VR-DER’den GBT protestosu ve 23 vicdani ret açıklaması

VR-DER’in, Soma Katliamı sebebiyle ertelediği “Kaçak Değil Vicdani Retçiyiz” yürüyüşü, bugün Kadıköy’de gerçekleştirildi. Kadıköy İskele Polis Merkezi önüne kadar yürüyen vicdani retçiler, polis barikatı önünde kendilerine verilen GBT tutanaklarını ateşe verdiler. Daha sonra Karaköy İskelesi önüne kadar yürünerek burada da 23 kişi vicdani reddini açıkladı.

Kadıköy’de “Kaçak Değil Vicdani Retçiyiz” Yürüyüşü

15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü etkinlikleri dahilinde, Vicdani Ret Derneği’nin geçtiğimiz hafta Soma Katliamı sebebiyle ertelediği “Kaçak Değil Vicdani Retçiyiz” yürüyüşü, bugün Kadıköy’de gerçekleştirildi.
Bugün saat 14:00’te Kadıköy Boğa’da toplanan vicdani retçiler, savaş karşıtları ve antimilitaristler, son zamanlarda asker “kaçak”larına yönelik gerçekleşen GBT tehditlerine karşı bir yürüyüş gerçekleştirdi. Kadıköy Boğa’dan Mehmet Ayvalıtaş Meydanı’na, oradan da Kadıköy İskele Polis Merkezi önüne yürüyen vicdani retçiler, yol boyunca attıkları sloganlarla, pankartlarıyla, dövizleriyle savaş karşıtı bir duruş olan vicdani ret hakkını vurguladı.
“Reddet Diren Hayır De! Askere Gitme”, “Barış İçin Vicdani Ret”, “Askere Gitme, Kardeş Kanı Dökme” sloganlarıyla yürüyen Vicdani Ret Derneği üyeleri, Lise Anarşist Faaliyet, Anarşist Gençlik ve eyleme katılan tüm savaş karşıtları, yol boyunca atılan ajitasyonlarla, bu topraklarda yıllar boyu yaşanmakta olan savaşa dikkat çekerek, vicdani reddin bu noktadaki önemini vurguladı.
Yürüyüş sonrasında Kadıköy İskele Karakolu önüne gelen vicdani retçiler, karakolun önüne barikat kuran polise kadar ilerledi ve polis barikatı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın metnini okuyan VR-DER Yönetim Kurulu Üyesi Gökhan Soysal açıklamada, “GBT uygulaması çeşitli nedenlerle askere gitmeyen birçok yoklama kaçağı veya bakayanın firari bir yaşantı içerisine girmesine, dolayısıyla kamusal hizmetlerden yararlanmasının engellenmesine, toplumsal yaşantısının, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olmaktadır” dedi. Yapılan açıklama sonrasında, polis barikatlarının önünde, vicdani retçilere verilen GBT tutanakları, “Kaçak Değil Vicdani Retçiyiz” sloganlarıyla ateşe verildi.
Tutanaklarının yakılmasının ardından Karaköy İskelesi önüne yürüyen Vicdani Retçiler burada da kısa bir açıklama yaptı. Açıklamada konuşan VR-DER Eşbaşkanı Merve Arkun, derneğin bir yıllık faaliyetlerine değindi ve yapılacak tüm vicdani ret açıklamalarının Soma’da katledilen maden işçilerine, Gezi’de katledilenlere ve geçtiğimiz günlerde Okmeydanı’nda polis tarafından katledilen Uğur Kurt ve Ayhan Yılmaz’a ithaf edileceğini açıkladı.
Açıklamanın ardından 23 kişi vicdani reddini açıkladı. Vicdani ret açıklamalarının ardından, eylem sloganlarla sonlandırıldı.
DSC_0179
IMG_8534 DSC_0222 DSC_0286 DSC_0401 IMG_8563 IMG_8556  DSC_0419
IMG_8489

**

VR-DER Yönetim Kurulu Üyesi Gökhan Soysal’ın okuduğu basın açıklaması:

BASINA VE KAMUOYUNA

1989 yılında Türkiye topraklarında ilk vicdani retlerin açıklanmasından bugüne devlet vicdani retçileri ve vicdani retçilerle birlikte olan, dayanışma gösteren herkesi yıldırmak için türlü yöntemler denedi.
Birliğe mevcutlu götürme uygulaması bunlardan biriydi. Sokaktan, evinden işyerinden alınan vicdani retçiler zorla birliğe götürüldüler. Ancak vicdani retçiler askeri birlikte üniforma giymeyi, silah tutmayı, verilen emirlere uymayı reddettiler. Ellerine geçen ilk fırsatta da özgür insanlar olarak evlerine geri döndüler. Emre itaatsizlik ve firar suçlamalarıyla yargılandılar. Ama yılmadılar. Her defasında devlet yıldı, mahkemeler yıldı. “Çürük” raporu vererek kurtulmaya çalıştılar.
İşkence ve kötü muamele bunlardan biriydi. Vicdani retçilerin saçını sakalını zorla kestiler. Rütbeliler kimi zaman kendileri dövdü, kimi zaman askerlerine dövdürdüler. Vücutlarda yaralar açtılar belki ama vicdana dokunamadılar. Vicdani ret hareketinin dayanışmasıyla işkenceciler bazen yargılandılar çoğunlukla ise devlet tarafından korundular. En azından yaptıklarının her zaman yanlarına kar kalmayabileceğini öğrendiler. Evet, bizi sevmiyorlar, hatta nefret ediyorlar ama artık bir vicdani retçiyle karşı karşıya olduklarında kendilerine asla itaat etmeyecek biri olduğunu biliyorlar.
Halkı Askerlikten Soğutma” suçlaması bunlardan biriydi ve halen bu madde ceza kanunundaki varlığını korumaya devam ediyor. Bu suçlamayla onlarca kişi soruşturuldu-yargılandı, kimimiz mahkûm da edildi. Ama hiç kimse “hayır ben halkı askerlikten soğutmadım” demedi, “keşke soğutabilsek, uğraşıyoruz” dedik. Vicdani retçiler, savaş karşıtları, anti-militaristler halkı askerlikten soğutmanın suç olmadığını söyleyerek soğutmaya devam ettiler. Sonunda devlet yıldı ve kanunu baya yumuşattı. Artık bu suçlama neredeyse uygulanamaz bir hal aldı.
Şimdilerde yeni bir taktiğe geçildi: GBT. Yoklama kaçağı ve bakayalar artık Milli Savunma Bakanlığı tarafından İçişleri Bakanlığına bildirilmekte ve GBT adı verilen “aranan kişiler”in kaydının tutulduğu sisteme kaydediliyor. Bunun anlamı şudur: Eğer askerlik yapmayı reddediyorsanız, bir otelde kaldığınızda sabahın beşinde kapınıza polis dayanabilir. Sokakta polis çevirdiğinde, emniyette bir işlem yaptırmaya gittiğinizde, mahkemede bir işiniz olduğunda yakalanabilirsiniz. Yakalanan kişiye bir süre verilir ve bu süre içerisinde askerlik şubesine giderek işlemlerini yaptırması veya birliğine teslim olması tebliğ edilir.
GBT uygulaması çeşitli nedenlerle askere gitmeyen birçok yoklama kaçağı veya bakayanın “firari” bir yaşantı içerisine girmesine, dolayısıyla kamusal hizmetlerden yararlanmasının engellenmesine, toplumsal yaşantısının, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olmaktadır.
Uluslararası hukukun tanıdığı vicdani ret hakkının ve vicdani retçilerin statüsünün tanınmamasının sonucu olarak vicdani retçiler de yoklama kaçağı veya bakaya olarak GBT kayıtlarına işleniyor. Birçok vicdani retçinin evinin, otelde kaldığı odasının kapısına polis dayandı veya pasaport ve benzeri işlemleri yaparken haklarında yakalama işlemi yapıldı. Ancak bilinmesi gerekir ki, daha önceki baskı politikaları gibi GBT baskısı da hiçbir şekilde vicdani retçileri yıldırmayacaktır. Vicdanlar, savaşları, savaş politikalarını, militarizmi reddetmeye devam edecektir. Ve biz Vicdani Ret Derneği olarak vicdani retçilere yönelik her türlü baskının karşısında durmaya ve dayanışmayı daha da büyütmeye elbette devam edeceğiz.

