Ertuğrul SENOVA
Kendini “müzisyen, piyanist ve bestekâr” olarak tanımlayan 37 yaşındaki Hasan Rahvancıoğlu, seferberliğe gitmeyi reddettiği gerekçesiyle askeri mahkemede yargılanmaya başladı.
2017 yılında orduya giren ve bir yıllık ‘zorunlu yurt ödevini’ yerine getiren Hasan daha sonra adayı terk ediyor. İspanya’da, kendi deyimiyle “keyfinin yerinde olduğu” bir yaşam sürdüğü sırada, yakın arkadaşı Mustafa Hürben’in orduya katılmayı reddetmesi üzerine hapse gönderileceği haberini alıyor; “vicdani ret” ile tanışıyor ve mücadelesinin hikâyesi başlıyor.
Bir sivil itaatsizlik olarak vicdani reddin tamamen bireysel bir tercih olduğunun farkında olan Hasan, yasaların kendisi aleyhine çalışmasını, yargılanmayı, hapse girmeyi ve bu konuda bir farkındalık yaratmayı hedefliyor.
Hatta bu hedefi için kendi “suçlarının” kaybolan dosyalarını buluyor, Asal Şube’ye gidip adeta kendini ihbar ediyor.
Bu hummalı çalışmalarının meyvesini ise geçtiğimiz perşembe alan Hasan, Lefkoşa’daki Askeri Mahkeme’de ilk kez yargıç karşısına çıkarıldı. Dava, tarafların hazırlanması adına 22 Ocak 2026 tarihine ertelenmiş durumda.
Askeri mahkeme sonrası Hasan ve kendisiyle dayanışmaya gelen kalabalıkla Derviş Büfe’ye gidiyoruz.
Genelde sakin bir mekân olan büfe, İngilizce ve Yunancanın hâkim olduğu bir uğultuya boğuluyor. Hasan, dayanışma için Kıbrıs’ın güneyinden gelen onlarca dostuna teşekkür ediyor, sarılıyor.
Bir tost söylüyor ve röportaj için büfenin yola bakan kısmındaki hasır sandalyelerde yerimizi alıyoruz.

“Askerliğimi Karakeşler’de yaptım; yüzüm güneye değil, kuzeye dönüktü”
Zorunlu askerlik hizmetini 2017 yılında tamamlayan Hasan’a, “bu mücadelenin hikâyesi nasıl başladı?” diye soruyorum.
“Ben askerliğimi 2017 yılında Derinya–Karakeşler’de yaptım. Sınırda defalarca nöbet tuttum ama bir kez bile yüzümü güneye çevirmedim. Rumlar gelecek, bize saldıracak diye düşünmedim. Sürekli kuzeye baktım; bizim karargâhın tarafına. Komutan ne zaman gelecek ve bizi dürtecek diye bekledim.
Biz Kıbrıslı genç erkekler askerlikten hayatımız boyunca kaçtık. Herkes kaçıyordu. Belki söylemiyor olabilirler ama 18 yaşına gelen her erkek, Asal Şube’ye gidip ayak numarası, boyu, kilosu ölçüldüğü andan itibaren aynı hissi yaşamıştır. Aniden ‘Bizim hayatımız vardı, konservatuvar okuyacaktık, müzik yapacaktık’ diye düşünmeye başlarsın.”
“Chris, Prodia… Ben sürekli bu insanlarla yiyorum, içiyorum; bana onları öldürmeyi mi öğreteceksiniz?”
Bu kez “vicdani ret fikri ile nasıl tanıştığını” soruyorum.
“2017 yılında askere gittiğim dönemde vicdani ret diye bir şeyin varlığından haberdar değildim. Bilseydim, doğrudan vicdani reddimi açıklar, orduya katılmazdım. O dönem bilmiyordum, araştırmamıştım. Artık konuya tamamen ideolojik bir noktadan bakıyorum.
