Erdoğan savaş ekonomisi kurdu, Rojava reklam alanı
Can Teoman 2019-11-05
Türk medyası, Rojava operasyonu sırasında ilk bakışta ABD’li ve Rus benzerlerinden pek de aşağı kalmayan sıra sıra dizili milli MRAP’ları, gökyüzünden canlı yayında YPG’li avlayan silahlı drone’ları, kullanılan çeşit çeşit akıllı bombaları dünyaya servis ederken, Türk silah sanayisi Ekim ayında 280 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi. Bu dünya silah pazarı açısından küçük gibi gözükse de Türkiye için rekor bir rakam.
Üstelik Türk silah sanayinin gelişimini gösteren tek veri bu değil. Bu yılın ilk 10 ayında toplam 2.15 milyar dolarlık silah ve mühimmat ihracatı yapılırken, tutar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25 büyümeyi ifade ediyor. Aynı zamanda bu yılın ilk 10 ayındaki satış tutarı geçen yılın tamamındaki silah ihracatıyla da eşit.
Bu rakamlar ışığında yıl sonunda Türkiye’nin savunma sanayi, yani silah ve mühimmat ihracatının 2.5-3 milyar dolara ulaşacağını söylemek rahatlıkla mümkün. Oysa Türkler için silah ihracatı yeni bir olgu. 2006 yılına kadar hemen hemen sıfır olduğu için ihracat verileri içinde kategorize bile edilmeyen savunma sanayi ürünleri ihracatı son 13 yılda 20 katından fazla büyüdü. Türkiye’de aynı dönemde ihracatını bu kadar artırmayı başarabilen bir başka sektör yok.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRI’nın verilerine göre ülkenin silah ihracat rakamları 2014-2018 arasında yüzde 170 artarken, en çok silah satan devletler arasında 14’üncülüğe çıktı. Ki yeni bir değerlendirme yapılırsa Türkiye’nin 2019 itibarıyla daha yüksek basamaklara tırmanması da muhtemel.
Militarist bagajı ağır çeken halk kitlesinin seçtiği bir iktidarla yönetilen Türkiye için, silah sanayindeki bu gelişmeler pek çok seçmen açısından da gurur verici. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm seçim kampanyalarında silah sanayindeki gelişimi sıkça yineliyor.
Belki bir Trump’ın Suudi Veliahtı’na yaptığı gibi elinde tuttuğu şemaları kullanmıyor ya da Sovyetler dönemindeki gibi kilometrelerce uzunlukta silah geçit törenleri yapmıyor. Ama mitinglerindeki dev ekranlarda Türk üretimi silah sistemlerinin görüntüleri de eksik olmuyor. Türk TV’lerinde milli silahları anlatan zorunlu kamu spotları yayınlanıyor.
Öte yandan zaten Erdoğan’ın kendisi de söz konusu sanayiye pek uzak sayılmaz. Damadı Selçuk Bayraktar’ın sahibi olduğu Baykar firması TSK tarafından kullanılan silahlı drone’ların neredeyse tamamını üretip orduya satarak Türk kamuoyunda ünlü olmuş bir isim.
Ayrıca Türk savunma sanayi için üretim yapan özel kuruluşların tamamı da Erdoğan döneminde daha çok zenginleşen ya da daha önce hiç tanınmayan isimlerden oluşuyor.
Bunlar arasında en tanınanlardan biri de ‘Erdoğan’a aşığım’ demekten geri kalmayan İşadamı Ethem Sancak’a ait BMC şirketi. AKP yönetiminde de uzun süre görev yapan Sancak, Erdoğan’a bağımlı yayın yapan Star gazetesi ve 24 televizyonunun sahibi olarak kamuoyunda tanımıştı.
Ethem Sancak aynı zamanda Katarlı ortaklarıyla birlikte büyüklüğü milyarlarca doları bulan Türkiye’nin ana muharebe tankı Altay’ı üretmek için de devletle anlaşma imzalamış durumda.
Sektörde yer alan ve son yıllarda hızla büyüyen FNNS, Nurol, Katmerci, Kale, Sarsılmaz gibi firmaların AKP yönetimiyle olan bağları da düşünüldüğünde, silah sanayiindeki sermayedar yapılanmasının, ülke ekonomisinin son 20 yılına damgasını vuran inşaat ve müteahhitlik sektöründen pek de farklı olmadığı gözüküyor.
Bu işadamlarına ait firmaların en büyük müşterisi ise TSK için alım yapan Savunma Sanayi İcra Komitesi. Tabii ki bu Komite’nin başında Erdoğan bulunuyor ve hangi firmadan ne alınacağına o karar veriyor.
Diğer taraftan kuşkusuz Türk silah sanayiindeki büyümenin tek ayağı özel şirketler değil. Erdoğan yönetimindeki devlet silah tekelleri ile kamu üniversiteleri, var gücüyle bu alandaki gelişmeler için çaba harcıyor. Sayıları yüzlerle ifade edilen proje üzerinde çalışıyor. Kamu imkanlarıyla oluşturulan projelerin bir bölümü özel sektörün işbirliğine açılarak bu alanda yeni bir Türk burjuvazisinin palazlanması da sağlanıyor.
