Üç Hayvan Hakları Aktivistinden Vicdani Ret
Hayvan özgürlüğü aktivisti üç kişi devlete Roboski’de katır katliamını durdurması için seslendikleri basın toplantısında vicdani reddini açıkladı.
Beyza Kural İstanbul – BİA Haber Merkezi 03 Temmuz 2015, Cuma 15:35
Hayvan özgürlüğü aktivistleri Burak Özgüner, Barış Atal ve Neşe Dicle Akbaş vicdani retlerini açıkladı.
Açıklamalar, Yeryüzüne Özgürlük Derneği ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin devletin Roboski’deki katırlar katliamını derhal durdurma çağrısı yaptığı toplantının sonunda gerçekleşti.
Özgüner: ‘Savaş’ım hayvanların özgürlüğü için
Özgüner açıklamasında 34 insan ve 59 katırın öldürüldüğü Roboski Katliamı’ndan, şüpheli zorunlu asker ölümlerine, zorunlu asker intiharlarına, kendisinden 23 gündür haber alınamayan zorunlu asker Osman Karadeniz’e, devlet kuvvetlerince öldürülen çocuklara, hayvanların kapatıldığı hayvanat bahçelerine, avcılığa dek birçok konuya yer verdi.
“Hal böyleyken sadece bana ait olan bedenimi ne Türk varlığına ne de başka bir ulusun varlığına armağan edeceğim… Bir ‘savaş’ vereceksem o da hayvanları ve doğayı daha çok özgürlüğe, kurtuluşa yaklaştırmak için olabilir, bu mücadelede yaşama düşman olan devlet de ordu da benim tarafımda yer almıyor.”
Atal: Militarist tahakkümü reddediyorum
Atal açıklamasında baltadan, lazer atıcılara varan geçmişten günümüze birçok silahı sıralayarak başladı. “Yıkım araçları” dedikleri silahların, devletlerin canlıları ve dünyayı yok etmek kibirlendikleri ve medeniyetin gelişimi olarak lanse ettiklerini söyledi.
“Ne bu tür bir uygarlığı kabul ediyorum ne de bu uygarlığın sağladığı hukukun adaletine ve geçerliliğine inanıyorum. Bana dayatılan militarist tahakkümü vicdanen reddediyorum.”
Akbaş: Canlıları katleden kurumların yanında olmayacağız
Akbaş, hayvan özgürlükçüleri olarak işi, amacı ya da eylemi masum canlıları katletmek olan her tür kurum, kişi ya da oluşumun yanında hiçbir zaman olmayacaklarını söyledi.
“Yaşamın, kendi türümüzün ürettiği ideolojik ve siyasi söylemlerin üstünde olduğunu, onun bir tarafı olamayacağını ve ona yöneltilen her zorbalığın bedelini kolektif olarak ödeyeceğimizi unutmadan ve bir zorunluluk olarak tür, ırk, cinsiyet gözetmeden her türlü hak mücadelesine bütünsel bakılması gerektiğini savunuyoruz.
“Hayvanların ve doğanın her tür tahakküm, şiddet ve sömürünün en korkuncuna maruz bırakılmasını meşrulaştıran başta insan merkezci ve türcü söylemler olmak üzere ırkçı, cinsiyetçi ve her tür ayrımcı söylemin uygulayıcı kurumları ve zihniyetiyle hiçbir zaman uzlaşamayacağımızı ve devletlerin yaşama düşman, şiddeti besleyen militarist dayatmaları karşısında vicdani reddimi açıklıyorum.” (BK)
http://www.bianet.org/bianet/vicdani-ret/165784-uc-hayvan-haklari-aktivistinden-vicdani-ret
**
Katırları katledenler hakkında suç duyurusu – diclehaber.com
**
Burak Özgüner, Vicdanî Ret Açıklaması
3 Temmuz 2015
Uzun yıllardır, hayvanları da doğayı da insanları da öğüten, öğütmekte hiçbir sakınca görmeden, adaletsizliği birer karakteristik haline getirmiş olan “malûm” sistemin ve uygarlığın modern bir ürünü olan devletin, ordunun askeri olmayacağımı açıklamak istiyordum. “Kısmet” ne yazık ki bugüneymiş: Her devlette olduğu gibi, sınırları kanla ve katliamla çizilmiş olan bu ülkede, hayvanlar için 20 yıldır mücadele veren bir insan olarak vicdanî reddimi açıklıyorum. Şırnak, Roboskî’de bitmek bilmeyen katır katliamının son furyası olan 30 Haziran’daki gözü dönmüş Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saldırısından sonra, her devlet ve ordu gibi katil olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ve onun katliam emirlerini uygulayan TSK’nin hiçbir şekilde parçası olmayacağım. Masum hayvanları kurşunlayan, dağlarda, ormanlarda gezen yaban hayvanlarının tepesine bomba yağdıran tüm ordulara lanet okuyorum!
