Sürdürülebilir silah sanayiinin çok uzağındayız
Türk silah sanayiinin, ‘kendi kendine yeterli hale gelmesi’ söylemi, iktidarın seçim kampanyalarında kullandığı propaganda araçları arasında önemli yer tutar oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu, her seçim kampanyasında, 2023 yılına hazır olacak şekilde ilk savaş uçağının yerli imkanlarla üretileceği ‘müjdesini’ halka verir oldular, örneğin. Bu ülkede, milliyetçilik, millilik söylemi, karın doyurmasa da hep prim yapar olduğundan MHP lideri Bahçeli de hafta sonu açıkladığı seçim bildirgesinde, geleneksel millilik vurgusunu savunma sanayii alanına taşıdı. “Milli yazılım sistemi geliştirilecek”, “Milli uzay kurumu kurulacak.” dedi. Aslında şu anda milli yazılım üzerinde zaten çalışılıyor, keza milli uzay ajansı kurumu da oluşturuldu. Ne var ki, Türkiye çok geriden geliyor. Güney Kore, İspanya gibi Türkiye ölçeğindeki ülkeler dahi, milli olması gereken silah sistemlerini çoktan geliştirdiler hatta Türkiye’ye de satıyorlar.
Önemli olan, milleti, ‘silahlarımız milli olacak’ gibisinden içi doldurulmayan söylemlerle gaza getirip, aldatmak olmamalı. Geçenlerde bindiğim taksinin şoförü, yolda ilerlerken iktidarın, ‘Milli savaş uçağı yapacağız’ yazılı pankartını gösterip, ‘Savaş uçağımızı yapacağız.’ diyordu böbürlenerek. Ama adam bilmiyor ki bu savaş uçağının yapımının maliyeti milyar dolarları bulacak hem de ödediği vergilerden finanse edilerek. Sonuçta, ihracat şansı dolayısıyla ekonomik getirisi belki de hiç olmayacak, hangarlarda çürüyecek bir projenin hayata geçirilmekte olduğunun bilincinde değil bu taksi şoförü ve onun gibi milyonlarcası.
Türkiye’nin, savunma sanayii alanında kayda değer ihracat yapabilmesi, ekonomisine katma değer kazandırmasının temel koşulu, bu alanda rekabet edebilir bir sistemi oturtmasından geçiyor.
Silah sanayiinde gerçek bir atılım yapmak için öncelikle iktidar yanlısı olsun olmasın kayrılmayan, rekabet edebilir bir özel sektörün hayat bulması, ordunun kontrolündeki, silah sanayii pastasından en fazla payı alan 18 askeri firmanın özelleştirilmesi gerekiyor. Bu özelleştirme modeli, ‘Eskiden askeriyenin arka bahçesi şimdi benim arka bahçem’ mantığıyla asla yürümez. Nitekim, iki yıl önce internete düşen ses kayıtlarından, Erdoğan’ın bir işadamını uçak gemisi ihalesini alması için yönlendirdiği, bir başka firmanın ise, polisten kaçan Gezi direnişçilerine sığınmaları için otelinin kapılarını açmasından dolayı büyük bir askerî gemi ihalesinin elinden alındığı iddialarını biliyoruz. Bu dinleme kayıtlarını Erdoğan’ın yalanlamadığını da biliyoruz.
Dün İstanbul’da başlayan İdef Savunma Sanayii Fuarı’nı gezenlerin çoğu -neyse ki artık 18 yaşından küçükler alınmıyor fuar alanına- silah sanayiinde uzman olan yabancı firma temsilcileri. Bu bilen ve anlayan gözler, Türkiye’nin, azami yerli imkanlarla silah üretiminde göreceli bir başarı sağladığını kabul ederler ama iş rakamlara geldiğinde bu ülkenin daha yakınlarda da açıklandığı üzere silah ithalatında ilk 10’da yer aldığını da akıllarda tutarlar, tıpkı bizim gibi bu konuya kafa yoranlar gibi.
Dünyada artık alıcısı olmayan, ‘silahta kendi kendine yeterli olma’, ‘her şeyi üretirim’ sevdasından vazgeçip ulusal güvenliği ilgilendiren kritik askerî teknolojiler alanında yerli üretim yapma yeteneğine kavuşulması elzem. Türkiye’nin, ağır sanayiinin itici gücü silah sanayiinde katma değeri yüksek, ihracat potansiyeli olan sistemler üretecek sürdürülebilir bir yönetim biçimine ihtiyacı var. Aksi, millete gaz vermekten, paracıklarımızın ise heba olmasından öteye gitmiyor.
http://www.zaman.com.tr/lale-kemal/surdurulebilir-silah-sanayiinin-cok-uzagindayiz_2292801.html