4 Temmuz 2019 12:06
İSTANBUL – Akademisyenlerin bin 128 imza ile ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisini kamuoyuyla paylaşmalarından yaklaşık bir hafta sonra bir başka bildiri yayınlandı. Bu kez 16 kişi, “Akademisyenlerin yaptığı suçsa, biz de suçluyuz” diyerek kendilerini savcılığa ihbar ediyordu. Geçtiğimiz hafta onlardan biri olan 68 kuşağının sembol isimlerinden Necmi Demir’in duruşması görüldü. “Tüm bu olup biten beni itiraz etme sorumluluğunu yüklenmeye davet etti” diyen 75 yaşındaki Demir, eşi İlkay Demir ile birlikte artık bir ‘emekli’ hayatı yaşadığı Datça’dan İstanbul’a dava için gelmişti.
Haber: Özlem Ergun
Cizre, Sur, Silopi ve Nusaybin başta olmak üzere 7 il, 22 ilçede 16 Ağustos 2015- 18 Mart 2016 tarihleri arasında uygulanan sokağa çıkma yasaklarından 1 milyon 642 kişi etkilenmiş, operasyonlarda 320 sivil hayatını kaybetmişti.
Bodrumlardan toplu ölüm haberlerinin geldiği günlerde, ellerinde beyaz bayraklara hastaneye gitmeye çalışan yaralı insanların görüntülerini bağımsız medya kuruluşlarının aktarımlarından izlerken, yaşanan katliamın ulaştığı boyutların ağır bilançosunu aylar sonra insan hakları örgütlerinin raporlarından öğrenecektik.
63 gün süresiz ve gün boyu uygulanan sokağa çıkma yasaklarında öldürülenlerin 72’si çocuk, 62’si kadın ve 29’u 60 yaşın üzerindeydi. TİHV’in raporu; “Çarpıcı bir durum olarak ev sınırları içerisinde yaşamını yitiren sivillerin sayısı tek başına Cizre’de 137 insandır” diyordu. Yine olaylara tanık bir baba, “Komşumuz yaralı çocuğunu beyaz bayrakla hastaneye götürmeye çalıştı ancak ona da ateş açtılar” diye anlatacaktı.
Miray Bebek, Taybet Ana, ölü bedeni derin dondurucuda Cemile…
Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala ise Ocak 2016’da ‘Terörle Mücadele ve İç Güvenlik’ oturumunda kamuoyuna açıkladığı ‘resmi’ rakamlarla öldürülenlerin sivil vatandaşlar değil ‘PKK’lı teröristler’ olduğunu söyleyecekti.
2 bin 212 akademisyenden ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisi
Sokağa çıkma yasağı ve operasyonların sürdüğü günlerde -10 Ocak 2016- bir araya gelen akademisyenler “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi” imzasıyla bir bildiri yayınladı.
Bin 128 akademisyenin imzasıyla ve ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlığıyla yayınlanan bildiriyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölgede gerçekleştirdiği operasyonlarla halkı günler süren açlığa susuzluğa mahkum etmesinden, ağır silahlarla cana kasta kadar geniş bir skalada seyreden hak ve yaşam ihlallerine dikkat çekiyor, devlete anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uyma çağrısı yapıyor, barış talep ediyordu.
İlerleyen zamanlarda bildiriyi destekleyen akademisyenlerin sayısı 2 bin 212’ye ulaştı.
Erdoğan’dan yargıya ‘gereğini yapın’ çağrısı
Aynı günlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, imzacı akademisyenler için ‘müsvedde, karanlık, zalim, alçak’ gibi ifadeler kullanarak ilgili kurumları ‘gereğini yapmaya’ çağırıyordu.
O gün-bugün de gereği yapılıyor. Haklarında ‘terör örgütü propagandası’ yapmaktan dava açılan akademisyenlerin pek çoğu işlerinden atıldı, olmaları gereken üniversiteler yerine mahkeme koridorlarında duruşma sıralarını bekliyorlar.