Türk silah sanayinin üretim gamına bakıldığında ise ülkenin kendine özgü stratejik bir üstünlük sağlayacak herhangi bir silah üretmediği görülüyor. Geliştirilen ürünler ağırlıklı olarak Batı ve özellikle de ABD silahlarının birer modifikasyonundan ibaret. Ancak özgün olmaması ve stratejik bir üstünlük sağlamaması, üretilen ekipmanların işe yaramadığı ve pazarının olmadığı anlamına da gelmiyor.
Öncelikle Erdoğan’ın üzerinde özenle durduğu Türk silah sanayi benzerlerinden daha ucuza ve iş görür silahlar üretiyor.
Örneğin Türkiye’nin ürettiği BMC Amazon modeli zırhlı bir personel taşıyıcı araç, ABD ordusunun aynı kategorideki JLTV adlı MRAP’ından yüzde 60’a daha ucuza satılıyor.
Erdoğan’ın damadına ait Baykar’ın yönetcisi bir İsrail Heron’u alacak paraya Bayraktar’ın ürettiği dört adet insansız hava aracı almanın mümkün olduğunu söylüyor.
Evet, belki ABD veya İsrail yapımı silahlar Türk silahlarından sofistike olarak daha üstün özellikler taşıyor olabilir. Ancak maliyet/işlevsellik açısından Türk ekipmanları çok daha uygun olduğu ortada.
Bir örnek vermek gerekirse Yunanistan ABD’den bu yıl üç adet silahlı drone almak için 50 milyon dolar öderken, Erdoğan’ın damadına ait Baykar Makine, Ukrayna’ya altı adet silahlı drone’u tüm yer ekipmanları ve özel olarak geliştirilmiş 200 mühimmatla birlikte 69 milyon dolara ihraç etti. Ki Yunanistan’ın, ABD drone’larının yer ekipmanları ve mühimmatlarına ödeyeceği para da düşünülürse, Türk dronlerı’nın maliyeti neredeyse devede kulak kalıyor. Eğer Ukrayna ordusu ABD veya İsrail’le drone savaşına girmeyecekse, ihtiyacını karşılamak için çok daha fazla silahlı insansız hava aracını çok daha ucuza satın almış durumda.
Diğer taraftan Türk silah sanayii açısından bir başka avantaj da ABD ya da diğer Batılı ülkeler gibi insani ve siyasi kriterlere göre seçicilik yapmaktan uzak bir politika izlemesi. Türkiye’nin silah satışlarının büyük bölümü insan hakları konusunda geri kalmış, iç ve küçük çaplı sınır çatışmaları yaşayan Ortadoğu ülkeleri, Pakistan ve Endonezya gibi ülkelere gerçekleştiriliyor. Bu ülkelerin ihtiyaçları göz önünde bulundurulursa, zaten ABD ordusunun kullandığı kadar gelişmiş bir teknolojiden çok, işlevsel, ambargo korkusu olmadan kolay alınabilecek ve düşük maliyetli ekipmanları tercih etmeleri anlaşılır bir durum.
Hatta Türk ürünleri ekonomik olarak öylesine cazip düzeyde olmalı ki, bazen Türk malı zırhlı savaş araçları ve drone’ları Libya iç savaşında Katar’ın desteklediği Trablus Hükümeti’ne bağlı radikal İslamcı milislerin çektirdiği fotoğraflara bile yansıyor.
Bu şaşırtıcıysa sanırız şu an Türk ordusuyla çatışma halinde bulunan YPG’nin kullandığı zırhlı araçların Türkiye’nin otomotiv merkezi Bursa’da üretildiğini duymak şok edici olacaktır. ABD’nin 2017 yılında Bursa’daki bir firmaya bir dizi zırhlı savaş aracı şipariş edip bunları YPG’ye teslim ettiği 2017 yılında ortaya çıkmıştı.
Elbette Türk silah sanayii açısından sorunlar da yok değil. Örneğin ülkenin hala kendine özgü bir motor üretememesi savunma sanayindeki en büyük sorun. Ancak tersine mühendislik ve modifikasyon yöntemiyle bu alanda da çeşitli atılımlar var. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD ile pek çok ülkenin getirdiği silah ambargosunun ardından NATO müttefiklerini motorlar konsunda ‘Satmazsanız kendimiz üretiriz’ diyerek açıktan tehdit edebiliyor. Bu elbette ki ‘Satmazsanız lisans haklarını tanımdan motorlarınızın benzerini yaparım’ demenin bir başka yolu.
Özetle Türk otokratı Erdoğan, konuşmalarında sık sık dünyayı silah satan ülkelerin bir cehenneme çevirdiğini ima etse de, kendisi de bir savaş ekonomisi kurmaktan geri kalmıyor. Türk ordusunun neden kendi sınırları dışında operasyonlara kalkıp bunları birer TV şovuna çevirdiği de daha iyi anlaşılabiliyor.
Kaynak: Ahval