VİCDANİ RET DERNEĞİ

**

Vicdani ret açıklayanların vicdani ret deklarasyon metinleri ise şöyle:

Ben Uğur kaymaz 12 yaşında 13 kesin ile katledildim.

Ben Ceylan Önkol aletin attığı Havan topuyla katledilen bir çocuğum.

Ben Berkin Elvan 15 yaşında 16 kiloya düşen bedenim 269 gün boyunca direnebildi.

Ben Roboski de katledilenlerden biriyim. Katır sırtında taşındı cansız bedenim.

Xalepce de kimyasallarla öldürülen bir çocuğum ben. Oyunu da hayalleri gibi yarım kalan. Ben Özge Gündoğan eski sevgilim tarafından sokak ortasında herkesin gözü önünde silahla öldürüldüm.

Çağla’yım Demet’im katledilen trans bireylerden biriyim.

Ben Soma da bir işçiyim, öğrendim ki benim ölümün işinin fıtratında varmış.

Yaşam alanlarımı savunduğum için katil polis tarafından biber gazıyla katledilen Metin Lokumcu’yum ben.

Ben Sevag Şahin Ermeni Soykırımının yıldönümünde 24 Nisan da TSK benim üzerimden soykırımını devam ettirdi.

Ben Uğur Kurt bu devletin geleneği boyunca katlettiği milyonlarca Alevi’den biriyim.

Ben Merve Demir vicdani reddimi açıklıyorum. Çünkü ben bir kadınım, ben bir Kürdüm, ben devrimci bir anarşistim. Devletin adaletsizlik olduğunu, katil olduğunu, geleneğinin katliam olduğunu biliyorum. Bu yüzden bu militarist sistemin bir parçası olmayı reddediyorum.

Militarizm yaşamlarımızı yok etmeden, biz militarizmi yok edelim.

Merve Demir

——————

Soma’da katledilen işçilere ithafen;
Merhaba ben Ozan Şahin,
Kapitalizm bir zümreyi zenginleştiren geri kalan herkesi ve her şeyi yoksullaştıran bir sistemdir. Böyle bir sistemin saç ayaklarından biri ordudur ve dünyadaki hiçbir ordu diğer ordularla savaşmak üzerine eğitilmez, bütün orduların amacı ezilenleri baskılamaktır. Yani var olan sistemin devamlılığını sağlamak ordunun asli görevidir.
Öyleki bizim coğrafyamızda;
1968 yılında Kozlu direnişinde Ereğli’den getirilen Deniz piyadeleri direnişi kırmak için saldrımıştır.
1969’da Alpagut işgali’nde, 73 gün ücretlerini alamayan işçilerin direnişi Ankara’dan getirilen Jandarma Birliğinin saldırması sonucunda bastırılmıştır.
1969 yılında Türk Demir Döküm işgali polis tarafınca bastırılamayınca, 4000 jandarma, 10 tank ve 15 zırhlı araçla fabrikayı kuşatan yine Ordudur.
1970 yılında Sungurlar Kazan Fabrikası’nda 700 işçinin direnişi polis tarafınca bastırılamayınca devreye yine jandarma girmiştir.
1980’de Amasya Suluova’da bulunan Yeni Çeltek’teki grev 12 Eylül 1980 darbesiyle bastırılmıştır.
Öyleki 1980 yılında Kenan Evren Tariş İşgalini kastederek, “biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla uğraşıyoruz” demiştir.
Kürdistan’da evlerde silah arama bahenesiyle giren asker köylüleri her arama sonrasında dövmüştür. Dayak yetmemiş, öldürmüştür; ölüm az gelmiş köyleri boşaltmış ve yakmıştır. Bu doğrultuda ordunun amacı kürt halkını denetim altında tutmak ve sürekli baskılayarak olabilecek bir kalkışmaya katılmamalarını sağlamaktır.
33 Kurşun’dan Roboski’ye Devletin askeri, devletin sınırında, devlete vergi vermeden geçen yoksul halkı katletmeyi kendine görev bilmiştir.
Kurdukları Jitem’le binlerce insanı katletmişlerdir.
Soma katliamının hemen ertesinde de asker yine asli görevini yapmış ve Soma’da devletin otoritesinin sarsılmaması için ilçede polisle beraber yoğun bir “güvenlik” oluşturmuştur.
Böyle bir sistemde askerliği kabul etmek salt ömründen bir ya da yarım yılını almaz. Aynı zamanda var olan sömürü sistemini kabul etmeni ve ezilene karşı ezenin tarafında olmanı gerektirir. Ben bir devrimci anarşist olarak; ezene karşı ezilenlerin mücadelesini savunuyorum ve kaçak değil vicdani retçiyim.
Militarizm yaşamlarımızı yok etmeden, biz militarizmi yok edelim!

