Devlet Koalisyonu ülkeyi savaşa sürüklüyor
17 ocak 2018
Efrin’e saldırı Suriye’de yeni bir savaş ve şiddet dalgasının başlamasına neden olur. Ve bu dalga Türkiye’yi de vurur. Bu savaş kışkırtıcılığına bütün gücümüzle karşı çıkalım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, günlerdir Efrin’e ve Kürtlerin bulunduğu neredeyse bütün Kuzey Suriye bölgelerine karşı savaş tehditleri savuruyor.
Erdoğan’ın sustuğu zamanlar koalisyonun ‘devlet ayağı’ Bahçeli, bu sefer ortağından daha haşin söylemlerle ortaya çıkıyor.
“Sınırların ötesine geçip Kürtlerle savaşalım ve hepsini yok edelim” çağrısı yapıyor.
Çok ilginçtir. Ülke zaten bir savaş atmosferindeydi ve savaş söylemleri eksik değildi ama son AKP-MHP mutabakatından sonra bu söylemler savaş tehditlerine dönüştü.
Ülkede adeta topyekûn savaş havası var. Saray broşürleri ve kalemşörleri savaş türküleri söyleyip savaş kışkırtıcılığını en üst perdeden sürdürüyor.
AKP-Devlet koalisyonunun aslında bir savaş koalisyonu olduğu gün gibi ortaya çıktı. Suriye’nin kuzeyinde başta Kürtler olmak üzere yaşayan halkların, kendilerini savunmak ve geleceklerini kurmak amaçlı örgütlenmeleri Türkiye’nin bekası için bir tehdit olarak kabul ediliyor.
Bu nedenle, o bölgelerden Türkiye’ye yönelik en ufak bir tehdit, kışkırtma ya da saldırı söz konusu olmadığı halde başta Efrin olmak üzere Kürtlerin yaşadığı bölgelere savaş ilan ediliyor.
Tabii ki mesele saldırı, kışkırtma vb. şeyler değil.
Doğrudan sınırların ötesinde yaşayan Kürtler ve onlarla birlikte hareket eden halklar, gruplar bir tehdit olarak görülüp hedef olarak ilan edilmiş bir kere.
Savaş tehditlerinin nedeni bu.
Türkiye’de de PKK’ye, DBP’ye, HDP’ye ve Kürtlerle birlikte hareket eden bileşenlere karşı iki yıldır ilan edilen savaş her alanda devam ediyor. Devlet koalisyonu, devletin bütün olanaklarıyla sürdürdüğü bu kirli savaşa rağmen Kürtlere ve onların destekçisi demokrasi güçlerine diz çöktüremedi.
Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin başarıları ve oluşturdukları yaşam modelleri Türkiye’deki Kürtler ve onların destekçilerine büyük moral kazandırıyor. Direniş için onlara güç veriyor.
İşte Devlet Koalisyonu biraz da bu nedenle Suriye’deki Kürtlere ve onlarla birlikte hareket eden halklara karşı savaş politikası uyguluyor.
Türkiye’deki direnişi kırmak için Suriye’deki özgürlük hareketini yok etmeyi amaçlıyor.
Erdoğan ve AKP-MHP Koalisyonunun sözcüleri, bu nedenle “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyorlar. Ama o gece bir türlü gelmiyor.
İyi ki de gelmiyor. İyi ki, Erdoğan’ın ve ondan eksik kalmayan ortağı Bahçeli’nin çağrıları şimdilik boş bir tehdit olarak havada yankılanıyor (En azından şimdilik diyelim).
Çünkü bu tehdidin gerçeğe dönüşmesi, savaş demek. Ve bu savaş, Türkiye’nin Cerabulus-Azez-Bab üçgeninde giriştiği Fırat Kalkanı operasyonuna benzemeyecek. Sadece sınırların ötesine değil, sınırların içine de sirayet edecek büyük bir yangının başlaması anlamına geliyor.
SAVAŞIN TEMEL NEDENİ KÜRTLERİN VARLIĞI
Aslında savaş tehlikesi ne zamandır kapıda.
Çünkü Türkiye, Kobanê savaşından bu yana, Kürtlerin ve Demokratik Suriye Güçlerinin IŞİD’e karşı her kazanımını kendi bekası için bir tehdit olarak görüyor. Özellikle de Suriye’nin kuzey batısında yer alan, Türkiye sınırının doğu ve güneyindeki Efrin Kantonu Türkiye’nin baş hedefi durumunda.