“Barış istemek ‘suçsa’ biz de ‘suçluyuz’”
Akademisyenlerin kamuoyuna bildirilerini açıklamalarından yaklaşık bir hafta sonra 18 Ocak 2016’da bir başka bildiri yayınlandı.
Bu kez bir araya gelen 16 kişi, “Akademisyenlerin yaptığı suçsa, biz de suçluyuz” diyerek kendilerini savcılığa ihbar ediyordu.
Bu 16 kişinin Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesindeki ‘terör örgütü propagandasıyla’ yargılandığı dava hemen değil 3 yıl 3 ay sonra açıldı.
Geçtiğimiz hafta onlardan biri olan Necmi Demir’in davası Çağlayan Adliyesi 28’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Cumhuriyet tarihinin pek çok toplumsal siyasal alt üst oluşlarına tanık olmuş 68 kuşağının sembol isimlerinden 75 yaşındaki Necmi Demir, yine kendisi gibi 68 kuşağından olan eşi İlkay Demir ile artık bir ‘emekli’ hayatı yaşadığı Datça’dan İstanbul’da hakkında açılan bu dava için gelmişti.
Demir kendilerini ihbar etme girişimlerinin sebeplerini şöyle anlatıyordu:
“Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisi yaşam hakkını savunan, hak ihlallerine karşı çıkan, barış talep eden ve doğal olarak devlete seslenen bir bildiridir. Devleti bu konularda sorumluluk almaya ve vahim gidişi değiştirmeye davet etmiştir. Bu bildiri olsa olsa devletin kendi koyduğu kurallarını çiğnediğini tespit etmiştir ki böyle bir ‘suç’ ve ‘suç propagandası’ olamaz.
“Bu ortamda bilim dünyamızın hak ihlallerine karşı dile getirdiği yüksek sesli itiraz vicdanlarımızı biraz da olsa rahatlatan bir unsur olmuştu. Ancak bu insanların ’terörizm’, ‘vatan hainliği’ gibi suçlamalarla adeta terörize edilmesi, benim gibi yıllardır bir taşra köyünde emekli hayatı yaşayan birini bile bu duruma itiraz etme sorumluluğunu yüklenmeye zorladı.”
Bahadır Altan: Ceza verirlerse adaletin ayıbı olacak, bizim değil
Kendilerini ihbar etmelerinin ardından hakkında dava açılan 16 kişiden biri olan emekli subay Bahadır Altan “Benim duruşmam kasım ayında, aynı davadan yargılanan arkadaşlarımızın duruşmalarını ise ibretle izliyoruz” diyor.
Eski bir savaş pilotu olarak savaşın ne demek olduğunu en iyi bilen isimlerden olan Altan, şöyle devam ediyor:
“Eski bir savaş pilotu olarak uçaktan atılan bir bombanın aşağıda sivil asker ayrımı yapmadan her şeyi nasıl tahrip edeceğini maalesef bilecek bir meslekten geliyorum. Akademisyenler bu dilekçeyi verdiklerinden bu yana bölgede binlerce ton bomba atıldı. Bu bombardımanları yapanların bazıları belki de benim yetiştirdiğim pilotlardı.
“Bana bunları sorsa iddianame, örneğin ‘Hiç bomba attın mı, hiç insan öldürdün mü? diye sorsa ve bunu bir insanlık suçu olarak nitelendirse haklıdır. Ben de kendimi savunurum o zaman. Ama ‘atılı suç’, ‘terör örgütü propagandası yapmak!’ Bu nasıl bir mahkeme olacak, doğrusu merak içindeyim.