Ozan Şahin

Ben Selin Derici. Anti militarist ve anarşist bir kadın olarak vicdani reddimi açıklıyorum. Çocukluğumdan başlayarak okulda ve her alanda militarizmin ve onun yarattığı adaletsizliklerin birçok biçimini deneyimledim. Bir (kız ) çocuğu olarak ailede, bir kadın olarak evde, sokakta ve yaşamımın her alanında erkek iktidarlar tarafından güçsüz ilan edilerek ötekileştirildim. Devlet ve onun kendi hakimiyetini arttırabilmek için var ettiği militer kültür aslında en çok kadını yok sayar. Çünkü kadın devlet nezdinde savaşa gidecek olanı yetiştirecek bir anne, toplumsal cinsiyet rollerinin devamlılığına sessiz ve sinik bir özne, uğruna savaşlar ve katliamlar yaratılacak ama yine de korunacak bir vatandır. Ancak kadın kendisine dayatılan tüm bu rollerin dışında, kendi varoluşu için mücadele eden ve direnendir. Kendi varlığını katliamlar üzerine kuran devlet için zorunlu askerlik vazgeçilmezdir. Devlet zorla askere aldığı erkekleri ölmeye ve öldürmeye ikna ederken, kadınları da bunun normalleştirilmesinde bir araç olarak kullanır. Oysa bu topraklarda savaşın bizzat öznesi olan kadınlar, Cumartesi Anneleri’yle, Barış Anneleri’yle devlete ve militarizme karşı mücadeleyi gösterdiler hepimize. Ben de bu yüzden yalnızca bir kadın olmamdan dolayı beni yok sayan militarizmi, savaşların devamlılığına beni araçlaştıran devleti, bu devletin yaratıcısı olduğu tüm savaşları reddediyorum. Vicdani reddimi açıklıyorum. Militarizm yaşamlarımızı yok etmeden, biz militarizmi yok edelim!

Selin Derici

 ——————

Ben, Ece Uzun. Bu coğrafyada yaşayan herkes gibi militarizmin dayatmalarıyla büyüyen bir kadınım. Daha küçücükken abimi üniformalarıyla gördüğümde karşımdaydı militarizm. Bir annenin oğlunun önünde saygı duruşuna geçmesindeydi. Zeytin çekirdekleri bile asker gibi dizildiğinde, komutla yemeğe başlandığında sofradaydı militarizm. Asker kardeşi silah tutmalı, erkek gibi kız olmalı deyip çocukluğumuzu çaldığında oyuncak yapmıştı bizi militarizm. Biraz daha büyüdüğümde ise okuldaydı. Tek tip kıyafetlerde, saygı duruşlarında, bayrak törenlerindeydi. Kışla gibi yüksek telli duvarlarla çevriliydi etrafımız. Katliamların yücelikle özdeşleştirildiği, sınırları, duvarları yaratanlarındı militarizm. Küçük bir çocuk düğünde havaya açılan silah nedeniyle öldüğünde, her gün alenen insanlar katledildiğinde ise sokaktaydı militarizm. Militarizm, her geçen gün ölüm haberi almaktır. Çünkü militarizm öldürür. Ne düşündüğünün, kim olduğunun önemi yoktur. Emir komuta zincirinin bir parçası olan, sadece ölmek ve öldürmek için var olan bir ‘şey’sindir sadece. Anarşist bir liseli ve anti militarist bir kadın olarak; var olan tüm otoriteler karşı koyduğum gibi, militarizmin otoritesine de karşı koymak için vicdani reddimdir: Ölmeyi, öldürmeyi, bu emir komuta zinciri içinde yer almayı ister özne ister nesne konumunda bulunmayı reddediyorum.

Ece Uzun

  ——————

Merhaba, ben Umut Çakmak. 16 yaşında anarşist bir Kürt genciyim. Bugün burada vicdani reddimi açıklıyorum çünkü ben eğitimin dayattığı militarizmi biliyorum. Çocukların oyun oynamaları gereken yaşlarda tek tip kıyafetlerle hizaya sokulduğu, katliamları anlatan marşların okunduğu, yüksek duvarlarla yaşamlarının çalındığı sistemi biliyorum. Biliyorum, Kürdistan’da devlet tarafından katledilen Ceylan Önkol’u, Uğur Kaymaz’ı. Ve daha nicelerini. Biliyorum, Roboski’de, Reyhanlı’da, Soma’da katliam yapan devleti, militarizmi. Biliyorum Okmeydanı’nda devletin polisinin Uğur Kurt’u katlettiğini. Çünkü devletler hep katleder. Yüce dediği askerlik sıfatını bizlere yapıştırmaya çalışır ve ‘’Öldür’’ der. Çünkü militarizm öldürür. Var olan devletin, militarizmin otoritesine karşı koymak için vicdani reddimdir.

Umut Çakmak

 ——————

Merhaba ben Gülce Gümrükçü, Yaklaşık 10 senedir militarist eğitim sisteminde diğer yaşıtlarım gibi konumlandırıldım. Daha ilkokul çağında beyinlerimize enjekte edilen bu militarizm, artık benim de kabul etmediğim bir olaydır. Küçücük yaşlarda erkek arkadaşlarıma verilen silahlar, kadınların zayıf görülüp aşağılanması, kardeşini öldürmek için yapılan çağrılar, artık sonu gelmeyen bir döngüye girdi. İleride sevgilimin, kocamın veya ağabeyimin ölüm haberini veya kaç insanı öldürdüğünü, yaraladığını duymak istemiyorum, istemeyeceğim. Elinden bir şey gelmeyeceğini düşünen insanlar gibi bu olayın bir parçası olmayacağım. Zengin insanların bedelli askerlik ile kurtulma şansı varken, devlete para yatırmak istemeyenlerin, ya da bunu yapamayacak durumda olan arkadaşlarımın ölümle veya öldürmekle burun buruna gelmesini istemiyorum. Veyahut devletin “eğitim” adı altında yürürlüğe soktuğu üniversitelerin okunması karşılığında askerlik süresinin kısaltılması gibi kuralları vicdanen kesinlikle doğru bulmuyor, ve bu yüzden ret ediyorum.

