‘Barış’ zaten en başta bir yalan imiş
16 Ocak 2023
Merkel ve Hollande’ın, Poroşenko’nunkini takip eden açıklamaları Batı’nın Ukrayna krizinde barışı daha 2014’te savaşa hazırlanmak için zaman kazanmada kullandıklarının itirafı oldu
2023 yılı her ne kadar uluslararası ilişkilerde dikkatlerimizin yavaş yavaş Pasifik’e çevrileceği bir yıl olacaksa da, birinci yılını doldurmaya hazırlanan Ukrayna – Rusya Savaşı açısından da kritik bir yıl olma özelliği taşıyor. Zira, çatışmaların kontrolden çıkması -daha önce de yazdığımız gibi- hiç de ihtimal dışı değil. Savaş şiddetlenip genişleyebilir, nükleer bir karakter dahi alabilir. Peki ya barış? “Onun hiç mi şansı yok?” derseniz, şu günlerde utançla başımızı öne eğmek dışında bir şey yapamıyoruz. Zira, geçen ay içinde öğrendik ki, barış meğer daha işin başında bir yalan imiş. Batı başkentlerinden Ukrayna krizi ile alakalı olarak yapılan çok önemli iki açıklama bu gerçeği ilk kez bu kadar belirgin bir şekilde gözler önüne serdi. Neydi o açıklamalar, nasıl bir karakter içeriyor, henüz duymayanlar için hemen aktarayım.
Birinci açıklama, eski Almanya Başbakanı Angela Merkel’e ait. Merkel, 7 Aralık’ta haftalık Alman Die Zeit gazetesinde yayımlanan mülakatında, Rusya ile Ukrayna arasında Eylül 2014’te mutabık kalınan Minsk Anlaşması’nı “Ukrayna’ya zaman kazandırma girişimiydi” şeklinde tanımladı. Bunu Merkel’in söylemesi herkesi şaşırttı. Zira Merkel ihtilafa konu olan Donbas’ın Ukrayna’ya yeniden entegre olmasını sağlayacak bir yol haritası çizen ve daha da önemlisi Moskova ile Kiev’i barışa giden çözüm yolunda buluşturan anlaşmanın arabuluculuğunu yapmış bir isim. Alman devlet adamının, anlaşmanın aslında Ukrayna’ya NATO tarafından “güçlendirilmek” üzere “değerli bir zaman” kazandırdığını söylemesi elbette çok şaşırtıcı! Merkel daha sonra bu beyanatını İtalyan gazetesi Corriere della Sera’nın haftalık eki Sette için tekrarladı. Bir diğer deyişle, meğer Minsk anlaşmalarının asıl amacı, NATO’nun Ukrayna ordusunu Rusya ile savaşacak güce kavuşturacağı zamanı kazanmakmış. Ve bu da “başarılmış.”
Geçen ay bu konuda yapılan ikinci önemli açıklama, eski Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’dan geldi. Merkel ile birlikte o dönem anlaşmanın bir diğer arabulucusu olarak görev yapan Hollande, kendisine eski Almanya Başbakanı’nın beyanatının hatırlatılması üzerine, “Angela Merkel bu konuda haklı!” dedi. Hollande’ın Ukrayna merkezli Kyiv Independent isimli medya kuruluşunda 28 Aralık tarihinde yayımlanan açıklamasında şunları söyledi:
“Ukrayna 2014’ten itibaren askeri konumunu güçlendirdi. Aslına bakılırsa, Ukrayna ordusu 2014’te olduğundan tamamen farklı bir konuma geldi. Çok daha iyi eğitimli ve donanımlıydı artık. Ukrayna ordusuna bu fırsatı Minsk Anlaşmaları kazandırdı.”
Bir diğer deyişle, meğer Minsk Anlaşmaları ile amaç, barış için sağlam bir yol haritası çizmek değil, Rusya’yı tuzağa düşürecek bir fırsat yaratarak savaşa yürümekmiş.
