Uluslararası Savaş Karşıtları (WRI) Heyeti’nin 26-29 Nisan 2016’da Güneydoğu Türkiye’ye Yapılan Ziyaretle İlgili Raporu (Türkçe)

Yedi barış ve insan hakları aktivistinden oluşan heyet, Diyarbakır ve Cizre’de çeşitli kurum ve örgütü ziyaret etti. Heyet üyeleri bu raporla görüşmeleri boyunca edindikleri bilgileri sunuyorlar. Avrupalı siyasetçilerin durumu daha fazla görmezlikten gelmemelerinin gerektiğine vurgu yapıyorlar.

Uluslararası Savaş Karşıtları Heyeti
“Türkiye’deki Şiddet Döngüsünü Durdurun”

Güneydoğu Türkiye’ye Yapılan Ziyaretle İlgili Rapor
26-29 Nisan 2016

Uluslararası Savaş Karşıtları tarafından yayımlanmıştır, 12 Haziran 2016
wri-kampanya-turkiye
War Resisters’ International (WRI) Uluslararası Savaş Karşıtları 42 ülkeden 83 örgütün bağlı olduğu uluslararası bir ağdır.
5 Caledonian Rd, London N1 9DX, Britain
+44-20-7278 4040
[email protected], http://wri-irg.org

“Savaş insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Dolayısıyla ben hiçbir savaş çeşidine destek vermemeye ve bütün savaş sebeplerinin ortadan kalkması için mücadele etmeye kararlıyım” (WRI bildirisi)

Yönetici Özeti
Uluslararası Savaş Karşıtları (WRI); Almanya’dan Connection e.V, Türkiye’den şiddet karşıtı aktivistler ve WRI üyelerinin işbirliği ile Güneydoğu Türkiye’ye 26-29 Nisan 2016 tarihleri arasında bir heyet gönderdi. Yedi barış ve insan hakları aktivistinden oluşan heyet, Diyarbakır ve Cizre’de çeşitli kurum ve örgütü ziyaret etti. Heyetin amaçları:

* Şiddetli çatışmadan etkilenen bölgedeki durum hakkında birinci elden bilgi edinmek;
* İnsan hakları, sivil haklar, mülteci örgütleri ve yerel örgütler ile beraber şiddet içermeyen aktiviteleri güçlendirmek ve demokrasi ve insan hakları için mücadele etmek için nasıl bir işbirliği yapılabileceğini keşfetmek;
* Türkiye’nin savaştan etkilenen bölgelerinde sivillerin ve şiddet karşıtı siyasi aktivistlerin güvenliğini arttırmak için neler yapılabileceğini keşfetmek.

Heyet üyeleri bu raporla görüşmeleri boyunca edindikleri bilgileri sunuyorlar. Avrupalı siyasetçilerin durumu daha fazla görmezlikten gelmemelerinin gerektiğine vurgu yapıyorlar. Bu rapor ayrıca uluslararası aktörler, Türk hükümeti ve Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistan, PKK) tarafından sivillerin insan hakları ile güvenliklerinin tekrar sağlanması için neler yapmaları gerektiği üzerine öneriler içermektedir. Bu rapor ayrıca WRI’nin şiddetsizlik ve sivillerin şiddet kullanmadan korunması gibi belli başlı konularda kapasite oluşturma desteği teklifini içermektedir.

Giriş
Türkiye’deki çatışma bölgesine heyet gönderme kararı, savaşın bölgede yeniden başlaması ve Temmuz-Ağustos 2015’ten beridir gittikçe şiddetini arttırması üzerine endişe duyulduğu için alındı. Sivil halk uzun süren sokağa çıkma yasaklarına maruz kaldı ve askeri operasyonların hedefi oldu. İnsan hakları aktivistleri ve diğer aktivistler tehdit edildi, keyfi olarak tutuklandı ve hatta öldürüldüler. İşlenen cinayetler ile ilgili kayda değer bir soruşturma da yürütülmedi.
WRI onlarca yıldır Türkiye’de çoğunlukla vicdani retçileri destekleyerek şiddet içermeyen eylemler üzerine çalışmalar yapıyor. 90’lı yıllarda WRI’nin bir genel kurul toplantısı Türkiye’de yapılmıştı ve şu anda bir Türk aktivist, WRI’nin yürütme kurulu üyesi olarak görev yapıyor. Bölgedeki şiddet karşıtı aktivistlerle uzun yıllardır süregelen bu işbirliği ve Türkiye’deki aktivistlerin talepleri üzerine WRI bu konuda neler yapılabileceğini değerlendirmeye başladı. Durumla ilgili ilk istişare 2016 yılının başlarında bazı WRI üyesi örgütlerin ve Türkiye’den barış aktivistlerinin işbirliği ile oldu. WRI acil bir şekilde ateşkes ilan edilmesi ve barış sürecinin tekrar başlaması gerektiği sonuçlarına ulaştı. WRI şunu fark etti ki; Batı Avrupa ülkelerinde (ve Amerika Birleşik Devletleri’nde) siyasetçiler Suriye ve Irak’taki savaşta müttefik olan ve Avrupa’ya mültecilerin gelmesine engel olan Türk hükümetini kendilerinden uzaklaştırmamak için durumu bilerek görmezden geliyorlardı. Türkiye’deki (ilan edilmemiş) savaş, medya tarafından nadiren haber yapıldığı için uluslararası toplumların gözünden uzakta devam ediyordu. Haber yapıldığı zamanda da Türk hükümetinin resmi çizgisi izlenerek yapılıyordu: Çatışma bir savaş değil, “teröristlere” karşı yürütülen askeri bir operasyon. WRI bunları göz önünde bulundurarak Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’ye hitaben bir kampanya başlattı. Ayrıca, aynı ifadeler bir barış örgütleri koalisyonu tarafından Alman Dışişleri Bakanı’na (1) da iletildi. Daha sonra, WRI birinci elden bilgi edinilmesi gerektiğine karar verdi ve Güneydoğu Türkiye’ye bir heyet gönderme kararı aldı.

Heyetin amaçları:
* Şiddetli çatışmadan etkilenen bölgedeki durum hakkında birinci elden bilgi edinmek;
* İnsan hakları, sivil haklar, mülteci örgütleri ve yerel örgütler ile beraber şiddet içermeyen aktiviteleri güçlendirmek ve demokrasi ve insan hakları için mücadele etmek için nasıl bir işbirliği yapılabileceğini keşfetmek;
* Türkiye’nin savaştan etkilenen bölgelerinde sivillerin ve şiddet karşıtı siyasi aktivistlerin güvenliğini arttırmak için neler yapılabileceğini keşfetmek.

