28-08-2020
İsmail Cem ve Yorgo Papandreu’nun, barış güvercinleri uçurup, birlikte sirtaki oynadıkları günlerden ne kadar uzaktayız. Dışişleri Bakanları olarak, Türkiye ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlıkları, iki ulus arasında dostluğu geliştirip, düşmanlığı ve önyargıları ortadan kaldırarak çözmeyi yeğlemişlerdi.
Onların 2000’li yılların başlarında estirdiği barış rüzgarlarının yerini günümüzde savaş çığlıkları aldı. Türk ve Yunan ulusları arasında düşmanlık ve nefret tohumları yeniden canlandırılıyor. Hem de ülkeyi yöneten siyasetçiler ve daha kötüsü medya eliyle…
Medyada nefret söylemi ve ayrımcılık aldı başını gidiyor. Bu yarışta bayrağı burca diken de Sakarya Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu oldu. 25 Ağustos akşamı, Akit TV’de Sabri Balaman’ın yönettiği “Derin Kutu” adlı programda aynen şunları söyledi:
“Yunanistan metroseksüel avratlarla dolu. Erkek görünümlü avratlarla dolu. Bunlar bir sefer savaştan kaçarlar iki tek tahlil noktam bu değil ki. Ben tek tahlil noktası bu şekilde hareket etmiyorum. Bunlarda zorunlu askerlik de yok.
Hitler nasıl Polonya’ya anında girdiyse biz Yunanistan’a adeta elimizi kolumuzu sallaya sallaya gireriz. Biz Yunanistan’a elimizi kolumuzu sallaya sallaya -tabiri caizse söylüyorum bunu böyle tabii ki tedbirlerle falan- gireriz. Fakat tabii ki Türkiye’yi yönetenler bu hamasetle hareket etmezler, ben de hareket etmelerini tavsiye etmiyorum. Ama yapabileceklerimiz var.”
Yunanistan’ın “erkek görünümlü avratlarla dolu” olduğunu söyleyip, kadınlara karşı ayrımcılık ve cinsiyetçilik yapan, Yunan erkeklerini aşağılayan, korkaklıkla suçlayan, Yunan ulusuna karşı “nefret söylemi” üreten bu kişiye programı yöneten Sabri Balaman’dan en ufak bir itiraz gelmedi. Tersine gülümseyerek destek verdi, öbür katılımcılar da itiraz etmedi bu sözlere.
Fetihler geçmişte kaldı ama
Siyasi iktidarın eski çağlarda kalmış “Fetih ruhu”nu canlandırmaya çalışıp, Turan ülküsündeki “Kızıl Elma” hayalini kışkırtarak ve de Diyanet İşleri Başkanı’nı kılıçla minbere çıkararak oluşturduğu çatışmacı ortamın da katılımcıların Ebubekir Sofuoğlu’nun nefret söylemini doğal görmelerinde etkisi olabilir.
Zira Yunanistan ile Türkiye arasında Doğu Akdeniz’de gerginliğin başlamasından bu yana gazete, internet ve televizyonlarda her gün çatışmacı ve savaş çığırtkanlığı yapan haberler yayımlanıyor. 27 Ağustos’ta gazetelerin ilk sayfalarını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinden hareketle Yunanistan’a meydan okuyan “Atina’ya açık uyarı/Tarihten ibret almamışlar (Akşam), “Atina körüklüyor (Cumhuriyet), “Atina sahte kabadayı” (Hürriyet), “Mahvederiz (Milat), “Yunan ateşle oynuyor” (Milli Gazete), “Bedel ödemek isteyen buyursun gelsin” (Sabah), “Alayınız gelsin” (Sözcü), “Önümüze çıkana bedel ödetiriz” (Türkiye), “Bedel ödemeye hazır olan gelsin” (Akit), “Yunanistan kaşınıyor” (Yeniçağ), “Mahvolursunuz” (Yeni Şafak) başlıkları süslüyordu.