 Gülce Gümrükçü

 ——————

17 yaşında liseli bir kadınım. Hiyerarşinin her köşeye sindiği okullardan birinde öğrenciyim. Kendi içinde küçük devletler olan okullar, militarist düzenle bizleri esareti altına alıyor. Her sabah saygı durusuna geçip marş, ant okunurken, vatana kendimizi adadığımız söyletiliyor. Üst sınıflar alt sınıflarını eziyor, öğretmen öğrencilerini. İktidarların istediği bireylere dönüşmemiz için “eğitim” veriliyor. Yüksek milli duygularla her an savaşmaya, topraklar için kan dökmeye hazır potansiyel askerler yaratılmak isteniyor. Peki, bu topraklar kimin? Kimin ya da neyin varlığı için savaşıyoruz? Birbirimizin hayatlarını söndürerek ne gibi bir varlık yaşasın istiyoruz? Sınırlar çiziyoruz. Burası bize, burası da size. Sonra buradan bakıyorum, öbür tarafta hiçbir fark göremiyorum. Kardeşlerimizi katledelim diye elimize silahlar veriliyor. Birileri bizi yönetmeye devam etsin, koltukları soğumasın diye silahlar gittikçe artıyor. Ben bir kadın olarak askere gitmiyorum. Ama kardeşim, abim, arkadaşım da gitsin istemiyorum. Kimse için ölmeyelim, öldürmeyelim. Ben bir kadın olarak askere gitmiyorum. Ama hayatın her anında militarizmin getirilerine tanık oluyorum. Eril düzen, yüce kahramanlık anlayışı militarizmi evime, aileme kadar getiriyor. “Kadın kısmı, kız kısmı yapar bu işleri. ” tabuları üzerimize atılıyor. Sistem adımıza kararlar veriyor. Nasıl yaşamamız gerektiği söyleniyor. Bunların hepsini reddediyorum. Hiçbir millete ait değilim. Hiçbir kimlik için savaş vermiyorum. Kimse ağlasın istemiyorum. Berkin’i, Ceylan’ı, Dersim’i, Roboski’yi ve kaybolan milyonlarca canı düşünerek militarizmi reddediyorum. Otoriteye karşı koymak için vicdani reddimi açıklıyorum.

 Yaren Şimşek

 ——————

Ben Şeyma Çopur.16 yaşında bir liseli ve bir kadın olarak vicdani reddimi açıklıyorum. Çünkü militarizm yalnızca kışlada erkeklerin değil; evde, okulda, sokakta hepimizin yaşamlarını katlediyor. Okulda her gün asker gibi sıraya diziliyor, hizaya gelmek istemeyince, otoriteye karşı çıktığımız için disiplin kurullarında terbiye ediliyoruz. Derslerde militarizmle eğitiliyoruz. Tarih derslerinde övündükleri tarihlerini anlatıyorlar: ”Militarizmin katlettiği yaşamların tarihini.’’ Coğrafya derslerinde insan kanıyla sulanmış sınırları, beden eğitiminde ”rahat, hazır ol!” komutlarıyla itaat etmeyi öğreniyoruz. Öğreniyoruz çünkü eğitim, militarizm; okul, kışla; öğrenci askerdir! Her ne koşulda olursa olsun, militarizm öldürür. Bu coğrafyada erkeksek askere gidiyor, devlet için kardeşlerimizi öldürüyor ve ölüyoruz; kadınsak militarizme asker yetiştiriyor, savaşlarda evlatlarımızı, sevdiklerimizi vatan sağ olsun diye toprağa veriyoruz. Ben evde, okulda, sokakta asker olmayı; militarizm, eğitilmeyi, devletin savaşlarında sevdiklerimi yitirmeyi, otoriteye boyun eğmeyi reddediyorum. Otoriteye, militarizme karşı koymak için vicdani reddimdir.

 Şeyma Çopur

——————

Ben Pelin Derici. Anarşist bir kadın olarak Devleti, onun devamlılığını sağlayan militarizmi ve bağlı bulunduğu bütün iktidar mekanizmalarını reddediyorum. Reddediyorum çünkü tüm iktidar mekanizmaları ‘erk’ektir ve cinsiyetçidir. Kadını yok sayar, taciz eder, tecavüz eder, öldürür. Yaşamlarımızı yok eder. Reddediyorum çünkü vatandır gördükleri kadını. Ve erkek kollarıyla korumak isterler vatanlarını. Kadını güçsüz görüp acizleştirirler ve korunmaya muhtaçmış gibi gösterirler. Ve tıpkı kadın gibi korunmaya muhtaç ilan ettikleri vatan uğruna çıkardıkları her savaşta, kadını tekrar tekrar katledip yine kadına tecavüz ederler. Reddediyorum çünkü Ethem’in, Berkin’in, Ali İsmail’in, Medeni’nin, Fadime Ana’nın ve katledilen birçok kardeşimizin öfkesi henüz dinmeden yeniden gördük devletin kendi varlığını bizim yaşamlarımızı çalmak üzerine kurduğunu. Uğur’u sokak ortasında sıktığı kurşunla, Ayhan’ı attığı biber gazıyla nasıl katlettiğini. Devlet ve militarizm yaşadığımız her an bizleri yok etmeye ve katletmeye devam ediyor yüzden anti militarist ve anarşist bir kadın olarak Devletin kendi varlığı için bana dayattığı militarizmi, onun savaşlarını ve katliamlarını reddediyorum. Vicdani reddimi açıklıyorum.

Militarizm yaşamlarımızı yok etmeden biz militarizmi yok edelim!