Türkiye, İsveç, İspanya, Avusturya ve Almanya’dan gelen yedi üyeden oluşan heyet, Diyarbakır ve Cizre’yi ziyaret etti ve çok sayıda sivil toplum kuruluşuyla toplantılar yaptı. Diyarbakır, çoğu devlet kurumunun ve sivil toplum kuruluşunun olduğu yer olarak Türkiye Kürdistanı’nın başkenti olarak kabul ediliyordu. Diyarbakır da çatışmalardan doğrudan etkilenmişti. Şehrin tarihi ilçesi olan Sur’da ağır çatışmalar yaşanmıştı ve Sur’un son kısımları ancak Mayıs ayının sonunda halka açıldı. Mart ayına kadar devam eden ve tüm gün süren sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı bir diğer yer de Cizre. Yarım gün sokağa çıkma yasakları hala uygulanmaya devam etmekte. Cizre’nin bazı bölgeleri de yerle bir olmuş durumda.
Bu rapor heyetin elde ettiği en önemli bulguları özetliyor. Birçok durumda da detaylar için diğer insan hakları örgütlerinin raporlarına başvuruluyor.

Güneydoğu Türkiye’deki Durum
Güneydoğu Türkiye’deki silahlı çatışmalar, 1984 yılında PKK’nın Türkiye’nin Kürt bölgelerinin bağımsızlığı için Türk devletine karşı silahlanmasıyla başladı. Çatışmalar 90’lı yıllarda Türk yetkililerin “köy koruculuğu” sistemini de kapsayan askeri harekat başlatmasıyla iyice şiddetlendi. Bu durum; 3000 köyün yıkılması/boşaltılması, 3 milyonun üzerinde kişinin iç göç etmesi (iç göç yapanların 1 milyon tanesi 2009 yılında hala geri dönmemişti), en az 20,000 tanesi sivil olmak üzere 30,000 kişinin öldürülmesi ve 100,000 kişinin tutuklanması ile birlikte kırsal kesimde yaşayan nüfusun azalmasına yol açtı. Çatışmalardaki bu ilk artış, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında tutuklanmasından kısa süre sonra PKK’nın ateşkes ilan etmesiyle son buldu. İlerleyen yıllarda, dönüşümlü olarak çatışmalar ve onları takiben ateşkesler yaşandı.
2009 yılında Türk hükümeti PKK ile barış görüşmelerine başladı. Bu görüşmelerin neticesinde 28 Şubat 2015 tarihinde 10 aşamalı bir plan olan Dolmabahçe Mutabakatı yapıldı. Plan, başka şeylerin yanı sıra, çoğulcu kimlik konsepti geliştirilmesini ve yeni demokratik bir anayasa hazırlanmasını içeriyordu. Ancak kısa süre sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sözünden döndü. Heyetin toplantı yaptığı insanların birçoğu, anlaşmanın bozulmasının sebebi olarak başta HDP’nin Haziran 2015 seçimlerindeki başarısı olmak üzere Türkiye’deki diğer siyasi süreçleri görüyordu. Haziran seçimlerinin sonucunda Erdoğan’ın AKP’si hükümeti kurabilecek çoğunluğu yakalayamamıştı. (2) Bu durumda Erdoğan uzun süredir planladığı, “başkanlık sistemi” adı altında bütün gücü kendisinde toplayacağı anayasal değişiklikleri yapamıyordu.
17 Temmuz 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını” açıkladı ve “sırtını terörist bir oluşuma [PKK] (3) yaslayanlarla bir mutabakata varılamayacağını” söyledi. O günden beridir, Uluslararası Kriz Grubu kıdemli Türkiye analisti Nigar Göksel’in sözleriyle: “Kürt milliyetçilerin rutin olarak tutuklandığı 90’lı yıllardaki askeri baskıyı hatırlatan yöntemlere başvurarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan on yıllık yapılmış olan açılımları geriye döndürdü.”
24 Temmuz 2015 günü Türk jetleri PKK kamplarının bulunduğu Kandil Dağı’nı bombalamaya başladı. PKK “ateşkesin artık bir anlamı olmadığını” açıkladı. Daha sonra, PKK savaşı şehirlere taşıyacağını açıkladı. (Önceden şiddetli çatışmalar yoğun nüfus olan yerlerden uzakta yaşanıyordu.)
Temmuz ayında yaşanan bu gelişmelerden kısa süre sonra, şiddetli çatışmalar Türkiye’nin Kürt bölgelerinde yaşayan binlerce sivili etkileyecek şekilde felaket derecesine ulaştı. Daha sonra, Kürt gerilla kuvvetlerinin yaptığı intihar saldırılarıyla, şiddet ülkenin batı bölgelerine de yayılmaya başladı.
Yapılan toplantılar sonunda heyet, Kürt bölgelerinde Temmuz 2015’te tekrar başlayan şiddetli çatışmaların sinyallerinin daha önceden verildiğini öğrendi. Daha 2014 yılında, gençler bazı köylerde hendekler kazmaya başlamıştı; bunu Türk ordusunun girmesi halinde kendilerini savunmak için yaptıkları şeklinde açıkladılar. (Heyetin duyduğuna göre Türk ordusu tarafından yeni güvenlik kuleleri yapılıyordu.) O dönemde, Kürt aktivistler gençleri sakinleştirip hendek kazmayı bırakmaları yönünde ikna edebildiler. (4)
Ancak, daha sonra (5) heyetin aldığı bilgiye göre Şırnak, Cizre ve Sur’da silahlı mücadeleye hazırlık amaçlı yeni hendekler kazılmaya başlandı. Oradaki gençler bunu, Türk ordusunun şehre girmesini engellemek ve yakalanmamak için yaptıkları şeklinde açıkladılar. Bir sözcüye göre bu durum halk tarafından destekleniyordu. Fakat bölgedeki siviller ileride şehirlerde olacak olan savaşı beklemiyordu.
Heyetin aldığı bir diğer bilgiye göre de hendekler halkın evlerine ulaşmalarına veya evlerinden ayrılmalarına engel oluyordu. Savaş başladığında, isyancılar kaçmak isteyenleri mücadelelerine destek vermemekle suçluyorlardı. Bu insanlar, konuştuğumuz bir kişinin söylediğine göre, kalkan olarak kullanılıyorlardı. Yine de en nihayetinde, birçok insan sahip oldukları her şeyi geride bırakarak bölgeyi terk etti.
İlk sokağa çıkma yasağı Muş’un Varto ilçesinde “güvenliği sağlamak için bir sonraki emre kadar” (6) denilerek 16 Ağustos 2015 günü başladı. Bu yasak 20 saat (7) sürdü ve ileride olacakların habercisiydi. O günden beridir Güneydoğu Türkiye’deki 7 ilin 22 ilçesinde 65 tane resmi olarak teyit edilmiş, süresiz, tüm gün süren sokağa çıkma yasakları uygulandı. Bu şehirler Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 20 Nisan 2016 tarihli raporuna (8) göre şöyle; Diyarbakır (35), Şırnak (10), Mardin (11), Hakkari (5), Muş (1), Elazığ (1), Batman (2).
