Savaş karşıtlığı sırtüstü yatmak değil – Tarihin Belleği
Keşke birkaç hafta daha yaşayabilseydi… İki korkunç savaşa bir çocuk bir de torun kaptırmış olan Kathe Kollwitz, 22 Nisan 1945’te Dresden’de hayata gözlerini yumduğunda, artık Kızıl Ordu, Berlin sokaklarında dövüşüyor ve kısa süre sonra Reichstag’ın tepesine dikilecek olan kızıl bayrak elden ele aktarılıyordu. Olmadı ama. Göremedi bütün bunları… Bir zafer resmi yapamadan ayrıldı aramızdan…
Çekirdekten yetişmek İnsanlık tarihinin en korkunç döneminde yaşamak talihsizliğine uğramış olan büyük ressam, sosyalist, feminist Kathe Kollwitz, 8 Temmuz 1867’de Königsberg’de doğdu. Ailesi zaten sosyalistti ve özellikle babası hayli ilginç bir adamdı. Kathe ve kardeşlerini o zamanın anlayışına göre çok serbest yetiştirmiş, özellikle kızının sanatçı yönünü desteklemişti. Daha on üç yaşındayken Königsberg’de bir bakır işlemecisinin yanında ders almasını sağlayan da, daha sonra onu Berlin’e yollayıp birçok ressam ve gravür sanatçısı ile tanışmasına önayak olan da oydu.
Kathe, kardeşinin bir arkadaşı olan tıp öğrencisi Karl Kollwitz’e âşık olup 1891’de evlendiklerinde, baba, hayal kırıklığına uğramıştı adeta. Kızına “İki işi birden yapamazsın. Onun için, seçtiğin işi tam olarak yap” demekteydi. Kathe, ikisini birlikte yürüttü. Ama büyük zorluklarla… 1892’de oğlu Hans, 1896’da ikinci oğlu Peter dünyaya gelir. Sanatçı kimliğini korumakta kararlı olsa da artık iki çocuklu bir kadındır ve günlüklerinde sık sık bunun yarattığı cehennemden söz eder.
Sanatın sorumluluğu
Bu arada, Karl’ın bir emekçi mahallesindeki muayenehanesinde yaşadıkları, gördükleri, özellikle yoksul kadınların yaşamını daha iyi anlamasına neden olmaktadır. Käthe Kollwitz tarafsız bir aydın, “bağımsız” bir ressam değildir. Büyükbabasının “yetenekli olmak insana sorumluluk yükler” sözlerini aklından çıkarmayan sanatçı, bütün yaşamı boyunca hep açlık çekenlerin, ezilmişlerin, horlananların yanında olacaktır. Tam bu sıralarda, 1898’de Silezyalı dokuma işçilerinin başkaldırışını konu alan Dokumacıların İsyanı adlı bir dizi oymabaskıyı sergilediğinde, büyük bir etki yaratır. Sergiden İmparator II. Wilhelm de etkilenmiştir ama tersinden! Wilhelm, onu “kaldırım sanatçısı” olarak adlandırarak Kathe’ye verilmek istenen madalyayı bizzat engellemişti. Bir sonraki dizinin konusu ise ‘Köylü Savaşı’dır ve onunla da ödüller kazanır.
Ekilecek tohumlar…
Ama sonra, savaş yılları gelir. 1914’te Birinci Dünya Savaşı patladığında küçük oğlu Peter’in o günlerin atmosferinde savaşa gitmesini engelleyemez. Peter, Flanders’de ilk gününde ‘şehit’ olur! Bu korkunç acı Kathe’nin yakasını hiç bırakmaz. Ölüm haberiyle birlikte bir iç hesaplaşma başlamıştır, artık bütün resimlerinde hep aynı acı vardır. “Hepimiz ihanete uğradık. Milyonlarca genç ve Peter da ihanete uğradı. Bu nedenle sakin olamam. İçim karmakarışık ve fırtınalı” demektedir güncesinde.
1918’de savaşın bitmesinden önce gençleri savaşa çağıranlara karşı yayınladığı makalesinde, “Bu dört yıl içinde çok şeyler öğrenildi. Şeref kavramı bakımından da… Yeterince insan öldü! Artık kimse şehit olmamalı!” diyerek, Goethe’nin “Ekilecek tohumluklar, öğütülmemeli” sözlerini hatırlatıyordu. Daha sonra da hep savaş karşıtı olmayı sürdürdü. “Pasifizm sırtüstü yatıp bakmak değildir, tam tersi bir iştir, zor bir iş” diyordu.
1919’da Prusya Güzel Sanatlar Akademisi’ne üye olarak profesör unvanını aldığında, geleceğin Nazileri homurdandılar biraz ama pek bir şey yapamadılar. Ama Almanya bir kez daha uçuruma doğru gitmektedir ve durum zorlaşmaktadır. 1933’te akademiden çıkarılarak konferans vermesi, sergi açması yasaklanır. Bu arada 1931’de tamamladığı Matemdeki Ebeveynler adlı eseri büyük tepki çeker. Naziler, onun için ‘Pislik Ressamı’ tanımını uygun görmüşlerdir!
Bu kez torun acısı!
Ve ne trajiktir ki, bu kez de büyük oğlu Hans’ın adı yine Peter olan oğlu, 1942’de savaşta ölür. Berlin’i terk eden Kathe, artık iyice yıkılmıştır. Sığındığı küçük bir yerleşim biriminde 1945’e kadar yaşamını sürdürür. Ölümünden hemen önce torunu Jutta’ya şöyle söyler: “Günün birinde yeni bir ideal ortaya çıkacak ve tüm savaşlar sona erecek. Bu inançla ölüyorum. Belki zorlu bir uğraş olacak ama başarılacak.” Sonuçta, savaş manyakları hiç sevmedi onu! İmparator II. Wilhelm de, Adolf Hitler de… Biri ‘savaş suçlusu’ olarak ülkesini terk etti, diğeri ise son sığınağında kendini öldürdü. Arkalarında bıraktıkları, gözyaşından başka bir şey değildi. Kathe ise işte o gözyaşının ve o gözyaşından doğan isyanın ressamıydı ve hâlâ yaşamaya devam ediyor.