Militarist bir ülke olan; okulundan ailesine, iş hayatından toplumdaki gündelik yaşantısına kadar tektipleştirilmek istenen Türkiye’de ve hiçbir ülkede, hiçbir kademede emir-komuta zincirine dahil olup üniforma giymeyeceğim ve elime silah almayacağım. Çünkü biliyorum ki üniforma giydiğimde, bundan tam 1284 gün önce olduğu gibi, Roboskî’de 34 insanı ve 59 katırı katletmek için ya da sırf bir komutanı rahatsız ettiği için, kışlanın etrafındaki köpekleri öldürmek için emir alabilirim. Bizzat TSK tarafından yıllar boyunca bombalanan dağlarda, yakılan ormanlarda, hiçbir şeyden habersiz hayvanların katili olabilirim. Kışlada “şakalaşırken” arkadaş kurbanı olabilirim ya da ana akım medyada sık sık haberlerini duyduğumuz gibi, her an “eğitim zaiyatı” olabilirim. Sizler bir gazete haberinden “intihar ettiğimi” okuyabilirsiniz. Ya da en basitinden askerdeyken “kaybolmuş” olabilirim. “Kaybolmak” demişken kendisinden 23 günden beri haber alınamayan er Osman Karadeniz nerede?
Son 27 senede, devletin “güvenlik” gücü olarak tanımlanan birliklerce katledilen 489 çocuğun katlinden hiçbir rahatsızlık duymayan çocuk katillerinin, “hata” yapıp canlılara bomba yağdırdıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edenlerin sırtını sıvazlayarak terfi ettiren eli silahlı, bombalı, geçmişinde asit kuyuları olan bir kurumun parçası olmak, emri altına girmek istemiyorum.
Canı olmayan camı kırmayı şiddet olarak tanımlarken, canı olanı kırmayı, imha etmeyi şiddet olarak tanımlamayan, kendine göre suç tanımları uydurup adaleti hiçbir şekilde sağlayamayacağı ortada olan yasaları çıkartıp insan-hayvan-doğa demeden, tüm yaşam üzerinde her türlü tahakkümü bizzat kuran ve güçlendiren, devletin ikiyüzlü adaletine de düzen sağlayıcılığına da inanmıyorum. Devletin düzen, otorite ve hatta Türkiye’de çoğu zaman “adalet” adına topluma yaptığı müdahaleleri tehlikeli buluyorum ve benim için tek düzenin anarşi olduğunu söylüyorum. Kendini ayakta tutmak, kendini güçlendiren endüstriyi korumak için her türlü zulmü her türlü canlıya reva gören devletin ölüm ve infaz kararlarını, kötücül yargı kararlarını uygulamak için her daim hazır bekleyen bir ordunun, ne içeride ne de dışarıda bir parçası olmak istiyorum.
Yasalar dahilinde, hayvanları, hayvanat bahçesine kapatıp insana seyirlik malzeme yapıp ölene kadar esaret altında tutmakta; deneylerde işkence ile sömürmekte ve katletmekte; ticarî kaygılarla okyanus ötesi mesafelerden avlayıp küçücük havuzlara tıkmakta; insanın kan görme arzusu ve zevki uğruna türlü hileler ile ve ihaleler açarak avlatmakta; bir “tecavüz” metodu ile sürekli üretip cehennemi andıran entegre çiftliklere kapatıp sömürdükten sonra mezbahalarda gırtlaklattırmakta ve hayvanların, işkence ile öğretilen doğal olmayan hareketlerini eğlence diye pazarlatmakta; dirisinden ölüsüne kadar her şekilde paraya çevrilmesinde hiçbir sakınca görmeyen devletler, kirli işlerini ordularına yaptırıyor. Kapalı kapılar ardında başka devletlerle, şirketlerle gizli gizli yaptıkları kirli pazarlıklarını uygulatmak için silahlı kuvvetlerini, ordularını öne sürüyor.
Hâl böyleyken, sadece bana ait olan bedenimi ne Türk varlığına ne de başka bir ulusun varlığına armağan edeceğim. Artık gerçekten kokuşmuş bu düzenin karşısında, bir anarşist ve hayvan özgürlükçüsü olarak, tahakküm ilişkilerini ve şiddeti mümkün olduğunca kendimden uzak tutmaya çalışarak yaşadığım bu hayatı, kimseden emir almadan, hiçbir otoriteye itaat etmeden, kimseyi öldürmeden yaşamak istiyorum. İnsanı canından usandıran militarizm; tektipleştirme, itaati dayatan ordular, “millî savunma”, “savaş”, “terörle mücadele” gibi gerekçelerle dünyanın en büyük ve kanlı endüstrisi olan silah endüstrisini beslemekte. Bu endüstri ürettiği silahlarla, yok etme projeleriyle ve uyguladığı deneylerle milyonlarca canlının yaşamına kastetmektedir. Silah endüstrisi için yapılan laboratuvar deneylerinde ise kaç milyon hayvanın can verdiği bilinmiyor bile; çünkü “millî güvenlik”, “devlet sırrı” kelimelerini ağzımıza bile alamıyoruz. Silah endüstrisinin kardeşi olan, devletin mevzuatıyla onaylanan ve devlete kaynak sağlayan avcılığın sebep olduğu sonsuz bucaksız soykırımdan ise bahsetmeyeceğim…
Mevzunun özeti; çocukluğumuzdan bu yana kutsal, dokunulmaz, eleştirilemez ve koşulsuz biat edilmesi gereken bir varlıkmış gibi öğretilen ama büyüdükçe hiç de öyle olmadığını gördüğümüz devlete de ordusuna da verecek ne canım ne de zamanım var. Kısacası, devlete diyeceğim odur ki: Zorlamayın, dayatmayın! Çünkü zorla, insan ikna edilmez! Düşün insanların da hayvanların da doğanın da yakasından… Bir “savaş” vereceksem o da hayvanları ve doğayı daha çok özgürlüğe, kurtuluşa yaklaştırmak için olabilir, bu mücadelede yaşama düşman olan devlet de ordu da benim tarafımda yer almıyor. Dolayısıyla benim, o ya da bu şekilde, bahsettiğim kurumsal otoritelerin bir parçası olmam da mümkün değil.