Sokağa çıkma yasakları sırasında Polis Özel Harekat timleri ve diğer güvenlik güçleri, silahlı Kürt genç hareketine karşı barikatları geçmek için zırhlı araçlar, bazen tanklar ve ağır silahlar kullanarak terörle mücadele operasyonları düzenlediler. Kürt silahlı grubu destekleyenler, içlerine çoğu zaman patlayıcı yerleştirdikleri hendekler kazdılar ve bölgeye geçişi engellemek için barikatlar inşa ettiler. (9)
CHP’li milletvekillerine göre, tüm gün süren ve bazen haftalarca devam eden sokağa çıkma yasakları Türkiye tarihinde daha önce hiç görülmemişti. Ayrıca bu boyuttaki uygulamalar askeri darbe ve olağanüstü hal dönemlerinde bile yaşanmamıştı. (10) Uluslararası Af Örgütü’ne göre hükümetin verdiği askeri karşılık “büyük insan hakları ihlalleri” ile lekelenmiş ve ortaya Kürt halkına karşı “toplu bir cezalandırma” sonucu çıkmıştır. (11)
Yeniden başlayan kavga ve baskı ayrıca yeni bir iç göç dalgasına neden oldu. Polisin istihbarat ve terörle mücadele raporuna göre; bölgedeki beş şehirde 1,3 milyon insan sokağa çıkma yasaklarından etkilenirken (12), 100,000’in üzerinde insan ise yerlerinden oldu. Sivil toplum kuruluşları ve muhalefet partileri bu sayının aslında daha yüksek olduğunu ve 200,000 sivilin evlerini terk etmek zorunda kaldığını iddia ediyorlar. (13) Sokağa çıkma yasağından etkilenen insanların sayısı ile verdikleri bilgi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın yaptığı hesaplarla örtüşüyor.
Bütün bu acil sorunlara ilaveten, sokağa çıkma yasakları insanları ve bölgeyi uzun vadeli ciddi sorunlarla da karşı karşıya bırakıyor. Heyetin yaptığı toplantıların birçoğunda görüldü ki Türk hükümeti insanların olduğu gibi belediyelerin ve kiliselerin de mallarına el koyuyor. İnsan Hakları Derneği’nin bir raporu durumu şöyle özetliyor: “Hükümet Sur’da şahıslara ait olan bütün arazi ve evleri kamulaştıran bir süreç başlattı. Silahlı çatışmalar bittikten sonra, Bakanlar Kurulu Suriçi’ndeki toplam 7714 parsel arazinin 6292’sini 2942 numaralı İstimlak Kanunu’na dayanarak 21 Mart 2016’da kamulaştırma kararı aldı. (Bkz. kanun ek-3) Bu karara göre Sur’daki bütün parsellerin yüzde 82’si kamulaştırılacak. Geriye kalan yüzde 18’i ise zaten ya TOKİ’ye ya da Devlet Hazinesi’ne ait. Bu sürecin sonunda Suriçi’ndeki bütün parseller kamu alanına dönüştürülmüş olacak. (Bkz. kanun ek-4)” Heyetin toplantı yaptığı birçok gruba göre bu projelerin amacı şehirlerin sosyal demokratik yapısını bozmak, tarihi ve kültürel dokusunu ve sosyal hafızasını yok etmek. (14)
Sokağa çıkma yasağı olan bölgelerde olup bitenler ile ilgili bilgi edinmek kolay değildi. Bölgeden alınan ilk bilgi; yiyecek, elektrik, su ve sağlık hizmetleri gibi temel ihtiyaçlara erişim olmadığı şeklindeydi. Sokağa çıkma yasakları sırasında 35 günlükten (15) 75 yaşına kadar birçok insan hayatlarını kaybettiler. Bazı olaylar ise heyete defalarca kez iletildi: Sokağa ekmek almak için çıkan insanlar (16) veya sevdiklerini ambulansa yetiştirmeye çalışanlar (17) sniperlarca vuruluyordu. İki ayrı olaydan birinde; 10 yaşındaki bir çocuğun (18) ve diğerinde de 53 yaşındaki bir kadının (19) cansız bedenleri, defnedilmelerine izin verilmediği için günlerce buzdolabında bekletilmişti.
Bir diğer olayda kadın politikacılar cep telefonlarıyla yardım çağırmadan hemen önce vurularak öldürülüyor. (20) Başka bir olayda da insani yardım vermeleri için öğrencilerin Sur’a girmelerine izin veriliyor ancak öğrenciler dışarı çıkamıyorlar ve orada öldürülüyorlar. Bunlara umutsuzca seyirci kalan halk, içlerinde yaşlılar ve yaralılarla Cizre’de bodrum katlarında tıkılı kalıp ilk yardım servislerine erişemiyorlar. Anayasa Mahkemesi bile binayı terk edebilmek için yapılan bir başvuruyu reddeti. Bunun sonucunda bodrum katında sıkışıp kalanlar ya kan kaybından ya da düzenlenen operasyonlar sonucu öldüler. (21) Bodrum kalarında ölen insanların sayısı net olarak bilinmemekle birlikte, yerel örgütlerin hesaplarına göre sayı 178. (22)
Ağır silahların kullanımının sonucunda birçok bina, tarihi ve kültürel miras olan yapı hasar gördü veya yıkıldı. (23)
Yerleşim alanları top atışları ve bombalarla yakıldı, yıkıldı, yerle bir edildi. (24) Bazı sivillerin çatışma bölgesinden uzaklaştırılması mümkünken, ancak günlerce bombalandıktan sonra evlerini terk etmek zorunda bırakıldılar. Diyarbakır’da çatışmalardan en çok etkilenen yerlerden biri olan Sur’da nüfus 25,000’den 5,000 – 6,000’e kadar geriledi. Heyetin edindiği bilgiye göre Sur’da yaşayan kayıtlı 50,000 kişinin 23,000’i Sur’u kalıcı olarak terk etti. Bazı basın kaynaklarına göre de hükümet, boşaltılmış olan bölgelerden biri olan Suriçi bölgesinde (25) “kentsel dönüşüm projeleri” yapmak istiyor ve daha önce de bahsedildiği üzere bu bölgeler kamulaştırılıyor.
Heyetin toplantı yaptığı örgütlerin birçoğu, Türkiye içindeki prosedürlerle ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurarak sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması için yasal yolları araştırıyorlardı.
Bazı örgütler de sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması için çeşitli başvuruları zaten yapmıştı. (26)