Nefret söylemi içeren haber ve başlıklara da çok sık rastlanıyor. Örneğin 27 Ağustos günü Hürriyet gazetesi ve internet sayfasındaki haberin başlığında “Yunan provokasyondan vazgeçmiyor” denilmişti. Okurun yerine karar verip, hüküm bildirmeyi geçtim, Yunanistan politikacılarının yaptıkları bütün Yunan ulusuna mal edilmişti. Ulus ile devleti yönetenler arasında bir ayrım gözetilmemişti.
Sabah gazetesi de 25 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını “Şımarık Yunan zararlı çıkar” başlığıyla yansıttı okurlarına. Fakat web sayfasında da aynen kullanılan bu başlık ile haberin içeriği uyuşmuyordu; Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle söylememişti. “Bölgede bulunan tüm gemilerin kıyı ve seyir emniyetini tehlikeye atan bir şımarıklıktır. Bundan sonra bölgede yaşanabilecek her olumsuzluğun tek müsebbibi Yunanistan, tek zarar gören de yine bu ülkenin kendisi olacaktır” demişti. Erdoğan’ın sözünü ettiği, Yunanistan’ı yönetenlerin tutumu ve ülkenin zarar görmesiydi. Sabah ise bu sözleri çarpıtarak, nefret söylemine dönüştürmüştü.
Sabah Yazarı Mehmet Barlas da 27 Ağustos’ta yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasına atıfta bulunarak, “Yunanlılar acaba mezarlıkta ıslık çalmayı mı seviyorlar” diye yazmıştı. “Yunan” yerine yanlış biçimde “Yunanlı” yazan Mehmet Barlas da yine korkaklık imasında bulunuyordu.
Siyasetçiler gider düşmanlık kalır
Ülkesini ve insanlarını seven gazetecilerin, başka bir ulusla ilgili olarak böylesi bir “nefret söylemi”ni kullanmamaları gerekir. Çünkü hakaret ve aşağılama yüklü bu dil iki ülke arasındaki sorunları çözmeye yetmez, aksine daha da zorlaştırır. Olsa olsa komşu iki ulus arasında önyargıları besler ve düşmanlığı artırır. Gerginlik, çatışma ve hele de savaş, her iki ulusa da zarar verir. Günümüzde savaşların kazananı olmaz.
İsmail Cem ve Yorgo Papandreu, bunun farkında oldukları için iki ulus arasında dostluğu geliştirmeye çalışıyorlardı. Ama devleti yönetenler geçici, iki ulus arasındaki ilişkiler kalıcıdır, dostluk ya da düşmanlık.
Türkiye, Ege denizinde ve Doğu Akdeniz’deki hükümranlık alanlarıyla ilgili tezlerinde ne kadar haklı olursa olsun, anlaşmazlığın giderilmesinin yolu zor kullanmak ve çatışmak olamaz. Gazetecilere düşen de gerginlik ne kadar tırmanmış olursa olsun, iki ülke arasında dostluğun korunması ve sorunun diplomatik yollardan giderilmesi için çaba harcamak olmalıdır.
Uygulanmayan yasalar ölüdür
Gazetecilik ilkeleri gazetecilere her koşulda savaşa karşı çıkmalarını ve nefret söylemi kullanmamalarını öğütler. Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde “Gazeteci; şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz” deniliyor. “Nefret söylemi” konusunda da “Gazeteci ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden ya da haklı gösteren her türlü ifade biçiminin karşısında olmalıdır” uyarısında bulunuluyor.
Evrensel gazetecilik deneyimlerinden damıtılmış bu ilkelerin yanı sıra yasalarda da “nefret söylemi”ne karşı hükümler bulunuyor. 6112 sayılı RTÜK yasasının “Yayın Hizmeti İlkeleri” hakkındaki 8. Maddesinde, “Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” deniliyor.
Tabii önemli olan bildirgelerde ve yasa metinlerinde bu kurallara yer verilmesi değil, yaşama geçirilmesi. Uygulanmaz, gereği yerine getirilmezse bildirge de yasalar da ölü metinlere dönüşür.
Kaynak: Faruk Bildirici