Belki sayımız çok değil, devlet ya da benzeri organizasyonlar kadar -ki hiç istemem, korkarım bundan- örgütlü değiliz, imkânımız yok belki ama hayvanlar, insanlar ve doğa için yani istisnasız herkes için topyekûn özgürlük isteyenler olarak, “bulunduğumuz yerden dünyayı değiştirmeye devam edeceğiz”, reddedişimiz, neşemiz, öfkemiz ile…
Bu naçizane reddiye ile, 2012’de kaybettiğimiz Türkiye’nin ilk vicdanî retçisi, anarşist yoldaşım ve arkadaşım Tayfun Gönül’ü, geçen sene kaybettiğimiz anarşist yoldaşım, dostum Kerem Kamil Koç’u, Batman’ın Gümüşgörü Jandarma Karakolu’nda askerliğini yaparken nefret cinayetine kurban giden Sevag Balıkçı’yı, kışla cinayetine kurban giden ve başta TSK’nin ve tüm orduların canını aldığı bütün hayvanları, ağaçları ve insanları anıyor, dünyanın dört bir tarafında hayvanların ve doğanın kurtuluşu için yüreği çarpan, tutsak edilen tüm yoldaşlarıma selam gönderiyorum.
Son olarak bir klasik: Öldürmeyeceğim, ölmeyeceğim, kimsenin askeri olmayacağım!
**
Barış B. Atal’ın Vicdanî Ret Açıklaması
03.07.2015
Balta, bıçak, mızrak, yay, kılıç, gürz, topuz, mancınık, tabanca, tüfek, top, obüs, havan, torpido, el bombası, mayın, roket, makineli, tank, taarruz gemisi, savaş uçağı, güdümlü mermiler, lav makinesi, gaz odaları, asit kuyuları, kan zehirleyiciler, boğucu gazlar, yakıcı gazlar, sinir gazı, füze, atom bombası, hidrojen bombası, nükleer başlıklı denizaltı, insansız avcı hava aracı, yapay virüsler, kitle imha salgınları, lazer atıcılar. Geçmişten günümüze kullanılan yıkım araçları. Devletlerin, canlıları, dünyayı yok etme konusunda birbiriyle sidik yarıştırırcasına kibirlendikleri, yetmezmiş gibi medeniyetin gelişimi olarak lanse edilen silahlar. Ne bu tür bir uygarlığı kabul ediyorum ne de bu uygarlığın sağladığı hukuğun adaletine ve geçerliliğine inanabiliyorum. Bana dayatılan militarist tahakkümu vicdanen reddediyorum.
**
Neşe D. Akbaş’ın Vicdanî Ret Açıklaması
03.07.2015
Bizler hayvan özgürlükçüleri olarak işi, amacı ya da eylemi masum canlıları katletmek olan her tür kurum, kişi ya da oluşumun yanında, yakınında ya da arkasında hiçbir zaman olamayacağımızı söylüyoruz. Yaşamın, kendi türümüzün ürettiği ideolojik ve siyasî söylemlerin üstünde olduğunu, onun bir tarafı olamayacağını ve ona yöneltilen her zorbalığın bedelini kolektif olarak ödeyeceğimizi unutmadan ve bir zorunluluk olarak tür, ırk, cinsiyet gözetmeden her türlü hak mücadelesine bütünsel bakılması gerektiğini savunuyoruz.
Hayvanların ve doğanın her tür tahakküm, şiddet ve sömürünün en korkuncuna maruz bırakılmasını meşrulastıran başta insan merkezci ve türcü soylemler olmak üzere ırkçı, cinsiyetçi ve her tür ayrımcı söylemin uygulayıcı kurumları ve zihniyetiyle hiçbir zaman uzlaşamayacağımızı ve dolayısıyla devletlerin yaşama düşman, şiddeti besleyen militarist dayatmaları karşısında vicdanî reddimi açıkladığımı bildiriyorum.