Mezopotamya Hukukçular Derneğinin yaptığı bir başvurudan alıntı: (27)

”Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasa dışı bir şekilde milyonlarca Türkiye vatandaşına fiili sokağa çıkma yasakları uyguluyor. Başka bir deyişle, madde 15’e karşı gelerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti fiilen Sözleşme ile korunmakta olan temel hak ve hürriyetleri hiçbir hukuki açıklama ve sebep olmaksızın askıya alıyor. Bu durum, olağan üstü hal bile ilan edilmeden, milyonlarca sivili zor şartlar altında yaşamak zorunda bırakıyor ve siviller artan şiddet karşısında yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalıyorlar. Bu tutumuyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Avrupa Konseyi Genel Sekreterini bilgilendirme zorunluluğunu yerine getirmemiş ve açıkça Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesini ihlal etmiştir.”
“Ayrıca yukarıda bahsedilmiş olan sokağa çıkma yasakları rastgele ve orantısız bir şekilde uygulanmıştır ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Sözleşme’nin ‘Bu Sözleşme tarafından izin verilen hak ve hürriyet kısıtlamaları kurallarla belirlenmiş olan amaçlar dışında kullanılmamalıdır.’ İfadesini içeren 18. maddesini de ihlal etmiştir.”
Heyet bölgeye gittiğinde sokağa çıkma yasaklarının birçoğu Mart 2016’dan beridir kaldırılmıştı. Yine de şehirlerdeki bazı bölgeler hala dışarıya kapalıydı. Heyetin Cizre’nin en çok hasar gören bölgelerine girişi polis tarafından engellendi. Sur’un bir bölümü eskiden orada yaşayan insanlar dahil herkese tamamen kapalıydı. Nusaybin ve Lice gibi diğer ilçelerde Nisan/Mayıs aylarında yeni çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları başladı.
Bölgede yaşanan çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları 100,000’in üzerinde insanın kalıcı veya geçici olarak evlerinden olmalarına sebep oldu. İnsanların çoğu ise bir şekilde bölgede kalarak ya çatışmalardan az etkilenen yerlerdeki yakınlarının yanına gittiler ya da ortaklaşa evler kiralayarak hayatlarını kısıtlı olanaklar ile sürdürmenin bir yolunu bulmaya çalıştılar. Bazıları da evlerine geri dönmeye başladı. Böylesi bir dayanışma, merkezi bir hükümetin olduğu bir sosyal sistem yerine geçerek güç ilişkilerini değiştirebilecek bir sistem olarak görülebilir. Bunun aynı zamanda şöyle bir kötü yanı da olabilir: Bu tarz bir direniş, bu insanlık krizini uluslararası topluma daha az görünür hale getirir. (Bkz. Bölüm: Sivil Direniş, Şiddetsizlik)
Ayrıca, Diyarbakır Tabipler Odası gibi birçok örgüt de karşılıksız olarak hasta ve yaralılara sağlık hizmeti, travma yaşayan insanlara da psikolojik hizmet sunuyor. Ancak, heyetin gözlemlerine göre psikolojik hizmetten önce bir günden diğerine hayatta kalabilme ihtiyacı çok daha fazla.

