıyor. Hesap Suriye’yle yeniden diplomatik ilişkileri tesis edip yeniden inşa sürecine dâhil olarak İran’ın etkisini kesmek ve Türkiye’nin oynamak istediği oyunu zorlaştırmak. Türkiye önümüzdeki süreçte Rusya’nın çözüm planına mahkûm kalabilir.

Senato’nun devreye girmesi Kaşıkçı cinayetinde Prens Selman’ın başını ağrıtacak gibi görünse de dünya liderlerinin Prense destek verme konusunda hemfikir olduğu görülüyor. Erdoğan, Prensi yaraladı ama düşüremedi. Bunun bölge politikaları ve iki ülke ilişkilerine etkisi sence ne olur?

G20 zirvesi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın uluslararası alandaki meşruiyet krizine son veren bir seremoniye dönüştü. Devletlerarası çıkarlar Ebu Minşar (Testere Babası) lakabı alan prensin tecrit edilmesini önledi. Türk basını Muhammed Bin Selman’ın aile fotoğrafındaki yalnızlığından hareketle kimseden yüz göremediği sonucunu çıkartıyor.

Hâlbuki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kadar ikili görüşme gerçekleştirdi. ABD, Çin, Rusya, Britanya, Fransa, Hindistan, Arjantin, Güney Kore, Meksika liderleri ve Endonezya Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile görüştü. Almanya Başbakanı ile ayaküstü sohbet etti.

Aslında insani ve siyasi değerler açısından trajik bir durum. Türkiye’nin Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tuttuğu kişiyi tecrit etme çabası işe yaramadı. Elbette henüz Riyad açısından tam badire atlatılmış diyemeyiz, nitekim Amerikan Kongresi’nde bu konu ciddiyet kazanmaya başladı.

Fakat bu minvalde Muhammed bin Selman tüm tehlikeleri atlatırsa Türkiye’nin karşısındaki blokajın büyüme ihtimali var. Suudi-Emirlikler ikilisi Suriye, Irak, Lübnan, Mısır, Tunus, Libya hatta Pakistan ve Malezya gibi pek çok yerde Türkiye’nin önünün kesen bir pozisyon alabilir. İki kamp arasında rekabet keskinleşebilir. Ankara bunu görmüş olmalı ki Suudi Arabistan’ı hedef almak yerine Birleşik Arap Emirlikleri’ni sorunun ana kaynağı olarak gösterme eğilimi sergiliyor.

Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in barış sürecindeki rolleri nedeniyle hapse mahkûm olmaları Türkiye’nin Kürt politikası ve yakın geleceği açısından bize ne anlatıyor?

Kırılgan da olsa tarafların görüşerek sorunu çözme konusunda sahip oldukları yegâne zemin çökertildi. Aslında öngörülen bir şeydi. Devletin onayıyla Kandil-İmralı arasında mekik dokuyan heyetin yarın suçlu muamelesi görebileceğini birçok kişi öngörüyordu. Demirtaş ve Sırrı Süreyya dâhil. Bu riski bile bile aldılar.

Bugün hapse atılanların suçlandıkları her şey devletin izni ve onayıyla gerçekleşmiş şeylerdir. Devlet kendi sürecine ve kendi sözüne ihanet etmiştir. Akıllı düşmanlar, konuşabilecekleri kanalları yok etmez. Barış süreci, AKP’nin özünde, derinliklerinde olan bir süreç değildi.

AKP’nin özündeki devletçi, milliyetçi, mukaddesatçı damar kendi şansını deniyor. AKP’nin devletçiliği, merkeziyetçiliği Cumhuriyeti uzun atlayıp kendini sultanlığa mıhlayan bir devletçilik. MHP ile ortaklıkları belki mecburiyetten ama yola ilk çıktıklarında içeride ve dışarıda kabul görmek için sonradan giydirilmiş misyonların, emanet giysilerin özün parçası olduğu zannedildi. Öyle değildi.

AKP kendi özündeki çözümü dayattı. Kayyumlar bunun uzantısı. Aynı dil ve yöntemle yerel seçimlere giderken Kürt sorununda ‘yalancıktan’ bazı girişimler dışında bir açılım beklenemez. En basitinden Tahir Elçi’nin katilini korumayı sürdüren bir iktidardan bir şey beklenemez.

Sonuç olarak Sırrı Süreyya gibi halklar arasında kalbin kalbe baktığı anları yakalayabilen, herkesin hürmetle dinleyebileceği hikâyeleri olan, sözünü aziz bilmiş insanlar maalesef ki fazla yok. Bu insanlar demir parmaklıkların ardına gönderilirken ümitvar olabilmek zor. Doğrusu insanın yüreğine taş gibi oturuyor. Barış kelimesinin ve barış elçilerinin bu kadar horlandığı, tepelendiği, şeytanileştirildiği ve zulmedildiği başka bir dönem bilmiyorum.

Ekonomisi kırılgan, toplumsal yapısı parçalı, gergin bir Türkiye içeride ve dışarıda Kürtlere karşı bu savaşı ne kadar sürdürebilir ve bu politikanın bedelleri sence ne olur?

Hep söyleriz; kendi iç barışını sağlamamış ülkelerin geleceği olmaz. Türkiye sorunları dış mihraklara bağlayarak onlarca yıldır çözümden kaçıyor. Aynı kısır döngüyü tekrarlarken toplumun geniş katmanlarını, medyayı ve bütün resmi ve sivil kurumları bu lanet savaşçı nakarata ortak ediyor. Ciddi bir iç zehirlenme var. Bu dış ilişkileri de zehirliyor.

Çözümsüzlüğün beraberinde işleyen tehlikeli bir dönüşüm bütün toplumsal ve siyasal katmanlarda yayılıyor. Bu süreç Türkiye’nin entelektüel kapasitesini yok ediyor, üniversitelerini kadükleştiriyor, bürokrasisini robota çeviriyor, medyasını ucubeleştiriyor. Her alanda bellek kaybı var.

Bu gidişatla bir gelecek inşa edilebilir mi? Bu zemin üzerinden sağlıklı bir dış ilişkiler ağı geliştirilebilir mi? Mümkün değil. Ancak iç bütünlüğünü ve barışını sağlamış bir Türkiye dışarıda iddiası olan, itibar gören, cazibesini konuşturan bir ülke haline gelebilir. Acı olan şey dışarıda giderek parya muamelesi görüyor. Pasaportumuz değersizleşiyor. Bu çok önemli bir göstergedir.

Kaynak: AHVAL

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org