27 Temmuz
İSTANBUL (DİHA) – Üstlerinin emirleri doğrultusunda, 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminde yer alan zorunlu askerliğe tabi tutulan erler, saldırıya maruz kalıp, gözaltına alınmaları yetmezmiş gibi şimdi darbe suçlamasıyla karşı karşıya. Askere gidecek olanların bu tablo karşısında durup düşünmesi gerektiğini söyleyen Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanları Gökhan Soysal ve Merve Arkun, “Böylesi bir süreçte askere gitmek zorunda değilsiniz” diyerek herkesi vicdani retlerini açıklamaya davet etti.
15 Temmuz gecesi yaşanan askeri darbe girişiminin ardından, darbeyi organize eden emir-komuta zincirindeki üst düzey komutanların yanı sıra hiçbir şeyden haberleri olmadan sadece üstlerinin emirlerine uyan binlerce asker de gözaltına alındı. Zorunlu askerlik yaparken bir anda kendilerini darbe suçlaması ile karşı karşıya bulan bu askerlerin içerisine düştüğü durum, zorunlu askerliği yeniden gündeme getirdi. Yıllardır zorunlu askerliğin kaldırılması için mücadele eden Vicdani Ret Derneği yöneticileri, bugün içerisinde bulunulan tabloyu ve zorunlu askerlerin bu tablonun açığa çıkmasındaki rolünü değerlendirdi.
Zorunlu askerlerin iradelerinin devlet tarafından ellerinden alınarak gasp edildiğini ve buna da var olan hakim milliyetçi kültürün zemin hazırladığını söyleyen Vicdani Ret Derneği Eşbaşkanı Avukat Gökhan Soysal, zorunlu askerlerin ellerinde olmadan, gelen bir emirle darbeci haline gelmelerine dikkat çekti. Soysal’a göre, sonrasında yalanlanmaya kalkışılsa da özellikle Boğaziçi Köprüsü üzerinde yaşanan kafa kesme hadisesinin üzerinde önemle durulması gerektiği kanaatinde.
“Bu kafa kesme hadisesi o kadar üzerinde düşünülmesi gereken bir durum ki ülkenin ne durumda olduğunu göstermesi açısından açıklayıcı bir örnek oldu” diyen Soysal, çoğu insanın askerlik hemen biter diye hiç düşünmeden askere gittiğini, ancak sonucun Boğaz Köprüsü’nde öldürülmekle de bitebildiğine işaret etti.
‘Bunlar 20’li yaşların başında insanlar, darbeci olmak başka bir şey’
Yine darbe ile suçlanan gözaltındaki askerlere yönelik yürütülen soruşturmalara özel avukatların dahil edilmediğini, bunun yerine baronun atadığı avukatların görev aldığını belirten Soysal, ailelerin de çocuklarından haber alamadığını ifade etti. Soysal, bu duruma “Darbeci olduğu söylenen bütün askerlere yapılan işkenceler göz önüne alındığında soruşturmaların çok iyi ve hukuk sınırları içinde gitmediğini görüyoruz. Bunlar 20’li yaşların başında insanlar, darbeci olmak başka bir şey. Halka silah sıkarken görebiliyorsunuz onları” sözleriyle karşı çıktı.
Demokrasi için sokağa çıkanların demokratik yöntemler kullanmadığı göz önüne alındığında, içinde olunan şiddet sarmalına da bir şeyler söylemeden bu sürecin atlatılamayacağını vurgulayan Soysal, yine başarısız olan darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL’e de tepki gösterdi.
‘Kürdistan’da savaşa ses çıkarılsaydı burada darbeye kalkışılmazdı’
Soysal, Türkçü-milliyetçi sistemin öğretileri ile yetiştirilerek Şirnex’a ve daha pek çok ile sivilleri katletmek için gönderilen Özel Harekatçıların, sonrasında darbe yapmak için yönlendirilmesine de değindi.