Pelin Derici

——————

Ben Serhat Budak. Örgütlü anarşist bir birey olarak devletin ve kapitalizmin yaşamı nasıl katlettiğini gördüm. Soma’da. Roboski’de, Reyhanlı’da, Lice’de, 1915’de, Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Koçgiri’de, Gazi’de, Beyazıt’ta, Halepçe’de katledilen hep biz olduk. Uğur katledildi. Ceylan, Şerzan, Berkin, Fadime ana katledildi. Ethem, Ali İsmail katledildi. Abdullah, Mehmet, Medeni, Ahmet, Hasan Ferit, Uğur, Ayhan katledildi. Her gün katledilen hep insanlık oldu. Askerlik devletin insanları ölmeye ve öldürmeye ikna ettiği bir dayatmadır. Ben de ne ölmeye ne de öldürmeye gelmeye geldim bu hayata. Bu yüzden devletin bana dayattığı silahı tutmayı onun için ölmeyi ve öldürmeyi reddediyorum. Vicdani ve total reddimi açıklıyorum.

Serhat Budak

 —————— 

Ben Şükran Kızıl. Vicdani reddimi açıklıyorum. Bu topraklarda yalnızca Kürt olmamdan dolayı, devletin uyguladığı yok etme politikalarına karşı direndim. Dilime, kültürüme, kimliğime yönelik devletin yürüttüğü inkâr ve imha politikasına karşı mücadele ettim. Dersim’de, Zilan’da, Roboski’de kardeşlerimi katleden; köyümü yakan, ailemi göçe zorlaya; milli tarih dersleriyle beni Türkleştirmeye çalışan devlete karşı kendi varoluşumu savundum. Yine bu topraklarda, yalnızca kadın olmamadan dolayı erkek egemenliğinin bir mağduru olmak zorunda bırakıldım. Beni birilerinin eşi, kardeşi, sevgilisi, annesi, namusu ilan etmek isteyenlere karşı, yalnızca bir ”kadın” olarak varlığımı sürdürdüm. Şimdi, bir kadın olarak beni kendi savaşlarının devamlılığında araçlaştıran devleti, ”erk” i kutsallaştırarak kadını yok sayan ataerkiyi, insanı tek tipleştirerek tahakküm altına alan militarizmi reddediyorum. İktidarların, ölmeyi ve öldürmeyi kutsallaştırmak, katliamlarını normalleştirmek için sürdürdüğü zorunlu askerliği bir kadın olarak reddediyorum. Anti militarist ve anarşist bir Kürt kadını olarak, her gün sokak ortasında kardeşlerimi katletmeye devam eden iktidarlara karşı vicdani reddimi açıklıyorum.

Şükran Kızıl

 —————— 

Mevcut ataerkil, kapitalist sistem kadınlara, çocuklara ve en nihayetinde erkeklere zulüm etmektedir. Devlet de bunu desteklemektedir. Kadının yaratıcı, paylaşımcı, şefkat dolu, vicdanlı varlığı hiçe sayılmakta; onlara uygulanan her türlü şiddet, gelenek göreneğe sığınılarak meşru kılınmaktadır. Bu şiddet bizzat devlet tarafından savaşta ve barışta bir silah olarak kullanılmaktadır. Sistemin parçası olan her bir birey için kadın, sadece çocuk doğurmalı ve bu çocukları gerektiğinde ölecek bir asker, bütün ömrünü bir fabrika, bir maden, bir atölye köşesinde harcayacak işçi ve en kötüsü bunların devamını sağlayacak bir anne olarak yetiştirmelidir.

Doğan çocuklar ise küçük yaşlarına rağmen zor şartlarda çalıştırılmakta, yine şiddetle terbiye edilmekte, olmadı dört duvar arasında tutsak edilmektedir. Tecavüz yine bir terbiye aracı olarak kullanılmakta ve onlara karşı uygulanan şiddet ise yine görmezden gelinmektedir. Çocuklar evlendirilerek dirençleri kırılmakta ve bu rezil sistemin devamı sağlanmaktadır.

Bu yüzden ben Fulya Aydın bu sistemin ve devletin dayattığı her türlü şiddete karşı çıkıyor ve vicdani reddimi ilan ediyorum.

Fulya Aydın

 —————— 

Bugün; katil devlet ve faal yandaşı militarizmi bir kez daha afişe etmek için buradayım. Kapitalist sistem ve işbirlikçisi devlet, vatan-millet sevgisiyle beynini yıkadıkları halkları bir avuç daha fazla toprak için savaşa sürüklüyor. Vatan kurtarma düşüncesiyle kendini teselli edenler, kardeş katilini meşrulaştırıp, devlet ve ordusunun durumdan nemalanmaya çalışmasına mahal veriyor. Ben ise başlı başına bu durumun kendisini kınıyor, askeri ve militer antlaşmaların hiçbirini kabul etmiyorum.

Bütün devletlerin katil ve katliamcı olduğunu biliyorum. Yaşadığım coğrafya sebebiyle başta Maraş, Sivas, Roboski ve Soma’da devletin yaptığı katliamları; katlettiği Ceylan’ı, Uğur’u, Berkin’i ve daha nicelerini unutmayı reddediyorum. İkiyüzlü T.C devletinin faşizmini, Kürdistan halkına saçtığı terörü lanetliyor ve kalekol yapımını reddediyorum.

Ben Mine Yılmazoğlu. Kapitalist sistem ve devlet adına; her koşulda silahlanmayı, ölmeyi ve öldürmeyi reddediyorum. Anarşist bir kadın olarak; erkeğin orduya, kadının da erkeğe köle olduğu bu ataerkil militarist anlayışı reddediyorum. Vicdanım, bu sistemin bir parçası olmayacağından vicdani reddimi açıklıyorum.

Militarizm yaşamlarımızı yok etmeden, biz militarizmi yok edelim.

