Yeni bir nükleer silahlanma çılgınlığının arifesinde miyiz? – Akdoğan Özkan

Bu şartlar altında bağımsız gözlemciler, 2020 yılı sonlarına doğru – tabii Donald Trump eğer görevde kalırsa- dünyayı hiç de güzel günlerin beklemeyeceğini haykırıyorlar.

16 Ekim 2017
ABD Başkanı Donald Trump’ın İran ile 2015 yılında imzalanmış nükleer silahsızlanma anlaşmasından desteğini çekmesi ve Tahran ile ilgili kararda topu ABD Kongresi’ne atması, bölgenin (ve doğal olarak dünyanın) trajik sonuçlar doğurabilecek yeni bir çatışmaya doğru ilerlemekte olduğu yolundaki endişeleri artırıyor. Nükleer anlaşmanın yürürlükten kaldırılması Tahran yönetiminin 2 yıl önce nokta koyduğu nükleer programına yeniden başlaması demektir. Bu da, bölgede pervasızca bir nükleer silahlanma yarışının önünün açılması demek olduğu gibi, ABD’nin İran ile savaşa girmek için arzuladığı mazerete kavuşması anlamına da gelebilecek.

Bu şartlar altında şu sorular büyük önem kazanıyor: Acaba ABD ile İran arasındaki anlaşma gerçekten de yürürlükten kalkacak mı? Ve kalkması durumunda Suriye Savaşı’nın bitmese de son evresine girdiğimiz şu dönemde bölgede daha da korkunç sonuçları olabilecek bir (nükleer?) savaşa kendimizi hazırlamamız mı gerekiyor?

Şimdi bu sorulara yanıt aramadan önce söz konusu nükleer anlaşma ile ilgili temel hatırlatmaları yapalım:

Malum, P5+1 ülkeleri (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya) bundan yaklaşık 2 yıl kadar önce İran ile Orta Doğu’daki nükleer silahlanma tehlikesini asgariye indiren bir anlaşma imzaladılar. 14 Temmuz 2015’te imzalanan anlaşma İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesini üçte iki oranında azaltmasını öngörüyordu. Bu durum Tahran yönetiminin nükleer silah elde etmeye giden yollarının 15 yıllığına kapatılması anlamına geliyordu.

Bunun karşılığında İran’a yönelik ekonomik yaptırımlar aşamalı olarak hafifletilecekti. İran bu sayede Avrupa ile daha iyi ticari ilişkiler kurabilecekti.

Türkiye de belli başlı Avrupa ülkeleri gibi varılan anlaşmayı olumlu karşılamıştı. Zira Batı ile Tahran arasında 1979 İran Devrimi’nden bu yana atılmış en büyük yakınlaşma adımı olarak görülen anlaşma Türkiye’ye de yeni ekonomik fırsatlar sunmaktaydı.

Ayrıca anlaşmanın ABD ve müttefikleri için başka anlamları da vardı. Bir kere anlaşma yaptırımlar öncesinde Avrupa pazarlarındaki payı yüzde 42 olan İran’ı enerji bahsinde (özellikle Türkiye ve Batı Avrupa pazarlarında) Rusya ile rekabet edecek ülke haline getiriyordu. Bu da ABD ile Avrupalı müttefikleri için ilave bir iyi haber demekti. Rusya’ya olan bağımlılıklarını azaltmak isteyen Avrupalılar, İran’ı alternatif bir tedarikçi olarak görmekten memnun olacaklardı.

Her ne kadar anlaşma İran’ın dünya ile ilişkilerini geliştirmede çok önemli bir dönüm noktası olmuşsa da, mevzuya “anlaştılar, öpüştüler, mesele tatlıya bağlandı” gibi bakmamız mümkün değildi. Zira, Obama döneminde imzalanan anlaşmanın onaylanmasıyla ilgili ABD’de kabul edilen yasa, Amerikan Başkanlarının İran’ın anlaşmaya uyum gösterdiğini her 90 günde bir Kongre’ye teyit etmesini öngörüyordu. Obama döneminde bu konuda sıkıntı çıkmamıştı.

Trump da 2017 Nisan ve Temmuz aylarında yaptığı değerlendirmede İran’ın anlaşmaya uyum göstermeyi sürdürdüğünü teyit etmişti. Ancak aynı Trump, Ekim 2017 tarihli son değerlendirmesinde İran’ın anlaşmaya uyduğunu teyit etmeme kararı almıştı.

ABD Başkanı, bu kararını ilan ettiği konuşmasında geçen hafta “Kongre ve müttefiklerimizle birlikte bir uzlaşmaya varamazsak, o zaman anlaşma da iptal edilir,” dedi. Trump, ayrıca Kongre’den ABD’nin İran’a yaptırım uygulamasına olanak tanıyacak bazı göstergeler belirlemesini isteyeceğini de ifade etti. Bütün bunlar, ABD’nin anlaşmaya taraf olmaya devam edip etmeyeceği ile ilgili kararın Amerikan Kongresi’ne bırakılması anlamına geliyordu.

Trump’ın söyledikleri, yaptıkları bunlarla da sınırlı değildi. ABD Başkanı, İran ekonomisini denetleyen güç olarak gördüğü İran Devrim Muhafızları’na yaptırım uygulaması için Hazine’ye yetki de verdi.

Peki şimdi ne olacak?

Lafı çok uzatmadan söyleyelim. BBC’de yer alan ve konuyu irdeleyen bir analizde ihtimal verilen en iyi durum senaryosuna bakılırsa, Trump yönetimi, İran’ın anlaşmaya uymadığını vurgulasa da, anlaşmaya uygunluk için yeni kriterler belirlenmesini istese de, nihai olarak Kongre’den Tahran yönetimine yaptırım uygulamasını istemeyecek. Hem Trump’ın hem de Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın açıklamaları bu senaryonun ağırlık kazandığını gösteriyor.