“Bizzat tanık olduğum, kulaklarımla duyduğum o kadar çok olay var ki, o nedenle şimdi barış için savaşmak gibi bir amacım var ve savcı buna ‘terör’ diyor! O nedenle mahkemede de akademisyenlerin yaptığı gibi bedeli ne olursa olsun barışı ve ifade özgürlüğünü sonuna kadar savunacağım. Buna ceza verirlerse o da bu ülkede adaletin ayıbı olacaktır, bizim değil.”
Arat Dink: Biz bu dava ile aslında halkla konuşuyoruz
Davanın sanık sandalyesinde oturanlardan bir diğeri, ‘halklar kardeş olsun’ diye ömrünü barış mücadelesine adamış Hrant Dink’in oğlu Arat Dink.
Dink, “Akademisyenlerin imzaladığı bildiri benim de düşüncelerimi yansıtıyor ve onların tavrını doğru bulduğum gibi kendi ifade özgürlüğümü de savunmak adına böyle bir girişimde bulundum” diyor ve devam ediyor:
“Suçumuz ‘terör örgütü propagandası’ başlığı ile anılıyor. Bir terör örgütünün şiddet içeren yöntemlerini meşru gösteren, öven ve teşvik eden propaganda yapmak… Biz de zaten geçen haftaki duruşmada buna yanıt verdik. ‘Bildirimizin hangi cümlesi terör propagandası içeriyor’ diye sorduk ve bu bize gösterilmediği sürece herhangi bir soruya cevap vermeyeceğimizi söyledik.
“Biz, bu dava ile aslında halkla konuşuyoruz. Ve bu konuşmamızın önüne engel konulmaya çalışıyor. Muhalif tepkilerin artmasından endişeleniliyor ve bu girişimde bulunan insanlar yargı süreci ile cezalandırılmaya çalışılıyor ki çoğalmasınlar. Oysaki suç olan şey belli. Devletin biz halktan aldığı ‘güç kullanma’ yetkisini o dönem kötüye kullandığını düşünüyoruz. Dolayısıyla biz de devletin bu suçuna ortak olmayacağız diyoruz.”
Nevzat Onaran: Suçumuz vicdani ve ahlaki olan bu sese katılmak
Davanın bir başka sanığı gazeteci-yazar Nevzat Onaran… “Akademisyenler ahlaki ve vicdani davranan her bireyin göstermesi gereken tavrı gösterdiler. Bizim de suçumuz, vicdani ve ahlaki bu sese duyarlı olmak ve bu sese katılmak. Bizim bu duruşumuz onlara göre terörist duruşuymuş, teröre yardımcılıkmış vs. gibi şeyler” diyen Onaran şöyle devam ediyor:
“Vicdan ve ahlak terörle bir araya gelmez ama onlar bu kavramları birleştirerek böyle bir ‘maharet’ göstermişler. Bu iş böyle gitmeyecek elbette. Bizim buradaki duruşumuz bir düşünceyi ifade etmektir. Bir düşüncenin ifade edilmesinden topu tüfeği olan devletin bu kadar tedirgin olmaması gerek aslında. Ama görünen o ki çok da tedirgin. Nihat Behram’ın şiirinde dediği gibi; bu yollar böyle dövüşe dövüşe yürünecek.”
Gürhan Ertür: Bu bir sivil dayanışma ve sivil itaatsizlik eylemi
Davanın bir başka sanığı emekli Gürhan Ertür…
“Ben 12 Mart ve 12 Eylül döneminin sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış biriyim. Şu an kanunsuzluğun sınırsız uygulandığı bir dönemdeyiz. Yargının her zaman iktidarlar tarafından yönlendirildiğini biliyorum ama bu seviyede yaşanması gerçekten özel bir durum” diyen Ertür, eylemlerini bir tür sivil dayanışma ve sivil itaatsizlik eylemi olarak gerçekleştirdiklerini hatırlatıyor:
“Bizim tutumumuz son derece net. Benzer bir tutumu Ayşe Öğretmen davasında da göstermiştik. Bu durumda olan arkadaşlarımızın yanında dayanışma için bulunmak amacıyla hareket ediyoruz. Eylemimiz bundan ibaret. Devletin söylemek istediği şey açık… ‘Çıt çıkmasın’ istiyor çünkü demokrasi vaadi ile gelmiş bir iktidar, uzunca bir süredir gerçekleştirdiği tüm karar ve uygulamalarla fikir özgürlüğünü ortadan kaldırmak istiyor ve bunun için de kanunsuzluk üstüne kanunsuzluk yapıyor. Türkiye’de hukuku tamamen ortadan kaldırdılar. Siyasetin yargıya müdahaleleri inanılmaz boyutlarda ve anlaşılır gibi değil.”