Mine Yılmazoğlu

 —————— 

Vicdani Ret Beyanımdır

Ben Vahap Güler

Ben yaşadığımız bu topraklar üzerinde devletin, kapitalizm ve militarizm yoluyla her şeyi yerle bir ettiğini, bütün canı yaşamını tehdit ettiğine inanıyorum. Bu topraklar üzerinde T.C Devletinin yaptığı katliamlarda Ermeni, Rum, Kürt kardeşlerimin sorumluluğunu hissediyorum. Devletin yaptığı tüm katliamların karşısında durmam gerektiğini biliyorum. Ayrıca Militarizmin kışlaya sıkışıp kalmış bir şey değil, yaşamın bütününe yayılmış, bir algı olduğuna; öğrenci ile öğretmen, çocuk ebeveyn, karı koca, işçi patron, doğa insan kısacası tüm ezen ezilen ilişkilerinde belirginleştiğini dolayısıyla askerlik denen zulmün savaşta da, barışta da öldürmeye, katletmeye ve zorla çalıştırmaya yok, etmeye devam ettiğini biliyorum!

T.C. Devletinin Kürdistan’da uyguladığı sistematik saldırıyı, baba koca baskısından nefes alamayan çocuğu ve kadını Karadeniz’de iş makinasının önüne dikilmiş yaşlı teyzeyi ve son olarak Soma’da göz göre göre ölüme gönderilen, devlet tarafından katledilen işçilerin acısını ve öfkesini yüreğimde taşıyor ve militarizmin yarattığı bu katliamı reddediyor ve bir devrimci anarşist olarak vicdani reddimi açıklıyorum!

Askerlik savaştır, savaş katliamdır!

Leşkerî cengé, ceng komkujîyé

Vahap Güler

—————— 

Merhaba, ben Alper Sapan. 19 yaşında bir anarşistim. Devletin adaletsizliğine, sömürüye ve zulme karşıyım. İnsanın insan öldürmesini, şiddeti ve devleti reddediyorum. Kimse için ölmeyecek, öldürmeyecek, kimsenin askeri olmayacağı. Savaşsız, ulussuz, sınırsız bir dünya için, özgürlük için vicdanımı dinliyor ve askerliği reddediyorum.

Militarizm yaşamlarımızı yok etmeden, biz militarizmi yok edelim.

Alper Sapan

—————— 

Merhaba, benim adım Semi Dönmez. 18 yaşında anarşist bir liseliyim. Vicdani reddimi açıklıyorum. Çünkü okulda militarizmi gördüm, her gün aynı kıyafetleri giyip sıraya girdim. Faşist söylemler beynime sokulmaya çalışıldı ve katliamlar birer zafer olarak gösterildi. Bu devletin vatandaşı sayılmadığımdan askere gitmem zorunlu olmasa da otoriteye karşı koymak için vicdani reddimdir.

Semi Dönmez

—————— 

Ben Özay Evirgen. Emperyalistlerin kullandığı bir kukla olmayacağım. NATO üyesi bir ülkenin askeri olmak zorunda değiliz. Ben NATO karşıtıyım. NATO üyesi bir ülkenin ordusunda yer almayacağım. Kardeşkanı dökmeyeceğim. Masumlara mermi sıkmayacağım. Haksızlıklara karşı çıkacağım. Yanlıştan değil doğrudan yana olacağım. O yüzden NATO üyesi Türkiye’nin askeri olmayı ret ediyorum. ABD’nin müttefiki olan, zalim ülkelerle işbirliği yapan Türkiye’nin askeri olmayı ret ediyorum. Vicdani Ret hakkımı kullanıyorum ve ret ediyorum.

Özay Evirgen

 —————— 

TSK geçmişten günümüze birçok katliamı acımasızca gerçekleştirmiştir. Dersimden Zilan’a, Halepçe’den,  Roboskilere kadar.

Bugüne kadar durmak bilmeyen ve Halkların kanıyla sulanan bu savaş mekanizmasının ancak ret edildiğinde bu dinmek bilmeyen katliamlar zincirini kırabileceğimize inanıyorum.

Buradan bu militarizasyon sürecinin bir uzvu parçası haline gelenler, askere çocuklarını gönderenler veya üç kuruş çıkar için bu savaş mekanizmalarının parçası olan kişiler bir daha biradan sesleniyoruz bu yanlıştan dönün.

Burandan bir kez daha Haykırarak savaş oyunlarının içinde olmayacağımı bundan sonrada bu cinsiyetçi ırkçı militarist sistemin hiçbir koşulda askeri olmayacağımı tüm kamuoyuna deklere ediyorum.

Ufuk Sayaroğlu

 ——————

Siz aklını toplama kamplarına kapatan, duygularını tehcire yollayan, onurunu kurşuna dizen, vicdanına kimyasal atanlar; Cinsiyetçiliğinizden, milliyetçiliğinizden, tek-tipçiliğinizden, uygun adım marşlarınızdan, emir ve itaat sevdanızdan olabildiğince uzak duruyorum. Benim rıza göstermediğim ölme ve öldürme refleksinizi reddediyorum.

Yalnızca özgür doğa’nın bir parçası olduğumu, hiç kimsenin üzerimde bir tahakküm kurmaya hakkının olmadığını söylüyor bu sebepten doğadaki her canlının yaşam hakkını ellerindeki silahların gücüyle gasp edenlerin ORDUsuna katılmayı reddediyorum. Emir- komuta zinciri içinde paslanmış vicdanlarınızı reddediyorum…

Sisteminizin ahlak anlayışına, erkek egemen fikirlerinize karşı öfkeliyim ve isyanım var
Bu ülkede; Cumartesi annelerinin 30 yıldır çocuklarının kemiklerini bulmaktan başka bir hayallerinin olmadığını tanığıyım. Anneleri bu akıl almaz durma iten tsk’ya ve onun silahlarındaki kirli parmak izine dokunmayı reddediyorum…
Otuz üç kurşunla öldürülen masum köylülere yeniden namlumu çevirmeyi, faili ‘’meçhul’’ cinayete gidenlerin toplu mezarları başında çapraz nöbet tutmayı, on iki yaşında on üç kurşunla hunharca katledilen Uğuz Kaymaz’ın cansız bedenine annesini yaklaştırmamayı, altı yaşındaki Ceylan Önkol’a atılan havan topundan nişan almayı, köy boşaltmayı, orman yakmayı, Roboski’de ölen kardeşlerimin ve katılarının cinayetine suç ortağı olmayı reddediyorum.