Sivil Direniş, Şiddetsizlik
Sivil direniş temel anlamda dominant gücün etkisini azaltmak ve silahsız bir şekilde alternatif kurumlar oluşturmaktır ve bunun çeşitli yüzleri olabilir. Sivil direniş tek başına olabileceği gibi, diğer direniş türleriyle zaman zaman örtüşebilir, birlikte var olabilir veya birbirlerini tamamlayabilirler. Bu raporda heyetin yaptığı ziyaret boyunca duyduğu, sivil direnişin farklı çeşitleri ve ifadeleri yeralıyor. Ancak altını çizmek gerekir ki çatışmalar son derece şiddetli ve militarize durumda. Türkiye’nin Kürt bölgelerinde hiçbir şiddetsizlik hareketi olmadığı gibi, gözle görülür bir sivil direniş bilinci de bulunmuyor. (Mesela Suriye’de Esad rejimine karşı olanlar, sözlü olarak silahlı mücadeleyi destekliyor olmalarına rağmen, durum el verdikçe sivil direniş yöntemlerini kullanmaya çalışıyorlar.)
Türk ordusunun yaptıklarını durdurmaya yönelik sivil direnişin çok az ve dağınık örneklerine rastlayabildik. Bu da insanlık krizi ve tehlike durumlarında gayet anlaşılabilir bir şey. Kürt siyasi partisinin bastırılmış olmasından dolayı, ana direniş yöntemi öz yönetim kurumlarının oluşturulması şeklinde: Eğitim kurumları, yerel halkın ihtiyaçlarına hizmet eden siyasi kurumlar ve ilgili bölgede öz yönetimi hedefleyen kurumlar.
Baskıcı kuvvetlerin barikat kurarak veya hendekler kazarak engellenmesi prensipte savunma amaçlı bir sivil direniş şekli olabileceği gibi, bu durumda farklı taraflarca silahlı mücadeleye hazırlık anlamında yorumlanmıştır. Heyete verilen bilgiler doğrultusunda, alınan savunma önlemleri sadece Türk ordusunu değil aynı zamanda sivillerin kaçmalarını engelleme amacıyla da kullanılmış. Durum böyle olunca, sivillerin yaşadığı bölgelerde silahlı çatışmalar yaşanmasına ortam hazırlanmıştır.
Sokağa çıkma yasakları ve çatışmalar sırasında bütün klasik medya kanalları engellenmiş. Siviller dışarıya bilgi verebilmek ve kendilerine yapılan vahşeti dışarıyla paylaşabilmek için sosyal medyaya başvurmuşlardır. Uluslararası medyanın da eksikliği göz önünde bulundurulunca sosyal medya tek bilgi kaynağı haline gelmiş ancak, sokağa çıkma yasakları ve elektrik kesintileri nedeniyle Suriye’deki savaşta olduğunun aksine, hiçbir canlı Youtube veya Facebook haberi yapılamamış.
“Raporlarımızı okudunuz mu?” sorusu, Diyarbakır ve Cizre ziyaretlerinde yaptığı toplantılarda sıkça heyetin karşısına çıkan bir soru oldu. Toplantı yapılan örgütlerin birçoğu Türkçe, bazıları da İngilizce olarak uygulanan vahşet ile ilgili, resmi Türk hikayesi olan terörle mücadeleyi yalanlayan içerikte, düzenli raporlar hazırlamışlar. İnsan hakları örgütleri bu raporlarda iyi zamanlanmış ve sağlam temellere dayanan argümanları, olaylardan etkilenen bölgelerdeki durumu gerçeklere dayanarak açıklayarak iletişim kurmaya çalışmışlar.
Birkaç defa da 1000’den fazla akademisyenin imzaladığı bir dilekçeden (28) bahsedildi. Sadece bu ifadeler bile olaylarla ilgili resmi hikayeyi yalanlamak için oldukça önemli bir çabaydı; bir grup aydının hem ordunun saldırısı karşısında kurban konumunda olan sivillerle dayanışmada bulunma hem de uluslararası kitlelere devletin anlattığı hikayeye karşı, saygın ve bilinen insanların bir alternatif bakış açısı sunma cesareti göstermesiydi.
Hem devam etmekte olan insan hakları ihlalleri hem de Kürt mallarının Türk yetkililerce kamulaştırılması ile ilgili yüzlerce iddia kamulaştırmalara karşı gelebilmek için dosyalandı. (Ayrıca bkz. Bölüm: Uluslararası İlgi). Heyet, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde halka açık bölgelerde işlerini tekrar kurmaya çalışan satıcılarla tanıştı. Bu satıcılar evlerinin kamulaştırılmakta olduğunu ve belki de o anda kağıt üzerinde Türkiye devletine ait olduğunu bilmiyorlardı. Destek için gelen kurumlar, UNESCO’nun bölgeyi koruma listesine aldığı gerçeğini de kullanarak, Sur ilçesinin tarihi yapısını korumaya çalışıyorlardı. Umut edilen şey; uluslararası toplumların, bölgedeki sosyal ve ekonomik hayatı korumak için hiçbir şey yapmamış olsalar bile, bir ihtimal tarihi bölgeleri korumak için harekete geçecek olmalarıydı.
Yapıcı direniş kapsamında heyet; paralel Kürt eğitim sistemi, yerel yönetim, mültecilere insani yardım ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) gibi rekabetçi siyasi yapılar olduğunu gördü. Dahası, bölgede organize olan ve hayatın çevreyle ilgili yönleriyle ilgili bilinç oluşturarak sosyal değişimi amaçlayan Mezopotamya Ekoloji Hareketi gibi alternatif hareketler de var.
Heyet bölgedeki insani yardım örgütlerinden “sosyal kampların” kurulmakta olduğunu öğrendi. Çadırdan kurulan bu “sosyal kamplarda” Türk olmayan mülteciler kendilerini öz yönetim biçiminde organize ediyorlar. Daha geniş anlamda bu “sosyal kamplar” da yapıcı direniş olarak görülebilir: Alternatif yapıların kurulması ve öz yönetimin güçlendirilmesi.
Diyarbakır ve Cizre’deki belediye gibi yerel yönetim birimleri hükümetin emirlerine karşı gelerek halka karşı olan görevlerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Cizre’nin eş belediye başkanı hükümet tarafından 2015 yılında mahkemeye verilmişti. Kendi açıklamasına göre Cizre halkı ona oy vermişti ve halk hala onu destekliyor. Daha önce resmen görevden alınmış olmasına rağmen temsili bir siyasi otorite olarak devam etmek itaatsizliğin ve öz yönetimi sürdürmenin açık bir örneğidir.
Ayrıca heyete söylenenlere göre, itfaiye ve sağlık işçileri de hükümetin emirlerine karşı gelerek, acil durumlarda görevlerini yapıp halka hizmet etmeye çalıştılar. Dışarıya kapatılmış bölgelere temel malzemelerin getirilmesi açıkça yasaklanmış olduğu halde, muhtarlar halka yiyecek dağıttılar. Başka insanlar ölüleri yasak bölgelerden çıkararak emirlere itaatsizlik ettiler. Diyarbakır’daki hayvan hakları aktivistleri tüm gün sokağa çıkma yasağı olan yerlere girerek, kedi ve köpek gibi hayvanları kurtardılar.
Daha önce de bahsedildiği gibi, çatışmaların şiddetlenmesi ve sokağa çıkma yasakları 100,000’in üzerinde insanı iç göçe zorladı. Kendi içinde organize olmuş insani sistem sayesinde bu mültecilere aileler kendi evlerinde ve terk edilmiş binalarda yardım ettiler ve insanlar çoğunlukla bölgede kalabildiler. Böylesine bir dayanışma, heyetin karşılaştığı en etkileyici sivil direniş örneklerinden birisiydi. Silahlı çatışma koşullarında gösterilen bu inanılmaz dayanışmanın bir de kötü tarafı var: İnsanların evlerinden olmaları dışarıya ve uluslararası toplumlara daha az yansıyor ve bu krizi görmezden gelmek kolay oluyor.
Heyet ayrıca o anda Diyarbakır’ın sokağa çıkma yasağı olmayan çeştli bölgelerinde gösteriler de yapılmakta olduğunu öğrendi.
Bölgedeki sivil direnişten bahsederken; altını çizmek lazım ki heyet ayrıca Türk ordusuna katılmayı reddeden vicdani retçilerle de tanıştı. Vicdani retçilerden biri “türü ve biçimi ne olursa olsun şiddetin karşısında olmak” ifadelerini kullandı.
Sivillerin zor durumlarıyla başa çıkmak için alınan bütün tedbirlerin ve öz yönetim yapılarını tekrar inşa etme çabalarının yanı sıra, bölgedeki askeri Türk egemenliğine karşı organize bir şekilde yürütülen eylemler de vardı. Tahir Elçi Şehir Ormanı projesi organize ve devam etmekte olan, Diyarbakır’daki militarizme ve baskıya karşı kolektif bir direniş girişimidir. Bazı sivil toplum kuruluşları, Diyarbakır’ın dışında şu anda askeri kışlaya çevrilmekte olan geniş bir alanı, gösteriler düzenleyerek ve bildiriler yayınlayarak halka açık şehir ormanı yapma çağrısında bulundular. Heyet Türkiye’yi terk ettikten kısa süre sonra, vicdani retçiler ve çevreciler ormana bir yürüyüş düzenlediler. Birkaç vicdani retçi vicdani ret açıklaması yapmayı ve yapılan her açıklama sonrası militarizasyon yerine insanların faydası için birer ağaç dikmeyi planlıyorlardı. (Eylem gerçekleşti ama polis aktivistlerin ağaç dikmelerine engel oldu.)

