Tem 17 2018
Wayne McLean, Lowy Institute için kaleme aldığı analizinde Türkiye’nin yakın gelecekteki nükleer politikasına yönelik ihtimalleri yazdı.
McLean yakın gelecekte, Türkiye’nin nükleer yayılma yeteneğini planlamadığı ya da göz önünde bulundurmadığı bir stratejik ortam düşünmenin mümkün olmadığını öne sürdü.
Batılı liberal düzene yatırım yapmamış aktörler yeniden canlanma döneminin tadını çıkarıyorlar. Analistler ABD Başkanı Donald Trump’ın dengesiz politikalarında mana ararken, Trump’ın mevcut ekonomi ve güvenlik düzenine yönelik şüpheleriyle tek adamlığa karşı sempatisini de içeren bir dizi tutarlılık söz konusu.
Bunun tasarımdan mı yoksa yetersizlikten mi kaynaklandığı tartışmalı, ancak diktatörlüğe sahip olanların özel bir ilgi alanı olan ve geçmişte imkansız görünen bir dizi güvenlik politikası teşvik edilmiş durumda.
En derin uzun vadeli sonuçlara sahip olan politika, Trump’ın Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’u kucaklamasıdır. Yakın zamana kadar, nükleer meraklılarının darağacını boylama (Saddam Hüseyin) ya da hendeklerde süngülenme (Muammer Kaddafi) olasılıkları daha yüksekti. Ancak, 2018’de Kim, birkaç imtiyaz ya da somut taahhüt karşılığında bir nebze meşruiyet elde etmek için nükleer yeteneğini kullanmıştır.
Nükleer silahların meşru bir güvenlik para birimi olarak yeniden piyasaya sürülmesi, potansiyel çoğaltıcıları teşvik ediyor, uluslararası siyasetin temel normlarından birine meydan okuyor. Türkiye bunu en dikkatli izleyen aktörlerden biri. Türkiye’nin kırılganlıkları ve stratejik konumu göz önünde bulundurulduğunda nükleer bir yol için güçlü teşvikleri var.
Türkiye nükleer silah barındırdığı için tarihsel olarak nükleer bir programdan kaçındı: ABD füzeleri 1959’dan beri Türkiye’de konumlanmış durumda. NATO anlaşmalarının bir parçası olarak ülkenin güneyindeki İncirlik Hava Üssü’nde caydırıcı bir önlem olarak tahmini 50 adet B61 bomba hala Türk topraklarında kalıyor.
Ama Trump’un NATO’ya karşı küçümseyici tavrı bu anlaşmayı tehdit ediyor. Nitekim Türkiye’nin nükleer duruşunu değerlendiren 2015 tarihli Carnegie raporu Türkiye’nin nükleer silah arayışında bulunacağı en olası senaryonun NATO ve ABD ile olan ilişkilerinin çöküşü olacağını ileri sürmüştü.
Çeşitli aktörlerin Türkiye’nin nükleer caydırıcı vekilliğini yitirmesinde çıkarı var. Rusya, Ankara’yı bir savunma ortağı olarak benimsedi ve topyekun NATO bağımlılığını karşı Türkiye’ye S-400 füze kalkanı sattı. ABD’nin bölgedeki varlığını azaltacağı için hem İran hem de Suriye İncirlik’teki nükleer silahların çekilmesinden memnun olacaktır.
Türkiye’nin silahların çekilmesi ihtimaline yönelik planı olduğuna dair işaretler var: Kısa bir zaman dilimi içerisinde silah üretmek için gerekli olan malzeme ve teknik yeteneklerin ortaya çıkması gerekiyor.
İlk kanıt, Türkiye’nin nükleer enerjiyi sürekli olarak takip etmesi ve bu da silah üretimi için yakıt döngüsünün kurulmasını sağlayacaktır. Ankara ilk olarak 1970’lerde nükleer gücün peşine takıldı, ancak bu çabalar 1998’de Pakistan’ın tartışmalı nükleer testinden sonra dağıldı. Türkiye daha sonra, herhangi bir nükleer etkinliğin, AB’ye katılma girişimleri için sorun yaratabileceğine dair endişe taşımaya başladı.