Mustafa kemal’in, ‘’vatan uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir’’ diyenlerin; Umut kitapevini bombalayanlara  ‘’iyi çocuklardır’’ deyip arka çıkanların, Hrant Dink ve diğer cinayetlerde katilleri ve azmettiricileri koruyup kollayanların, Lice’de kalekol yapımına karşı çıkan halkın üstüne mermi yağdıranların, Gezi parkına Topçu kışlası dikmeye çalışanların onun bunun şunun hiç kimsenin ASKERİ olmayacağım reddediyorum…

Hiçbir zaman ezenden ve güçten yana olmadım, olmayacağım;
Hak, adalet ve özgürlükten yana tavır almayı ve bu minvalde vicdanıma vermiş olduğum sözü bir kez daha kendime tekrar ediyorum. Her durum ve koşulda vicdanımın ve yaşam hakkını korumaya yönelik etik değerlerimin dışına çıkmayacağım.

Ahenkten, müzikten ve danstan yanayım.

Kışlalarınızdan, cezaevlerinizden, eğitim kurumlarınızdan, parlamentonuzdan, hukuk anlayışınızdan, silahlarınızdan, tanklarınızdan, tüfeklerinizden korkmuyor ve varlık nedenlerine yalnızca gülüp geçiyorum…

Hiçbir kuşun, kurdun, böceğin umurumda olmadığı sınırlarınızı, mayınlı tarlalarınızı; bizi karşı köyden koruduğunu iddia eden bütün kurumlarınızı reddediyorum…

Bu arada; aslen bir Kürt halk ezgisi olan, sözlerini ve anlamını utanmadan talan ettiğiniz ‘yaylalar’ eşliğinde komşu kızını da zapt etmeyi REDDEDİYOR ve kamuoyuna VİCDANİ REDDİMİ deklare ediyorum.

Serhat Ayebe

——————

Nurullah Engin

——————

Berk Rona

——————

Piraye Gökçe

——————

İsmini vermek istemeyen trans bir erkek

 

 

***************************

Basından

‘Kaçak değil, vicdani retçiyiz’

İSTANBUL – DİHA
24.05.2014 17:17
Yakın zamanda yürürlüğe giren GBT araştırmasıyla “yoklama kaçağı” olarak firari bir yaşantı içerisine sokulma çalışmalarına karşılık İstanbul’da Vicdani Ret Derneği üyeleri “Kaçak değil, vicdani retçiyiz” dedi. Kadıköy İskele Karakolu önünde konuya ilişkin yapılan basın açıklamasında 11 yurttaş da vicdani reddini açıkladı.

İstanbul’da Vicdani Ret Derneği ve Lise Anarşist Faaliyeti üyeleri vicdani ret hakkına dikkat çekmek amacıyla “Kaçak değil vicdani retçiyiz” sloganıyla Kadıköy Altıyol Meydanı’ndan Kadıköy İskele Karakolu’na yürüdü. “Kaçak değil, vicdani retçiyiz” ve “Militarizme karşı koymak için reddet” pankartının açıldığı eylemde, polis ve asker kurşunuyla katledilen yurttaşların isimlerinin yazılı olduğu dövizler taşındı.

Yürüyüşün ardından Kadıköy İskele Karakolu önünde basın açıklaması yapan Vicdani Ret Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Gökhan Soysal, 1989’dan bugüne Türkiye’de vicdani reddini açıklayan herkese yıldırma politikası ve baskılarla karşılaştığını belirterek vicdani retçilerin devlet şiddetine maruz kaldığını ve “emre itaatsizlik” iddiasıyla yargılandıklarını ifade etti.

Soysal, şimdi ise GBT araştırmasıyla birlikte “yoklama kaçağı” olarak görünen vicdani retçilerin herhangi bir kayıt esnasında Milli Savunma Bakanlığı tarafından İçişleri Bakanlığı’na bildirilerek anında gözaltına alındıklarını dile getirdi. GBT uygulamasının çeşitli nedenlerle askere gitmeyen birçok yoklama kaçağının “firari” bir yaşantı içerisine girmesine neden olduğunu belirten Soysal, bu kişilerin kamusal hizmetlerden yararlanmasının engellendiğini, toplumsal yaşantısının, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olduğuna dikkat çekti.

Soysal, “Bu baskı politikaları vicdani retçileri yıldırmayacak. Vicdanlarımız savaşı ve savaş politikalarını reddetmeye devam edecek” dedi.

Basın açıklamasının ardından GBT kayıtlarında “asker kaçağı” oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma açılan yurttaşlar, haklarında tutulan tutanakları yakarak durumu protesto etti. Eylemde Vahap Güler, Mine Yılmazoğlu, Şükran Kızıl, Pelin Derici, Ece Uzun, Umut Çakmak, Gülce Gümrükçü, Yaren Şimşek, Şeyma Çopur, Özay Evirgen ve Ufuk Sayaroğlu isimli yurttaşlarda vicdani redlerini açıkladı.

ozgur-gundem.com

**

VR-DER’in “15 Mayıs” Basın Bildirisi:

Merhaba,
Bildiğiniz gibi tam bir yıl önce, geçtiğimiz yıl 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde, 87 kurucu üyemiz ile Vicdani Ret Derneği(VR-DER)’nin kuruluşunu gerçekleştirdik.
1989 yılı sonunda vicdani reddini açıklayan, ancak 30 Temmuz 2012’de hayata veda eden Tayfun Gönül’ün bu coğrafyada başlatıcılarından olduğu “vicdani ret-savaş karşıtı-antimilitarist” hareketin birikimine sahip çıkan ve bu birikimin sürdürücüsü olan derneğimiz, programında ve kuruluş bildirisinde de açıkladığı gibi;
* Vicdani retlerini açıkladıkları için “sivil ölüm”, tutuklanma, işkence gibi her tür baskıya karşı direnmeye çalışan vicdani retçilerin yanında olmayı ve vicdani reddin bir insan hakkı olarak tanınması için,
* Sayıları milyona yakın “asker kaçakları”nın GBT kıskacı ile baskı altına alınıp, gözaltı, para ve hapis cezası korkuları yaratılarak, aileleriyle birlikte, yaşamlarının dayanılmaz hale getirilmesinin son bulması için,
* Zorunlu askerlik adı altında bir kölelik sisteminin içine sokulan gençlerin maruz kaldığı her türlü aşağılama ve işkencelere, bir kısmının bunlara dayanamayıp yaşamlarını yitirmelerinin, kaza, eğitim zayiatı ya da intihar adı altında her yıl yüzlercesinin gerçekleştiği “şüpheli asker ölümleri”nin son bulması için,
* Ülkemiz ve dünyada sürmekte olan savaş ya da bölgesel çatışmaların son bulması, silah üretim ve transferlerine karşı, militarizmin her tür yapı ve organizasyonuna, toplumsal yaşama sirayet eden militarizasyona karşı mücadele etmeye kararlıdır.
Bu doğrultuda, geçtiğimiz bir yıl boyunca vermiş olduğumuz mücadele, derneğimizin internet sitesinden ve sosyal medyadan takip edilebileceği gibi arkadaşlarımızın hazırladığı slayt gösterisinde de kısaca yer almaktadır.
Kısaca hatırlatmak gerekirse;
Bu bir yıl içerisinde, çoğunlukla derneğimizin düzenlediği çeşitli etkinlik ve kampanyalar sonucunda 155 kişi vicdani reddini açıkladı.
Özellikle GBT uygulaması ile insanlar üzerinde baskı arttıkça derneğimize yönelim de arttı. İnternet sitemiz üzerinden verdiğimiz hukuki destek sonucunda birçok kişi hem VR-DER’e üye oldu hem de vicdani retlerini açıkladı. Vicdani retçilere ve savaş karşıtlarına yönelik baskı artsa da, gerçekleştirdiğimiz açıklamalarla, eylem ve etkinliklerle, özellikle asker “kaçaklar”ının üzerindeki yakalanma ve mahkeme korkusunun atılmasında önemli bir mesafe aldık.
Yakın zamanda derneğimizin avukatı ve vicdani retçi Davut Erkan’ın Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı bireysel başvuruyla birlikte, devletin vicdani ret hakkına yönelik izlediği “yok sayma” politikasına karşı, tüm hukuki yolları da kullanarak, bir insan hakkı olan vicdani reddin tanınması noktasında girişimlerimizi sürdürüyoruz. Yaptığımız bu başvuruları daha da çoğaltarak, vicdani ret mücadelesini daha görünür kılmayı amaçlıyoruz.
Derneğimizi kurduğumuz zamandan bu yana, uluslararası çalışmalara da dahil olarak, Türkiye Devleti üzerinde vicdani ret hakkına ilişkin uluslararası baskıyı artırmayı ve uluslararası dayanışmayı büyütmeyi hedefledik. Bu doğrultuda, Avrupa Vicdani Ret Bürosu-EBCO’ya üye olduk. İngiltere’de bulunan Uluslararası Savaş karşıtları(WRİ) ve Almanya’da mücadele etmekte olan vicdani retçi örgüt Connection ile yakın bağlantılar kurduk. Derneğimizi temsilen bir üyemiz, EBCO yöneticisi ile birlikte Brüksel’de Avrupa Konseyi yetkilisi ile bir görüşme yaparak, Türkiye’deki vicdani ret mücadelesine ve bu alanda yaşanan hak ihlallerine ilişkin bir bilgilendirme yaptık. Zorunlu askerlik hizmetini reddetmesi sebebiyle yurt dışına kaçmak zorunda bırakılan, vicdani ret gerekçesiyle iltica etmek isteyenlere de destek verdik, veriyoruz.
Derneğimizin kurulduğu günden bu yana, bir yıl içerisinde gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerimizi, yayımladığımız “2013 Yılı Vicdani Ret Bülteni” ile duyurduk. Ayrıca, yılık bülten çalışmalarımızı önümüzdeki yıllarda da çıkartarak, derneğimize ve sürmekte olan vicdani ret mücadelesine ilişkin bir arşiv çalışması da yapmak arzusundayız. Derneğimiz internet sitesini her gün güncellenmekte, sosyal medyada da etkili bir çalışma sürdürmekteyiz. Bu sayede isteyen herkes en güncel bilgilere ulaşmakta, her türlü soru ve mağduriyet için bizlerden destek alabilmektedir.
Tüm bunları yaparken, bir yandan da eksikliğini hissettiğimiz kurumsallaşma çabalarına devam etmekteyiz. Dernek çalışmalarının profesyonelleştirilmesi, daha sağlıklı bir dayanışma hattının oluşturulması için çalışmalarımıza devam etmekteyiz.
Sonuç olarak şunu da ifade etmeliyiz ki; hükümet hala vicdani reddi bir insan hakkı olarak tanımamaya, üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin karar ve uyarılarına aldırmayarak uzun yıllardan bu yana sürdürdüğü hukuksuzluğa devam etmektedir. “Halkı askerlikten soğutmak” (madde 318) etkisini yitirmiş olsa da, bir tehdit unsuru olarak hala varlığını korumaktadır. “Çözüm süreci” 30 yıldır sürmekte olan ve on binlerce cana mal olan savaşın bitmesinde önemli bir adım olmasına rağmen, sürmekte olan kalekol inşaatlarıyla, güvenlik kuleleriyle birlikte bu sürecin barış için kalıcı bir kazanım olmak noktasında yeterli bir altyapıya sahip olmadığını görmekteyiz. Ve bu sebeple de zorunlu askerlik hizmetini reddederek eline silah almamanın özellikle yaşadığımız coğrafya özelindeki önemini, bulduğumuz her fırsatta ifade etmekteyiz.
Askeri vesayetin geriletilmiş olmasını sürekli olarak vurgulayanların söylediklerinin aksine aslında, darbelere çanak tutan 35. maddenin kaldırılması dışında yasal pek bir adım atılmamıştır. MGK varlığını korumakta, hükümet kendi hazırladığı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne methiye düzmektedir. Silahlanma hızı dünya ortalamasının üstündeyken, yerli silah sanayii de büyük bir hızla büyümektedir.
1789 Fransız Devrimiyle birlikte “vatandaş orduları” adıyla uygulamaya sokulan zorunlu askerlik sistemi, artık miadını doldurmuş ve tarihin çöp sepetine atılmıştır. Derneğimiz, savaşın insan unsuru olmak istemeyen vicdani retçileri ve tüm “kaçak”ları desteklemeyi, zorunlu askerlik siteminin son bulması ve vicdani reddin bir insan hakkı olması için çaba göstermeyi sürdürecektir.

Vicdani Ret Derneği (VR-DER)

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org