Uluslararası İlgi
“Avrupa bizi hayal kırıklığına uğrattı”, ifadesini toplantı yaptığımız birçok örgütten duyduk. Uluslararası kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının Türkiye Kürdistanı’ndaki şiddete karşı tepkisiz oldukları yönündeki algıdan dolayı genel bir hayal kırıklığı söz konusu. Sözcülerin çoğu Avrupa ülkelerinin mülteci krizinden dolayı Erdoğan hükümeti ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştığını düşünüyor.
Mevcut durum, o dönemde daha çok uluslararası destek olduğu öne sürülerek 90’lı yıllarla da karşılaştırıldı.
Durumun uluslararası boyutunun bir başka yönü de tabi ki Suriye ve Irak’taki savaş. Buluştuğumuz örgütler bunu (PKK Kuzey Suriye’deki Kürt örgütlerden destek aldığı için) ve HDP’nin seçimlerdeki başarısını Türk hükümetinin barış sürecini durdurmasının sebepleri olarak görüyor. Toplantı yaptığımız örgütlerin bazıları iki yıl önce Suriye’nin Kobane şehrinden Türkiye’ye göç etmiş olan 100,000 kadar mülteciye iki yıldır destek oluyor. Dolayısıyla Türkiye’deki savaş başladığında bu örgütlerin bazıları oldukça tecrübe kazanmıştı. Bu örgütler şimdi de kendi ülkelerinde iç göç eden savaş kurbanlarına destek oluyorlar.
Birçok sivil toplum kuruluşu ve diğer örgüt Ağustos 2015’ten beridir uluslararası devletlerin ve devletlerarası kuruluşların desteğini talep ediyorlar. Başvurdukları kurumlar: Avrupa Birliği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın ise adı geçmedi. Bazı bağlantılar aracılığıyla birkaç milletvekili ve partiyle temas kurulmaya çalışılmış.
* İnsan Hakları Derneği (Diyarbakır şubesi) AİHM’ye Cizre ve Sur’daki çatışmalarla ilgili ayrı ayrı başvurular yaptı. Mezopotamya Hukukçular Derneği’nin raporları Mahkeme’ye delil olarak sunuldu. AİHM geçici tedbir alma kararı verdi fakat Türk hükümeti kararlara uymadı. AİHM’nin kararı ayrıca çok geç tepki verildiği için hayal kırıklığı yarattı. Cizre Belediyesi’nin bize söylediğine göre, 3 veya 4 yaralı insanla ilgili AİHM’ye başvuru yapmışlar. AİHM’nin yine tedbir kararı vermiş olmasına rağmen, hiçbir şey olmamış.
* AİHM‘ye yapılan diğer başvurular ise ilk önce Anayasa Mahkemesi’ne gitmeleri söylenerek doğrudan reddedilmiş.
* Sur’u yeniden inşa etmek için kurulan bir platform da durumu AİHM’ye taşımayı planlıyor.
* İnsan Hakları Derneği (Diyarbakır şubesi) bir gazeteci ile ilgili dava hakkında Almanya Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na başvurmuş ama bir geri dönüş alamamış.
* İnsan Hakları Derneği (Diyarbakır şubesi) ayrıca Avrupa Konseyi’ne bir heyet göndermesi talebinde bulunmuş ancak kimse gönderilmemiş.
* İnsan Hakları Derneği ve Diyarbakir Barosu “çok sayıda Avrupalı kurumu ve Birleşmiş Milletler’i” bilgilendirmiş ancak geri dönüş alamamış. Sur’u Restore Etme Platformu’nun bize söylediğine göre Almanya, Rusya, ABD, Kanada, bazı başka ülkeler ile Birleşmiş Milletler’in diplomatik birimleriyle temas kurulmaya çalışılmış. Mezopotamya Hukukçular Derneği ayrıca Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Özel Raportörü’ne konuyu götürmüşler ve Avrupa Birliği’ne detaylı bir rapor hazırlamışlar. (29)
* İşkenceyi Önleme Komitesi de bilgilendirilmiş. Komite, Türkiye’ye Mayıs 2016’da bu durumla ilgili olmayan bir heyet göndereceklerini açıklamış.
* Resmi olmayan Cizre Eş Belediye Başkanı Leyla İmret, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’u ziyaret etmeye davet edilmiş ancak, Türkiye’de mahkeme sınır dışı yasağı koyduğu için gidememiş.

Türkiye’yi ziyaret eden diğer heyetlere gelince; bize bahsedilen uluslararası tek heyet; Hollanda İşçi Partisi (PvdA) lideri Diederik Samsom ve Avrupa Parlamentosu temsilcisi Sergei Stanishev’in de içinde bulunduğu, Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri’nin Şubat 2016’da gelen heyetiydi. Onların raporu hem Türkiye içinde hem de uluslararası medyada geniş yankı buldu. Onlar ayrıca bir sözcünün anlattığına göre o heyet 5 veya 7 sivili Sur’dan kurtarmıştı. (İki sayı da iddia edildi.)
Mayıs ayında (bizim ziyaretimiz sonrası) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (PACE) raportörleri Ingebjørg Godskesen ve Nataša Vuckovic’nin bir heyeti gerçeklerin öğrenilmesi amaçlı bir ziyaret için Türkiye’ye gönderildi. Gözlem komitesinin 9 Mart’ta ülkedeki demokrasi ve özgürlüklerin durumu ile ilgili kullanmış olduğu “ciddi endişe” ifadesi üzerine Diyarbakır’a da gidildi.