Aslına bakılırsa, bu yöndeki ilk itiraf beyanı Merkel’e ait değil. İlk açıklama hem de çok daha şaşırtıcı ifadelerle anlaşmada imzası olan eski Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’dan 7 ay önce gelmişti. Poroşenko ABD Kongresi’nce finanse edilen Özgür Avrupa Radyosu‘nun bir yan kuruluşu olan Radyo Svoboda ile yine aynı medya kuruluşunun finanse ettiği ve Prag’dan Rusça yayın yapan Nastoyaschee Vremyate isimli televizyon kanalına geçen haziran ayında ortak bir açıklama yapmış ve hemen hemen aynı şeyleri söylemişti. 2014 yılındaki AB ve ABD destekli Meydan Darbesi sonrasında Ukrayna Cumhurbaşkanı “seçilen” Poroşenko söz konusu açıklamasında, şöyle demişti:
“Asli görevimiz, her şeyden önce, tehdidi önlemek ya da en azından (Rusya ile) savaşı ertelemekti. Ekonomik büyümeyi yeniden sağlamak ve Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’ni güçlendirmek için sekiz yılı güvence altına almaktı. Bu öncelikli görevdi ve başarıldı.”
Bir diğer deyişle Petro Poroshenko, Minsk Anlaşması sürecindeki görüşmelere katılırken hükümlerini asla uygulamayacağını baştan biliyormuş, bunu itiraf ediyordu.
Gerçi Poroşenko’nun 2022 Haziranı’ndaki bu açıklaması iki Batılı liderin geçen ayki beyanatları kadar patırtı kopartmadı. Çünkü, Ukrayna’nın en zengin iş adamlarından biri de olan Poroşenko, ülkenin doğusundaki Donbas bölgesinde Rusya yanlısı ayrılıkçılardan kömür satın aldığı gerekçesiyle “vatana ihanet” ve “terörizme finansman sağlamakla” suçlanıyordu. Hatta bu davada yargılanmak üzere Polonya’dan ülkesine dönmüştü. Minsk Anlaşması’na imza koymasının da bir başka “vatana ihanet” olduğunu düşünen Ukraynalılar da vardı. Poroşenko, “zaten uygulamayacaktık, imza koymakta sakınca görmedim” diyerek bu eleştiri ve suçlamaları bertaraf etmek istiyor olabilirdi. Ki bunu 2015’te de dile getirmişti.
Ama şimdi, Merkel ve Hollande’ın yakınlarda yaptığı bu açıklamalardan anlıyoruz ki, Minsk Anlaşmaları Poroşenko’nun en başta itiraf ettiği gibi Rusları oyalamak ve zaman kazanmak için bir kurgu imiş. Barış değilmiş amaç. Gerçi 2018’de sürecin ikinci fazının icrası için koltuğunu Zelenski’ye devreden Poroşenko’nun barıştan ne anladığını aradaki zamanda gördük. Eski Ukrayna lideri görevde kaldığı süre boyunca Minsk Anlaşmalarını uygulamak yerine 14 bin insanın Donbas’ta Nazi Azak Tugaylarınca katledilmelerinin yolunu açmıştı.
Özetle… Verilen üç beyanattan görüyoruz ki, 2014 yılında başlayan Ukrayna-Rusya krizinde tarafları barış masasında bir araya getiren Minsk Anlaşmaları meğer birer zaman kazanma manevrası, bir kurgu imiş. Meğer amaç barış değil, Rusya’yı tuzağa düşürmek imiş. Birçok insan, Kremlin, yıllarca “Minsk Anlaşmalarının uygulanmadığını” ve “Ukrayna’nın özellikle Donbas ve Kırım’da yeni bir savaşa hazırlandığını” iddia ettiğinde, “hadi oradan, yok öyle bir şey” diyerek itiraz eden Batı’yı barışın yol haritasını takip ederek meşru bir zeminde yürüyor zannediyordu. Meğer Batı’nın Donbas sorununu çözmek gibi bir amacı zaten yokmuş. Onların meselesi, bugünü, bugün Ukrayna’nın vekil güç olarak NATO tarafından kullanıldığı bir savaşa hazırlanmasını sağlamakmış.
Peki Minsk Anlaşması niçin imzalanmıştı, hatırlayalım:
Ukrayna’da 2014 Meydan Darbesi sonrasında etnik Rus ya da Rusça konuşan nüfusun çok yoğun olarak yaşadığı doğu bölgelerine seçimsiz gayri meşru valiler atanmış, bunun akabinde Donbas bölgesindeki eyaletlerde protesto gösterileri başlamıştı. Rejimin protestolara sert karşılık vermesinin ardından Donbas bölgesindeki halk milisleri silahlanmış ve rejim güçleriyle savaşmaya başlamıştı. 2014 Nisan’ında Donbas’ta özerk, egemen birer cumhuriyet olarak kurulan Donetsk ve Luganskt’ta 11 Mayıs’ta bağımsızlık referandumları yapıldı. Halk oylamalarında iki bölgenin de bağımsızlığı sandık başına gidenler tarafından sırasıyla yüzde 89,7 ve yüzde 96,2 oy oranlarındaki evet oyuyla onaylandı. İki halk cumhuriyeti de 12 Mayıs’ta resmen bağımsızlığını ilan etme yoluna gitti. Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Lugansk Halk Cumhuriyeti 24 Mayıs 2014’te “Novorossiya Federal Devleti” adında bir konfederasyon da oluşturdu.