Meriç Eyüboğlu: Dava dosyası mahkeme heyeti tarafından okunmamış bile
Avukat Meriç Eyüboğlu, söz konusu davanın kişilerinin de tıpkı akademisyenler gibi aynı iddianameyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “O kadar ki aynı maddi hatalar bile tekrarlanmış.”
Olağan işleyişte hukuka uygun bir mahkemenin buradaki maddi hataları görüp kabul etmemesi gerektiğine dikkat çeken Eyüboğlu, “Savcı iddianameyi düzenliyor ama mahkemede bunu kabul etme ya da etmeme yetkisine sahip. Ama bizim yargı sistemimizin geldiği yer burası ve anlıyoruz ve belli ki dava dosyası mahkeme heyeti tarafından okunmamış bile. Daha önümüzde almamız gereken çok yol var” diyerek sözlerini tamamlıyor.
Gencay Gürsoy: Ömrümüz adliye koridorlarında geçiyor ancak umutluyuz
Ve Gencay Gürsoy… Barış Akademisyenleri (BAK) davasından ‘silahlı terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan 80 yaşında ertelemesiz 2 yıl 3 ay hapis cezası alan Türk Tabipler Birliği eski başkanlarından Prof. Dr. Gencay Gürsoy kendilerini destekleyenlerin yanında durmak için mahkeme salonunda hazır bulunuyor.
“Benim yaşım 80, Türkiye’nin son 60 yıllık siyasi hayatına tanıklık etmiş bir insanım. Binlerce akademisyen gibi adliye koridorlarında ömrümüz geçiyor. Umutluyuz yine de… Başka türlü ayakta kalmak mümkün değil. En çok üzüldüğüm şeylerden biri, Türkiye tarihinde hiç görülmemiş boyutlarda beyin göçüne yol açtı tüm bu olup bitenler. Gençler geleceklerini başka ülkelerde aramaya başladılar. Bunlar hazin şeyler” diyen Gürsoy, Türkiye’de ve dünyanın hemen hiçbir yerinde daha önce görülmemiş bir durumla karşı karşıya olduğumuza dikkat çekiyor:
“Hiçbir yerde 2000 kişilik bir akademisyen grubu barış istedikleri için yargılanmadı. Böyle bir şey bizim tarihimizde de dünya tarihinde de yok. Üstelik ifade edilen şey, barış talebidir ve sivil halkın uğradığı mağduriyetlerdir. Devlet, tüm bunlarla ilgili olarak göreve davet edilmiştir. Tüm bu saldırılar sadece akademisyenlere de yönelik değil ayrıca gazetecilerin de durumu ortada. Bu siyasi iklimin empoze ettiği bir ‘adalet’ atmosferi.
“Öyle anlaşılıyor ki, siyasi iklim değişmeden bu tablo değişmeyecek. Son seçimdeki geniş kitlesel tepki, umarım ki yargının da kendini gözden geçirmesinde bir vesile teşkil eder. Son oylamada başkanlık sistemine itirazların da dile geldiğini düşünüyorum. Seçim sonucu tüm olup bitenlere tepkinin bir ifadesidir ancak bu mesajı aldıklarından emin değilim.”
Kaynak: Gazete Karınca