Ancak şu aşamada beklentiler bu yönde olsa bile, Trump yönetimi söz konusu deklarasyonu ile bir sürecin başlangıç vuruşunu yaptı. Bundan sonra ikili ilişkilerin ve genel olarak da dünyanın mevcut nükleer düzeninin evre evre bozuluşuna tanıklık edeceğiz. En korkunç senaryo da, Trump’ın 2020’de ikinci kez başkan seçilmesi. Bu dönem o dönemde yapacaklarının bir tür altyapı hazırlığı gibi de görülebilir. Dolayısıyla bugünlerde atılan adımları Trump’ın 2020 Başkanlık Seçimi’nin bir anlamda kampanya startı olarak da değerlendirebiliriz

Trump bugüne değin Obama döneminin iki temel nükleer anlaşmasının karşısında olduğunu açıkça deklare etmiş oldu. Biri, 2010’da Rusya ile imzalanan ve nükleer silahlarda indirimi öngören yeni START (Strategic Arms Reduction Treaty) anlaşması. Diğeri de, İran ile P5+1 ülkeleri olarak varılan nükleer anlaşma. Kuzey Kore’nin provokatif çıkışlarını karşılıksız bırakmayacak ve “eli yükseltecek” gibi görünen Trump, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Kongre vasıtasıyla ABD’nin nükleer silah kapasitesini artırma anlamına gelecek yeni bir yasanın da hazırlığında.

Bütün bunlar ne anlama geliyor peki?

Konu ile yakından ilgili uzmanlar ve siyasal gözlemciler, Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki (ilk) görev süresinin sonuna geldiğimizde, dünyanın eskisinden güvenli bir manzara arz etmeyeceği konusunda hemfikir görünüyorlar. Kingston Reif ve Kelsey Davenport gibi silahsızlanma alanının uzman isimlerine bakılırsa, Trump’ın birinci döneminin sonunda dünya ABD ile Rusya arasında yeni bir nükleer silahlanma yarışına tanık olacak. Nükleer programı üzerindeki kısıtlardan kurtulan İran da bu süreç içinde dilediği anda birkaç hafta içinde nükleer savaş başlığı üretebilecek nükleer kapasiteye ulaşabilecek. Kuzey Kore ise kıtalararası balistik füzelerini termonükleer savaş başlıkları ile donatmış olacak. Ayrıca Washington’un kendi güvenliklerine yönelik taahhütlerine dair güven bunalımına düşecek Batılı ülkeler kendi nükleer programlarını geliştirmeye koyulacaklar.

Öte yandan, dünyanın karşı karşıya olduğu nükleer silah tehdidinin azaltılmasına yönelik yaptığı katkılardan ötürü, 2015 yılında “Carnegie Endowment for International Peace” tarafından “Thérèse Delpech Memorial Award” ödülüyle onurlandırılan Michael Krepon’a bakılırsa, küresel nükleer düzen tam anlamıyla sallantıda. Nükleer silahlanma yarışına gem vuran ve nükleer tehditleri azaltan anlaşmalarla örülmüş nükleer güvenlik ağı da çözülmeye yüz tutmuş durumda. Cumhuriyetçi Parti’nin Beyaz Saray dışında kalmış kanadı ise bu güvenlik ağını onarmayı deneyecek yerde ağda yeni delikler açmakla meşgul.

Bu şartlar altında bağımsız gözlemciler, 2020 yılı sonlarına doğru – tabii Donald Trump eğer görevde kalırsa- dünyayı hiç de güzel günlerin beklemeyeceğini haykırıyorlar. İran’ın Avrasya’nın enerji alanındaki satrancının ve “likit savaşları”nın oynandığı Boruhattistan’ın önemli güzergâhlarından biri olması da muhtemelen Trump’ı daha öfkeli ve kontrolsüz yapıyor.

Daha önceki yazılarımda da değindiğim üzere, bugün uluslararası ilişkiler alanında Şangay’dan St. Petersburg’a (Tahran’ı da içeren) bir Büyük Asya birliği inşa ediliyor. İran bu çerçeve içinde çok önemli bir ülke. 150 milyar varil petrol rezervi var İran’ın. 1,3 trilyon metreküp doğalgaz rezervi ile de dünyanın bir numarası olan İran bu coğrafyada çok büyük bir oyuncu olarak beliriyor. Almanya bunun farkında olduğundan 70 milyonluk bakir bir pazara sahip İran ile ilişkileri geliştirmeye büyük önem veriyor. İran’ın özellikle petrokimya sektöründeki altyapı projelerinde Linde, BASF, Lurgi, Krupp, Siemens, MAN, Mercedes, Volkswagen, ZF Friedrichshafen gibi Alman şirketlerinin imzasını görüyoruz. İki ülke arasında (2010 rakamlarıyla) 4,7 milyar dolarlık bir ticaret dönüyor.

Yani İran sadece bir Ortadoğu ülkesi değil, Avrupa’da önemsenen ve Avrasya’da da giderek daha büyük önem kazanan parlak bir oyuncu. O Avrasya ki, bir zamanlar Batı’nın sahip olduğu denetim ve güç mekanizmalarını bugün kendisi oluşturuyor. Tabii bu durum İsrail’in de hiç hoşuna gitmiyor.

Bugün sadece içerdiği tehlikeleri saptamakla yetindiğimiz tüm bu gelişmelerin ilerleyen dönemde nasıl bir seyir alacağını hep birlikte göreceğiz.

Kaynak: T24

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org