Hikmet Hazer

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde, Kuşadası Eğitim-Sen’de düzenlenen etkinlikte vicdani reddini açıkladı.

BASINA VE KAMUOYUNA

Bugün, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde, insan haklarının yalnızca devletlerin vitrini olarak kullanıldığı, savaş politikalarının halkların yaşamına yön verdiği, militarizmin ise bir yönetim aracına dönüştüğü bu dönemde, ben kendi vicdanımın, kimliğimin ve politik duruşumun gereğini yapıyorum:
Devletin savaşına katılmayı, zorunlu askerliği, militarizmin tüm tahakküm biçimlerini reddediyorum.

Bu yalnızca bireysel bir karar değil; feminist, LGBTİ+’ların, halkların ve savaş karşıtlarının tarihsel mücadelesinin bir parçasıdır.

Ben bir trans bireyim ve biliyorum ki militarizm, devletlerin en katı biçimde erkekliği dayattığı, heteronormativiteyi kutsadığı, LGBTİ+’ların yaşamını kriminalize eden bir şiddet düzenidir. Ordu, transların, lubunyaların ve norm dışı sayılan tüm kimliklerin yok sayıldığı, aşağılandığı ve baskı altına alındığı bir kurumdur.
Cinsiyet kimliğimi silmeye, bedenimi disipline etmeye, varlığımı bir tehdit olarak kodlamaya çalışan hiçbir yapının parçası olmayacağım.

Feminist mücadele bize şunu öğretir:
Savaş erkekliğin kurduğu bir dildir; militarizm patriyarkanın en görünür aygıtıdır.
Zorunlu askerlik, “erkek olmanın ispatı”na dönüştürülür; güç, itaat, şiddet ve duygusuzluk kutsanır. Bu düzen kadınları, LGBTİ+’ları, halkları ve ezilenleri sistematik biçimde dışlar. Ben bu dışlamanın karşısında bir feminist olarak duruyorum.
Patriyarkanın ordusuna hizmet etmeyeceğim.

LGBTİ+ hareketi yıllardır militarizmin kurduğu “normal vatandaş, makbul erkek, makbul asker” kurgusuna meydan okuyor. Bizler, bedenlerimizin devletin kontrolüne açık bir araç olmadığını, kimliğimizin kimsenin hizmetine sunulamayacağını defalarca söyledik. Bugün burada yaptığım açıklama da bu tarihsel isyanın devamıdır.
Ben bedenimi, kimliğimi, yaşam hakkımı militarizme teslim etmiyorum.

Savaş karşıtıyım çünkü savaşın mağdur ettiği yalnızca askerler değildir; kadınlardır, LGBTİ+’lardır, halklardır, çocuklardır. Savaş; evleri, hayatları, toplumsal hafızayı yok eden bir makinedir. Kürdistanda yıllardır “güvenlik” adı altında yürütülen savaş politikalarının en ağır sonuçlarını yaşıyor. Ölümün normalleştirildiği, barış talebinin kriminalize edildiği bu düzende, savaşın tarafı olmayı reddediyorum.
Devletin savaşına değil, halkların yaşamına bağlıyım.

Bugün ayrıca bu açıklamayı *Kürt halkının* yıllardır maruz bırakıldığı militarist baskıya karşı bir tutum olarak yapıyorum. Kürt halkının dili, kültürü, yaşamı, varoluşu sürekli bir şiddet politikasıyla bastırılmaya çalışılırken; devletin zorunlu askerlik sistemine boyun eğmek, bu şiddetin parçası haline gelmek anlamına gelir.
Ben bu düzenin suç ortağı olmayacağım.
Kürt halkının barış ve özgürlük mücadelesinin yanında olduğumu ilan ediyorum.

Dayanışmamı özellikle vurgulamak istediğim bir isim var:
27 Kasım’da Kıbrıs’ta yargılanan ve mahkemesi Ocak ayına ertelenen vicdani retçi Hasan Rahvancıoğlu.
Hasan’ın davası; vicdani ret hakkının, antimilitarist duruşun ve barış mücadelesinin yargılanmasıdır. Devletler, barış isteyenleri susturmak istedikçe, bizler daha gür sesle dayanışmayı büyütüyoruz.
Hasan’ın mücadelesi mücadelemizdir; onun yanında olduğumu açıkça duyuruyorum.

Benim vicdani reddim bir “suç” değil, devletlerin militarist politikalarına karşı insan kalma ısrarıdır. Devlet benden itaat etmemi, susmamı, bedenimi ve kimliğimi askeri amaçlara teslim etmemi istiyor. Bundan sonra da isteyecek. Ama ben bugün şunu söylüyorum:

Ben itaat etmiyorum.
Ben şiddeti reddediyorum.
Ben militarizmi reddediyorum.
Ben hayatı, özgürlüğü, kimliğimi ve barışı savunuyorum.

Ve son olarak:
Bu açıklama yalnızca benim değil; feministlerin, LGBTİ+’ların, halkların, vicdani retçilerin, barış savunucularının sesidir.

Yaşasın vicdani ret!
Yaşasın Lubunya dayanışmamız
Yaşasın halkların kardeşliği!
Biji Aşiti

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org