Türkiye Efrin’i, doğudaki diğer Kürt kantonlarıyla birleşerek bir Kürt Koridoru oluşturma tehlikesi nedeniyle daha önce de işgal etmek istedi. Ama Rusya ve Şam rejimi buna karşı çıktığı için bir şey yapamadı.
Ancak Doğu Halep’teki cihatçıların bölgeden çıkartılmasını sağladığı için karşılığında Rusya ve Şam yönetiminin izni ile Cerabulus-Azez-Bab bölgesini işgal ederek kantonlar arasındaki bağlantıyı kesmiş oldu.
Fakat Türkiye, bununla yetinmedi. Çünkü Efrin’le diğer Kürt kantonları arasındaki bağlantı güneyden açılan bir koridor sayesinde devam ediyordu.
Bu sefer de Türkiye, Rusya’nın önderliğinde başlatılan Astana süreciyle İdlib’de toplanan El Kaideci kökenli cihatçıların temizlenmesi görevini üstlendi. Buna karşılık Efrin’i işgal edebileceğini sandı. Ya da bu hizmeti karşılığında kendisine Efrin’i işgal etme izni verileceğini hesap etti.
Öte yandan Türkiye, hiçbir zaman cihatçılara karşı bir operasyondan yana olmadı. Bu örgütleri hep korudu ve kolladı. Bu nedenle Astana süreciyle kendisine verilen görevi yerine getirmek yerine Efrin’i kuşatmaya yönelik faaliyetlerine devam etti. Çatışmasızlık bölgelerinde değil Efrin’in civarında gözetleme noktaları oluşturdu.
Aklı fikri Efrin’deydi. Efrin’i işgal etme hesapları içindeydi.
RUS ASKERLERİ VARKEN OPERASYON OLABİLİR Mİ?
Ancak geçtiğimiz ay Rusya ve rejim güçleri Türkiye’nin bu işi yapmaya niyetinin olmadığını kesin olarak anlayarak İdlib’deki cihatçılara ve Türkiye’nin kontrol ettiği güya ılımlı unsurlara yönelik operasyonlara başladılar.
Bunun üzerine Erdoğan da Efrin’e ilişkin niyetlerini yeniden ve bu sefer aleni bir şekilde gündeme getirerek tehditlerine devam etti.
Erdoğan’ın tehditleri sonrasında Türkiye Efrin’e doğru topçu atışlarına başladı.
Bugünlerde de savaş gerginliği sürekli tırmandırılıyor. Türkiye’nin sınıra yönelik askeri yığınağı da giderek artıyor.
Erdoğan’ın tehditleri bölgenin farklı yerlerinde Kürt savaşçılarla ya da Suriye Demokratik Güçleriyle birarada olan ABD askerlerini de kapsıyor. Erdoğan, Kürtlerin bulunduğu yerlerden çekilmezlerse ABD askerlerinin de hedef alınacaklarını açıkça söyledi.
Türkiye, Erdoğan’ın ağzından bu sert açıklamaları yapar, tehditler savururken ABD de Savunma Bakanlığı’nın açıklamasıyla adeta Türkiye’yi şoka soktu.
Pentagon, Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda YPG unsurlarıyla 30 bin kişilik bir sınır koruma gücü oluşturacaklarını ve bunun için eğitim vereceklerini açıkladı.
Bu açıklama üzerine adeta çileden çıkan Saray broşürleri, yandaş kalemler ABD’yi terör destekçisi olarak suçlarken Türkiye’nin ilk defa ABD güçlerine kafa tuttuğunu ve Efrin’e yönelecek saldırıda ABD’nin hesaba katılmayacağını yazdılar.
Erdoğan da dünkü açıklamalarında bu konuda Başkan Trump’ı aramayacağını ama Putin’le görüşmelerinin sürdüğünü belirtiyor. Efrin için Rusya’nın yeşil ışık yakmasını bekliyorlarmış gibi bir durum söz konusu.
Aslında Efrin’de bazı karakollarda Rus askerleri gözlemci olarak bulunuyor. Onlar o bölgede bulunmaya devam ettiği sürece de Türkiye’nin Efrin’e müdahale etmesi beklenmiyor.