Bu arada Avrupa ve Rusya’nın Donetsk ile Lugansk’taki savaşı durdurma yolunda çabalar sarf ettiğine tanık oluyorduk. Bu çabaların sonucu olarak ve dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı François Holland ve Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko’nun gözetiminde yürüyen görüşmeler sonucunda, altında Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcisi (İsveçli diplomat Heidi Tagliavini) ile ayrılıkçı Donetsk ve Lugansk yönetimleri liderlerinin yanı sıra Poroşenko ve görüşmelerdeki Ukrayna hükûmet temsilcisi Leonid Kuchma’nın da imzasının bulunduğu Minsk Protokolleri Belarus’un Minsk kentinde 5 Eylül 2014 resmi bir anlaşma olarak imzalandı.
Birinci Minsk Anlaşması olarak da bilinen 12 maddelik bu protokolün bazı maddeleri şöyleydi: Derhal ateşkes ilan edilmesi, Ukrayna’daki silahlı grupların, askeri teçhizatın ve paralı askerlerin geri çekilmesi, yürürlüğe girecek ateşkesin AGİT tarafından gözlenip denetlenmesi, Ukrayna – Rusya sınırının AGİT tarafından gözlenmesi ve sınırda tampon güvenlik bölgeleri oluşturulması, Donetsk ve Lugansk’taki halk milislerinin elindeki bölgelere yönetim yetkileri devredilmesi, iki cumhuriyette erken yerel seçimlere gidilmesi, kapsayıcı ulusal diyaloğun devam ettirilmesi.
Donbas sorununun barışçıl yollarla çözümünün yol haritası artık belliydi. Barışa bir şans tanınacağı için ayrılıkçı Donetsk ve Lugansk cumhuriyetleri, Novorossiya Federal Devleti adını taşıyan konfederasyonu 1 Ocak 2015’te feshettiler. Ancak anlaşmaya imza koyan dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko protokollerin gereğini yapmak yerine Donbas’taki iki cumhuriyete yönelik silahlı müdahaleyi derinleştirdi.
Şimdi anlıyoruz ki, meğer zaten barış anlaşması baştan bir yalan imiş. Meğer Rusya’nın hasımlarının düşündüğü tek seçenek baştan itibaren bir savaş imiş.
Elbette ortada bu anlaşmaya imza koyan ve böylelikle tuzağa düşürülen dördüncü ülkeye, yani Rusya’ya karşı yapılmış büyük bir haksızlık ve uluslararası ceza mahkemelerinin görev alanını ilgilendiren bir hukuksuzluk var. Ama galiba ondan da önemlisi, Ukrayna halkına karşı yapılan çok büyük bir haksızlık söz konusu. Anlaşmalar yoluyla barışa yürüdüğünü zanneden bir toplumun barış içinde yaşama imkânı görünen o ki ikiyüzlü bir operasyonla ellerinden alınmış. O toplum on binlerce evladını bu savaşta yitirdi. Ve o ikiyüzlülüğün bedelini her gün 100 Ukraynalı hayatlarıyla ödemeye devam ediyor.
En kötüsü de, böyle bir ikiyüzlülükle gelinen bu noktada Rusya’nın askeri harekâttan diplomatik yöntemlerle barışa inandırılarak caydırılmasının artık pek olası görünmemesi, 2023’ün şiddetli çatışmaların devam edeceği bir yıl olarak şekillenecek gibi durması, gencecik Ukraynalıların ölmeye devam edecek olması. Batı’nın modus operandisi’sinin ifşa olmasının uluslararası ilişkiler dokusunda yol açacağı yeni güvensizlikler de cabası…
Geçen yıl Haziran ayında yapılan NATO Madrid Zirvesi’nde “kural temelli uluslararası düzen” vurgusu öne çıkmış, Rusya’nın bu düzene açık bir tehdit, Çin’in de bir meydan okuma oluşturduğu ileri sürülmüştü. Rusya ile Çin’in öyle “sütten çıkma ak kaşık” olduğunu söyleyemeyiz belki ama meğer “kural temelli uluslararası düzenin” altı bu klişe ibareyi sık sık dile getirenler tarafından oyulmaktaymış.
Kaynak: T24