STK heyetleri: Mezopotamya Hukukçular Derneği’nin söylediğine göre, Avrupa’dan çok sayıda STK davet edilmiş olmasına rağmen hiçbirisi gelmemiş. Bizim ziyaretimizin de çok geç kaldığını söylemelerine rağmen varlığımızdan memnuniyet duyduklarını ifade ettiler.
Bize bahsedilen son heyet, Mart 2016’da gelen Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Hekimler (IPPNW) Almanya oldu. IPPNW Almanya’dan Gisela Penteker 1978 yılından beridir yılda 1 kere Türkiye’ye bir heyetle geliyor. Bu sene normalde olandan daha az kişiyle geldiler. Ziyaretin temel amacı dayanışma göstermekti. Basın yoluyla ve bir duyuruyla insanlara bulgularını anlattılar.
İnternetten öğrendik ki, 21-24 Ocak 2016’da 10 avukattan oluşan, Avusturya, Belçika, Almanya ve İtalya’dan gelen bir ekip Diyarbakır’ı ziyaret etti. Bu ziyareti Demokrasi ve Dünya İnsan Hakları İçin Avrupa Avukatlar Birliği (ELDH), Avrupalı Demokratik Avukatlar (EDL) ve İtalya Savunma Avukatları Birliği (UCPI) organize ettiler ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) de destekledi. (30) Ayrıca bir de Mart ayının başlarında İspanyol bir grup gelmek istedi ama Barselona’dan gelmekte olan iki kadın İstanbul’da hava alanında durdurulup snırdışı edildi.
Konuştuğumuz kişilerden birden fazlasının söylediğine göre; gelmiş olan STK’lar da (sözcü kişi hangileri olduğunu belirtmeden çoğul eki kullanarak konuştu) gittikten sonra işin devamını getirmeyerek etkisiz kalmışlar.
Kısa ziyaretimiz boyunca olay yerlerinde hiçbir uluslararası varlık; insani yardım çalışanı veya başkaları, STK pankartı ya da sokaklarda yabancı insan görmedik.
“Sizi desteklemek için ne yapabiliriz?” sorusuna verilen en olağan cevap “Türk hükümeti üzerinde uluslararası baskı oluşmasına yardımcı olun” oldu.
Birkaç örgüt, Sur UNESCO Dünya Ortak Miras listesinde olduğu için bu durumun uluslararası baskının oluşmasına katkı sağlamasını umduklarını ifade etti. Bir örgüt, bizim bu konuda UNESCO’ya gidebileceğimizi umduğunu ifade etti.

Bazı sözcüler “uluslararası silah ticaretine karşı bir şeyler yapmaktan” da bahsetti.

Sonuç ve Bundan Sonrası
Türk hükümeti ile PKK arasında yeniden başlamış olan silahlı çatışma kısmen Türkiye’nin iç etkenleri ile açıklanabilir. (HDP’nin 2015 yazındaki artan popülerliği.) Fakat aynı zamanda bölgedeki diğer savaşlarla da yakından ilgili. Sözde İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı yapılan savaş ve Suriye ile Irak’taki Kürt’lerin bu savaştaki rolü, uluslararası askeri müdahaleler, Avrupa’ya gitmeye çalışan yüz binlerce Suriyeli mülteci ve Avrupa Birliği’nin neredeyse her yolu deneyerek (gittikçe artan bir şekilde askeri yöntemlere başvurarak) mülteci akımını durdurmaya çalışması gibi etkenler de var. Böyle bir tablo varken, Türk hükümeti ile PKK’nın barış görüşmelerine kısa süre içinde başlaması ümidi oldukça az. Yine de bu durum, hem Türkiye içinden hem de uluslararası anlamda barış görüşmelerini desteklememek için bir sebep değil.
Hem Türkiye hem de PKK uluslararası destekçilere ihtiyaç duyuyor. Bu destekçilerin Güneydoğu Türkiye’deki savaşın durması yönünde Türkiye’ye baskı yapmaları sağlanabilir. Bu raporun yazarlarının Temmuz 2015’te çöken sözde ‘çözüm süreci’ ile ilgili şüpheleri vardı zaten. En nihayetinde çok sayıdaki problem için bir çözümün tüm taraflarca müzakere edilerek bulunması gerekecek. Acilen ihtiyaç duyulan şey şu ki; iki tarafı da dahil eden güven verici adımların atıldığı gerçek bir barış sürecidir. İster hükümetin PKK’nın silah bırakmasını şart koşması olsun, ister PKK’nın bu sürecin sonunda özerklik beklemesi olsun; böyle bir sürecin önüne engeller koymanın hiç kimseye faydası olmaz. Gerçek bir barış süreci iki tarafın da açık fikirli olmasını ve çözüm bulunmasını isteyen diğer aktörlerin; özellikle sivil halkın, bölgede yaşayan Kürtlerin ve diğer toplumların sosyal ve kültürel haklarına saygılı olmalarını gerektirir.
Sivillerin korunması dünyadaki her hükümetin görevidir. Bunun yapılmaması, göz yumulmaması gereken bir dokunulmazlık atmosferi oluşturmaktadır. Bu aynı zamanda bütün siyasi hareketler için de geçerlidir. ‘Halkı için’ mücadele ettiğini iddia edenler halklarını tehlikeye atmak yerine onları korumalıdır. Sivil halkın korunması sadece uluslararası yasalarda tanımlı olan bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir ön koşul ve bütün siyasi liderler için akıllıca bir stratejidir. Ayrıca uluslararası dünyada (Birleşmiş Milletler ve bazı STK’larda), silah kullanmadan insanların güvenliğinin nasıl sağlanacağı konusunda yeterli bilgi ve yetkin kişiler vardır. Sivil halk veya siyasi liderler ilgileniyorlarsa; WRI bu konudaki uzmanlığın aktarılması için yardım etmeyi teklif etmektedir.
Son zamanlarda yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, silahsız mücadelenin silahlı olanlara göre daha etkili olduğunu kanıtlıyor: Silahsız mücadeleler 1905’ten beridir silahlı olanlara göre iki kat daha başarılı oluyor. (31) Bu raporun yazarları; silahlı mücadele yapan liderlerin mevcut stratejilerine alternatif aramayı mantıklı bulup bulmadıklarını merak ediyorlar ve bu konuda onlara WRI üyelerinin uzmanlık alanlarında destek teklif ediyorlar.

Ekler
Uluslararası Savaş Karşıtları (WRI)

Uluslarası Savaş Karşıtları (WRI) 40 ülkeden 80’in üzerinde ortak örgütten oluşan bir antimilitarist ve pasifist ağdır. ‘Savaş insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Dolayısıyla ben hiçbir savaş çeşidine destek vermemeye ve bütün savaş sebeplerinin ortadan kalkması için mücadele etmeye kararlıyım’ ortak bildirisyle 1921 yılında kurulmuştur.