Chris, Prodia… Bu insanlar Kıbrıslı Rum. (Röportajı yaptığımız mekânın iç kısmını işaret ediyor.) İçeride daha onlarcası var. Bu insanlar benim arkadaşlarım. Her gün yiyip içtiğimiz insanlar. Bu insanlar beni öldürmeye mi çalışıyor? Bana onları öldürmeyi mi öğreteceksiniz? Öyle bir şey olamaz.
Diyelim ki öyle bir hisleri var. Karşılıklı silahlanmak mı zorundayız? Bunun çözümü ordular kurmak, silahları çoğaltmak mı? Bu, günün sonunda hepimize zarar verir; verecektir.”
“Savaş cephede olmaz; mutfağın içinde, çocuğun gözünün önünde olur.”
Savaş ve ordu hakkındaki fikirlerini sormam üzerine Hasan şöyle devam ediyor:
“Savaş cephede olmaz; mutfağın içinde olur, çocuğun gözünün önünde olur. Eline tüfek alıp bir insanı öldürmek o kadar kolay değil. Siz hiç öyle bir ana tanıklık ettiniz mi? Ben bu oyunun içine girmeyeceğim.
Vicdani redde dair duygu ve düşüncelerim işte buradan üremeye başladı. Kanunlar, makaleler okumaya başladım.”
“Mustafa’nın hapse gireceğini duyunca pılımı pırtımı topladım, İspanya’dan Kıbrıs’a döndüm.”
Vicdani reddini açıklamaya nasıl karar verdiğini soruyorum:
“Karar noktam, Mustafa Hürben’in vicdani reddini açıklaması üzerine hapse gönderilmesi oldu.
İki yılı aşkın süredir İspanya’da yaşıyordum, keyfim de yerindeydi. Ama Mustafa’nın başına gelenleri görünce pılımı pırtımı topladım ve Kıbrıs’a döndüm. Vicdani reddimi açıklamaya karar verdim. ‘Bu adanın buna ihtiyacı var’ dedim ve mücadeleye başladım.
Aralık 2024’te Mustafa’nın davası vardı. Orada kendimle konuşmaya başladım, iç muhasebemi yaptım. Kıbrıs’taki ve dünyadaki vicdani ret davalarını okumaya başladım.
Ardından Kakopetria’ya gittim; oradaki ahbaplarımla buluştum. Beş gün kadar onlarla kaldım, fikrimi anlattım, düşüncelerini aldım ve kuzeye döndüm. Lefkoşa’daki Büyük Han’a gidip vicdani reddimi açıkladım.”
“Asal Şube’ye gidip kendimi şikâyet ettim.”
Vicdani reddini açıklaması üzerine başına bir şey gelip gelmediğini soruyorum.
“Açıkladım açıklamasına ama bana dava açmadılar. Çünkü pek çok dosyam kayıptı. Yurtdışında olduğum için bana hiçbir şey tebliğ etmemişlerdi.
‘Artık sizden korkmuyorum’ dedim ve mücadelemi başlatmak adına Asal Şube’ye gidip kendimi şikâyet ettim. Kaybolan dosyalarımı buldum. Para cezalarımı ödemediğimi beyan ettim. ‘Bana dava açın’ dedim.
Kendi dosyalarımı bulmak için gittiğim bir polis karakolunda bazı memurlar bile ‘Bravo, belki bir şeyleri başarırsınız’ dedi. Çok şaşırdım. İçimden başardığımı hissettim. Çünkü konunun gündeme gelmesi, tartışılması benim için yeterli. Zaten amacım bu. Başka ne yapabilirim ki? Ben politikacı değilim, doktor değilim. Ben bir müzisyenim. Amacım buydu ve yaptım.”
“Hapse gönderileyim; vicdanım rahattır.”
Hasan’ın son sözleri ise şöyle oluyor:
“Hapse gönderileyim; vicdanım rahattır.
Hâlâ bir yıl boyunca üniformayı giyip silah tuttuğum, orduya girdiğim için kendimle yüzleşiyorum.”
Fotoğraflar: Hayal Gezer
Kaynak: Yeni Düzen


