“Mültecilere değil savaşa karşı çıkmalıyız”

Göç İzleme Derneği’nden Halit Karahan, “Ülkeye göç edenlerin, sığınanların tamamı savaştan kaçmış olanlar ve biz bu savaşa devlet olarak dahiliz. Dolayısıyla göçün yönü bize olacak bu gayet doğal bir şey” dedi.

Karahan: Mültecilere değil savaşa karşı çıkmalıyız

İSTANBUL (PINAR GAYIP) 6 MAYIS 2022 CUMA
Göçmen ve mültecilere yönelik esas saldırının temelinde milliyetçi ve ırkçı ideoloji olduğunu kaydeden Göç İzleme Derneği’nden Halit Karahan, ETHA’ya yaptığı değerlendirmede asıl karşı çıkılması gerekenin savaş politikaları olduğunu belirtti. Karahan, “Ülkeye göç edenlerin, sığınanların tamamı savaştan kaçmış olanlar ve biz bu savaşa devlet olarak dahiliz. Dolayısıyla göçün yönü bize olacak bu gayet doğal bir şey” dedi.

Göçmen ve mültecilere yönelik saldırılar her geçen gün giderek artıyor. İktidarın nefret söylemleri, yargının ırkçıları cezasızlıkla ödüllendirmesi de bu saldırıları körüklüyor.

AKP-MHP iktidarının da dahil olduğu ya da kışkırttığı savaşlardan dolayı Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan göçmen ve mülteciler, ucuz iş gücü olarak görülüyor. Her türlü emek sömürüsüne, taciz ve tecavüz işkencesine, lince uğrayan göçmen ve mülteciler, iktidarın nefret söylemleri ve ırkçı-faşistlerin hedef göstermeleri nedeniyle ülkedeki yoksulluğun ve işsizliğin müsebbibi olarak görülüyor.

Ramazan Bayramı döneminde mültecileri hedef alan kısa bir film yayınlandı. Filmle ilgili iki kişinin gözaltına alınmasının ardından Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, videonun çekimi ve hazırlanmasını kendisinin finanse ettiğini açıkladı. Yani iktidarın yanı sıra mültecileri hedef yapan faşistler bu söylemleri sokağa taşımak için özel bir çaba içerisinde.

‘YABANCI DÜŞMANLIĞI ÇOK KÖKLÜ’
Göç İzleme Derneği’nden Halit Karahan ile göçmen ve mültecilere yönelik politikalar, nefret söylemlerinin yaratacağı iklim ve gelişecek saldırıların önüne nasıl geçilebileceğini konuştuk. Karahan ETHA’ya yaptığı değerlendirmede, Türkiye’de Türk ve Sünni olmayanlara yönelik düşmanlığın çok köklü olduğunu hatırlattı.

‘MÜNFERİT BİR TAVIR, SÖYLEM DEĞİL’
Rumlara ve Ermenilere yönelik ırkçı dalganın daha sonraki yıllarda Kürtlere bugün ise sığınmacılara dönük olduğunu belirten Karahan, “Kurumsallaşmış bir yanı var. Sadece belirli bazı grupların, münferit tavırları, söylemleri değil şu anda muhatap olduğumuz. Bunun çetelesini tutmak da zor. Kamusal alanda ya da kamu dairelerinde, sokakta ne kadar fiziksel saldırılara maruz kaldıklarına dair elimizde istatistiksel bir veri de yok” dedi.

‘TEMEL SEBEPLERDEN BİRİ IRKÇI VE MİLLİYETÇİ İDEOLOJİ’
Mülteci ve göçmenlere yönelik nefret söylemlerinin sadece onların “sebep” olduğu düşünülen işsizlik vb. sorunlarla ilgili olmadığının altını çizen Karahan, şöyle açıkladı: “Rahatsızlığın temel sebeplerinden biri esasında ırkçı ve milliyetçi ideoloji ile alakalı. Melezleşmeden korkulan bir yanı var. Türkiye sonuçta ulusçu bir devlet. Bu farklı etnik kökenlerin, farklı inanç gruplarının varlığı ki çoğu da Müslüman aslında bu grupların ama ister istemez Türklüğün biraz dışında, kenarında. Bunu entegre etmek biraz maliyetli bir iş olsa gerek iktidar da buna bir çözüm bulmakta zorlanıyor. Irkçı gruplar da kendi içerisindeki çeşitlilikten zaten rahatsız üstüne bu grupların gelmiş olması onları ırkçı propaganda alanında da mevcut ekonomik krizi ve dünyadaki krizin ülkedeki yansımasını düşündüğümüzde iyi bir malzeme gibi görünüyor.”