O nedenle Erdoğan, “Putinle görüşmelerimiz devam ediyor” diyor.
Erdoğan ve Saray broşürleri günlerdir Efrin’e ve diğer Kürt bölgelerine her an girileceğinden söz ediyor. O bölgelerin yerle bir edileceğini, karşı çıkanların yok edileceğini duyuruyorlar, ama ortada ilginç bir durum var.
Şimdiye kadar hiçbir istila hareketi ya da savaş böylesine ilan edilerek başlatılmış değil. Erdoğan ise sürekli, “Göreceksiniz, hepsinin hesabını göreceğiz” yollu tehditlerini sürdürüyor.
Belli ki yüksek perdeden tehditler savurarak bir yandan iç politika tribünlerine oynuyor. Bir yandan da Rusya’yı etkileyerek savaş için yeşil ışık yakmasını sağlamaya çalışıyor.
Tabii geri planda iki amacı daha var:
Birincisi İdlib’deki cihatçılar ve kendi kontrolündeki örgütlere yönelik baskının azaltılmasını sağlamak. Onları yok olmaktan kurtarmak. Görünüşte bunu yeni bir göç dalgası olmasın diye istiyor.
İkincisi de Ocak ayının 29-30’unda Suriye’nin yeniden yapılandırılması için toplanacak Suriye Ulusal Diyalog Konferansı’nı sabote etmek. En azından ertelenmesini sağlayarak bu sayede İdlib’de sıkışan cihatçı örgütlere yardımcı olmak.
TÜRKİYE KÜRTLERİ KABUL ETMEK ZORUNDA KALDI
Konferansa katılması beklenen Kürt delegeler konusunda da Türkiye iyice köşeye sıkışmış durumda.
Rusya’nın Soçi kentinde 1500 delegenin katılımı ile yapılacak olan Suriye Ulusal Diyalog Konferansı’nda Ankara PYD ve SDG’nin katılmasını veto etse de Rusların bulduğu ara çözümü kabul etmek zorunda kaldı.
Bu formüle göre, konferansa bölgedeki tüm etnik ve siyasi bileşenler bağımsız kimlikleriyle katılacak. Türkiye ve İran’ın itirazları nedeniyle PYD, YPG ve YPJ’den kimse davet edilmeyecek ama bölgeden bir kısmı akademisyen, çok sayıda Kürt temsilci toplantıya katılacak.
Nitekim PYD eski Eş Başkanı ve TEV-DEM (Demokratik Halk Hareketi) Diplomasi Komitesi üyesi Salih Müslim de Rojava’dan kongreye gidecek isimlerin Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu adına katılacağını açıkladı.
TEV-DEM Başkanı Aldar Halil de Soçi toplantısına resmen davet edildiklerini söyledi.
Bütün bu gelişmelere bakıldığında Türkiye’nin PYD-SDG toplantıya katılmasın itirazlarının pek bir anlam taşımadığı, Kürtlerin gerçek temsilcileri aracılığı ile toplantıda temsil edilecekleri ortaya çıkıyor.
Kuşkusuz Türkiye, bu nedenle de konferansın toplanmasına pek sıcak bakmıyor ve açıkça dillendirmese de ertelenmesini tercih ediyor.
Netice olarak durum vahim.
Rusya’dan Türkiye’nin girişeceği bir harekata şimdilik yeşil ışık yanmadığı anlaşılıyor ama buna rağmen Türkiye harekete geçebilir. Erdoğan-Bahçeli devlet koalisyonu güç kullanarak fiili bir durum yaratmak isteyebilir.
Durum aynı zamanda çok kritik.
Çünkü Efrin’deki direniş güçleri de ne zamandır hazırlıklı bekliyor. Bir saldırı karşısında direneceklerini açıkladılar.
Böyle bir saldırı Suriye’de yeni bir savaş ve şiddet dalgasının başlamasına neden olur. Ve bu şiddet dalgası kaçınılmaz olarak Türkiye’yi de vurur.
Bu nedenle bu savaş koalisyonunun savaş tehditlerine ve savaş kışkırtıcılığına bütün gücümüzle karşı çıkalım.
Kaynak: Artı Gerçek
**
Afrin’e müdahale yerine etkin diplomasi – Aydın Selcen