Soysal, bu konuda şunları söyledi: “Kürdistan’da savaş koşulları ve OHAL olmasaydı, burada darbe girişimine kalkışamazlardı. Orada sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, bu tarafta bir şeyler olacağı her zaman söyleniyordu. Darbe de bunu gösterdi. Bunun temel sebebi bizim Kürdistan’daki savaşa yeterli sesi çıkaramamamızdı. Şirnex’ten getirilen askerler bir hafta önce halkı katlederken öldürülünce ‘şehit’ oluyordu. Başarısız bir darbe girişimi olduğu için de ‘vatan haini’ oldular.”
‘Askere gitmek zorunda değilsiniz’
Vicdani retçi olurken savunulan değerlerin ne kadar doğru olduğunun yaşanan darbe girişimi pratiği ile bir kez daha ortaya çıktığının altını çizen Soysal, askere gidecek olanların da şimdi bu durumu düşünmesi gerektiğini söyleyerek, “Askere gitmek zorunda değilsiniz” yönünde çağrıda bulundu.
Arkun: Şiddetin en somut halini deneyimledik
Derneğin diğer Eşbaşkanı Merve Arkun ise, 15 Temmuz’dan sonra çok uzun zamandan bu yana hissettirilen şiddetin en somut halini deneyimlediklerini ifade etti.
Darbe girişiminin ardından ‘demokrasi’ adı altında sokağa çıkartılan insanların ise, demokratik mücadele biçiminden çok öte bir militarist tahakkümün yansıması olduklarına dikkat çeken Arkun, açığa çıkan şiddet görüntülerinin her birinin de bu militarist tahakkümün birer örneği olduğunu kaydetti.
‘Savaş ve şiddet kadını daha da baskılayan bir süreç
Arkun, ‘demokrasi’ adı altında sokağa çıkan insanların kullandıkları dil ve eylemleri ile sokakta kurdukları tahakkümün, cinsiyetçi baskının da üzerinde durdu.
Yaratılan cinsiyetçi dilin örneklerine daha önce Kürdistan’da süren savaş boyunca rastladıklarını ve bu yüzden de bu duruma yabancı olmadıklarını belirten Arkun, “Savaş ve şiddet, kadını daha da baskılayan bir süreç. Özellikle darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL ile var olan şiddet sarmalı, aslında bir darbe gerçekleşmiş gibi önümüzdeki günlerde daha farklı örneklerle karşımıza çıkacaktır. Ve elbette ki en çok kadınlar üzerinde şekillenmeye devam edecektir, çünkü şiddet ancak birilerini baskı altında tuttukça kendisini var edebilir. Bu baskı altında tuttukları da çoğunlukla kadınlar oluyor” dedi.
‘Kadınlara mücadele alanında düşen bir diğer görev de…’
Bu noktada ise ‘Kadınlara neler düşünüyor?’ sorusunun önem kazandığını dile getiren Arkun, öncelikle baskı mekanizmasının bütününü görerek, zorunlu askerliğe tabi tutulan insanların askere gitmesini engellemek gerektiğini kaydetti. Arkun, yine kadınların da vicdani retlerini açıklamalarının önemi üzerinde ise şu sözlerle durdu:
“2004 yılından bu yana kadınlar bu topraklarda vicdani retlerini açıklarken şunları söylemişlerdir, Evet, zorunlu askerliğe ve savaşa karşıyız, ama biz kadınların açıklamaları sadece bunlarla sınırlı değil. Biz zorunlu askerliğin de içinde bulunduğu şiddete karşı vicdani retlerimizi açıklıyoruz. Kadınlara mücadele alanında düşen bir diğer görev de bu. Sıkıştırılmaya çalışılan şiddet sarmalına karşı küçük de olsa odaklar yaratabilecek politik eylemliliklerde bulunabilmek. Çünkü çok büyük bir baskı ortamında yaşamaya mecbur bırakılıyoruz. Bu ortamda herkesin sesi daha da kısılıyor, tedirginlik daha fazla devam ediyor. Bu tahakküme bir dur demeliyiz, çünkü bundan sıyrılmanın başka yolu yok.”
(nd/yk/öç)