Bu suskunluk mevcut uluslararası ortamda değişti. Akkuyu nükleer santrali çalışmaları yakın zamanda başladı. Santral, çeşitli nedenlerden dolayı stratejik analistleri ilgilendiriyor: Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na göre tavsiye edilen 10-15 yıllık bir sürede, hızlı bir inşa süresine sahip; ve bir BOO (Buy Own Operate / yap-sahip ol-işlet) modeli altında inşa edilen ilk nükleer istasyon olacak. Yüklenici, Rus şirketi Rosatom ve operasyon, süreçlerin mülkiyeti ve denetim rejimleri, BOO modeli altında yasal olarak belirsiz durumda.
İkinci kanıt ise, Türkiye’nin yerli balistik füze programının ve ilgili savunma ürünlerinin artan hızı. Devlet şirketi ROKETSAN tarafından geliştirilen ilk tamamen yerli füze olan KAAN, Nisan 2017’de gösterildi. Gelişme, 2016-17 yılları arasında iç savunma geliştirilmesinde %39’luk bir artışla aynı zamana denk geldi.
Diğerleri de, Ankara’nın kolay anlaşılan silahlanma heveslerinin altını çizerken, Türkiye’nin materyal kapasite yetersizliğine işaret etti ve bu iddiaların ülke içi bağlamda incelenmesi gerektiğini belirtti.
Örneğin, eski milletvekili Aykan Erdemir, Erdoğan’ın Türkiye’yi nükleer bir güç yapmak için güçlü bir arzusu olduğunu ancak kapasitesinin bulunmadığını (Erdogan has a strong desire to make Turkey into a nuclear power, but not the capacity ) iddia etti ve hükümet yanlısı medyanın ülkedeki moral gücünü arttırmak için ordunun gücünü abarttığını belirtti.
2018 yılında, NATO parçalanmış, Batılı normatif düzeni potansiyel olarak düşüşte görülüyor. Rusya yeniden canlandı ve iddialı. Nükleer bölgede, seri suçlu Kim nükleer silahlanmada yayılmaya yönelik kararlılığı nedeniyle ödüllendirilirken, İran sadece cezalandırılmak için P5 + 1 ülkeleri ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı ile ilişki kurmuş görünüyor.
Bu bağlamda yayılma eşiği düşmüş ve hep tartışılan nükleer “domino efekti” daha olası hale gelmiş durumda. En çok tartışılan olasılık, bir tek Ortadoğu devleti nükleer silahlanmaya başladığında diğerleri de takip edecektir.
Türk devletinin içsel karakteristiği yayılmadan çok olanak sağlamaya elverişli. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2017 referandumu ve 2018 seçimleriyle elde ettiği güç sayesinde etkili bir kanun hükmünde kararname çıkarabilir.
En önemlisi 2016’daki darbe girişimi Erdoğan’a orduda ve savunma sanayisindeki muhaliflerini temizleme imkanı verdi.
Bunların hepsi birlikte düşünüldüğünde yeni fazlasıyla merkezileşmiş otoriteryen sistemde nükleer yakıt döngüsüne gelecekte bir erişim sağlanması, dağıtım mekanizmalarına büyük yatırımlar ve yayılmanın ödüllendirildiği uluslararası bir sistemde Türkiye geçmiştekinden çok daha fazla bir nükleer devlet olarak ortaya çıkacak.
Uluslararası güvenlik büyük ölçüde bir caydırıcılık oyunu olduğu için, yakın gelecekte, gerektiğinde Türkiye’nin silahlanma yeteneğini planlamadığı ya da göz önünde bulundurmadığı bir stratejik ortam düşünmek pek mümkün değil.
Kaynak: Ahval