‘CEZALANDIRACAK BİR YARGI YOK’
Bu durumun ileriki dönemlerde de artarak kullanılacağını dile getiren Karahan, korkulacak bir diğer yanın göçmen ve mülteci alanında çalışma yürüten demokratik kitle örgütleri ve dezavantajlı Türkiye vatandaşı gruplara da yönelebilmesi olduğunu belirtti. Karahan, “Bundan korkmak lazım, karşısında dehşete düşmek lazım. Maalesef şu an ne yargı sisteminde bunları etkin bir şekilde soruşturabilecek ve cezalandırabilecek bir mekanizma var ne de uluslararası alanda Türkiye’ye yönelik ciddi bir baskı var” dedi.

‘IRKÇILIĞI DÜZENLEYEN BİR MADDE İÇİN ÇALIŞMALIYIZ’
Bu duruma karşı demokratik kitle örgütleri olarak mücadele yürüttüklerini ancak kendi aralarında muhakkak işbirliği yapmaları gerektiğinin altını çizen Karahan, mülteci ve göçmen karşıtlarının yanlış bilgiler içeren videolarla toplumu yönlendirmesine karşı doğru bilgileri aktaracak çalışmalar yürütmeleri gerektiğini söyledi. Mülteci ve göçmen alanıyla ilgilenen demokratik kitle örgütlerinin aynı zamanda Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerle de ortak çalışarak, ırkçılığı cezalandıran yasal düzenlemeler için çalışması gerektiğini ifade eden Karahan, “Kanunda ırkçılığı cezalandıran bir madde yok direkt. Siyasi partiler kanununda bir madde var ama o da daha fazla ‘bölücülüğe yol açan, Kürtleri engellemeye’ yönelik bir madde. Zira ırkçılar kendilerini ırkçı görmüyor. Bu alanı düzenleyen kin ve düşmanlığa tahrik, ayrımcılık suçu şeklinde düzenlemeler var, doğrudan ırkçılığa ilişkin yok” diye konuştu.

‘ÇEŞİTLİLİK BİZİ KORKUTMAMALI’
“1990’lı yılların başlarından itibaren zorla yerlerinden edilenler olarak bu durumu yaşadık, aynı söylemlerle muhatap olduk. Zorla yerinden edilip kıyı kesimlerinde iş bulmak ve çatışmadan kaçarak güvenli bir ortamda zor şartlarda yaşamak isteyen, kentte tutunan bizler de aynı ırkçı söylemlere maruz kaldık” diyen Karahan, kentlere gelen Kürtler için “Kürt istilası” söylemlerinin kullanıldığını, 2006 yılında İzmir’de Kürt nüfusu azaltılsın diye bildiriler dağıtıldığını hatırlattı. Karahan, “Çeşitlilik bizi korkutmamalı. Beraberce demokratik ilkeler baz alınırsa etkin bir hukuk mekanizması varsa yaşanılabilir” diye konuştu.

‘SUÇU VARSA HUKUK MEKANİZMASI İÇİNDE CEZALANDIRILIR’
Son günlerde gündeme oturan göçmen ve mülteci düşmanı ırkçı kısa film Sessiz İstila’ya dikkat çeken Karahan, “Sözümona sığınmacılar suça karışıyor, ülkeyi suç mahalline çeviriyor. Suçlayıcı bir dil kullanmışlardı. Sanki öncesinde bu tür suçlar yokmuş gibi. Suçu varsa hukuk mekanizması içinde cezalandırılır” dedi.

‘BURADA OLMALARININ SEBEBİ BİZİM ÜLKELERİNE AÇTIĞIMIZ SAVAŞ’
Asıl karşı çıkılması gereken noktanın savaşlar olduğunun altını çizen Karahan, şöyle devam etti: “Biz eğer karşı çıkacaksak savaşa karşı çıkmamız lazım. Yani göç edenlerin, sığınanların tamamı savaştan kaçmış olanlar ve biz bu savaşa devlet olarak dahiliz. Dolayısıyla göçün yönü bize olacak bu gayet doğal bir şey. Örneğin 1950’li yıllarda Cezayir’i işgal eden Fransa’ya en fazla göç yine Cezayir’den gelişmiş. Fransız halkı ise Cezayirlilerin Fransa’ya göçüne karşı çıkmak yerine Fransa’nın Cezayir’e müdahaleciliğine karşı sokaklara çıktı. Jean-Paul Sartre o dönemde ‘hepimiz katiliz’ dedi örneğin. Türkiye’de biz böyle bir cesareti ortaya koyabilecek miyiz? Katil kim o zaman yani sığınmacı mı yoksa biz miyiz bunu sorgulamak lazım.”

Kaynak: ETHA

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org