WRI yayınlar, eylemler ve olaylar aracılığıyla insanlar arasında bağlantılar kurarak, yerel grupların ve bireylerin aktif olarak katıldığı şiddet içermeyen kampanyalar başlatarak, savaşlara ve sebeplerine karşı mücadele edenleri destekleyerek insanları pasifizm ve şiddetsizlik üzerine eğiterek müşterek olanaklar sunar.
Heyet Üyeleri
Heyet üyeleri İsveç, Avusturya, İspanya, Almanya ve Türkiye’den geldiler. Her biri farklı kurum veya örgütü temsil ediyor:

Dr. Christine Schweitzer Uluslararası Savaş Karşıtları’nın Başkanı ve bir Alman örgütü olan “Sosyal Savunma Birliği”nin (BSV) yönetici sekreteri; iki ayda bir çıkan “Peace Forum” dergisinin editörü ve Institute for Peace Work and Nonviolent Conflict Transformation’de araştırmacı. Çatışma dönüşümü, şiddetsizlik ve Silahsız Sivil Barış alanlarında yayınları mevcut.

Rudi Friedrich, Almanya’daki Connection e.V’nin genel sekreteri olarak görev yapıyor. Vicdani retçilerin insan haklarının tanınması ve vicdani retçiler ile orduyu terk edenlerin karşılaştıkları yargılama süreçleri üzerine çalışıyor. Connection e.V; savaş, zorunlu askerlik ve ordu karşıtı gruplarla işbirliği yapıyor. Avrupa’ya ilaveten ağları Türkiye, ABD, İsrail, Güney Kore, Latin Amerika ve Afrika’ya da uzanıyor. Kendisi de Türkiye’deki vicdani retçileri 1993 yılından beri destekliyor.

Andreas Speck İspanya’da yaşayan bir antimilitarist aktivist. 2001-2012 yılları arasında Uluslararası Savaş Karşıtları’nın Londra’daki uluslararası ofisinde görev yaptı. Yirmi yılı aşkın süredir Türkiye’de antimilitarizm ve şiddetsizliğe destek veriyor. Şu anda da Red Antimilitarista y Noviolenta de Andalucía’da (RANA – Endülüs Antimilitarist ve Şiddetsiz Ağı) ve Sevilla merkezli adil ve sürdürülebilir toplumlara dönüşüm üzerine bir proje olan La Transicionera’da aktif olarak görev alıyor.

Dr. Michaela Soellinger Avusturya Uzlaşma Birliği (FOR Avusturya) üyesi. Fizik alanında doktorasını tamamladıktan sonra, Avusturya ve İspanya’da Barış ve Çatışma Dönüşümü üzerine çalıştı. 2011 yılında gönüllü Uluslararası Eşlikçi olarak Guetemala’ya gitti. 2013-2015 yılları arasında da FOR Peace Presence takımı ile Kolombiya’daydı.

Prof. Stellan Vinthagen bir sosyoloji profesörü, aktivist bilim adamı ve Amherst’te Massachusetts Üniversitesi’nde Şiddetsiz Doğrudan Eylem ve Sivil Direniş Bilimleri’nde açılış töreni konuşmacısı. Ayrıca Gothenburg Üniversitesi’nde Direniş Çalışmaları Grubu’nun liderlerinden, Direniş Çalışmaları Ağı’nın kurucularından, Direniş Çalışmaları Bülteni’nin editörü, Uluslararası Savaş Karşıtları’nın Konsey Üyesi ve Uluslararası Şiddetsiz Çatışma Merkezi’nde akademik danışman (ICNC).

Hülya Üçpınar, Türkiye’de vicdani retçilerin kampanyalarında tecrübe sahibi bir insan hakları avukatıdır. Uluslararası Savaş Karşıtları Yürütme Kurulu üyesi ve İstanbul’daki Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi kurucularındandır.

Coşkun Üsterci, İzmir’de yaşamaktadır, 25 yıl önce Izmir Savaş Karşıtları Derneği’ne katılmıştır ve özellike vicdani ret hakkı ile ilgili kulis faaliyetleri konusunda aktif olmuştur. Ayrıca İnsan Hakları Vakfı Yürütme Kurulu üyesidir ve aktif olarak demokrasi ve insan hakları ile ilgili kampanyalarla uğraşmıştır.

Ziyaret Edilen Örgüt ve Kurumlar
Heyetin amacı; devlet kuurmları dahil, farklı aktörleri dinleyerek farklı görüşlerden bilgi edinmekti. Diyarbakır Valisi ve Cizre Kaymakamı ile randevu talepleri başarılı olmadı. Prosedür yerel seviyede başladı, heyet sonra Dışişleri Bakanlığı’na yönlendirildi ve son olarak Londra’daki Türkiye Konsolosluğu ile görüşmek zorunda kalındı. Sonuç olarak heyet yerel yöneticilerle randevu taleplerine karşılık alamadı.
Diyarbakır’da üç gün kalındı. Çok sayıda örgütle görüşmeler yapıldı ve Diyarbakır’ın tarihi bölgesi olan ve aylarca sokağa çıkma yasağı uygulanan Sur’daki durum hakkında araştırma yapıldı. Sokaklarda yerli halktan bazı insanlarla da konuşuldu.
Heyet Cizre’de bir gün kaldı, Suriye sınırı’na yakın bir ilçe ve sokağa çıkma yasaklarından birkaç ay boyunca etkilendi. Cizre’de sokağa çıkma yasaklarından en çok etkilenen üç bölgeden biri olan Cudi’ye gidildi. Heyet üyeleri bazı bölge sakinleri ile de konuşabildi.
Heyetin ziyaret boyunca aşağıdaki kurum ve örgütlerle toplantı yaparak bilgi alışverişi yapma fırsatı oldu:

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Diyarbakır. Bir nevi halk meclisi işlevi üstlenen, çeşitli Kürt örgütlerden oluşan bir şemsiye oluşum. (partiler, dernekler, kurumlar ve girişimler)

Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanı: İlçenin seçilmiş yöneticisi olarak, durumla ilgili geniş çaplı bilgi verebiliyor.

Sur’u Restore Etme Platformu: Platform 310 STK’dan oluşuyor ve Diyarbakır’ın tarihi ilçesi Sur’un nasıl restore edilebileceği sorusu üzerine odaklanıyorlar.

KESKESOR, bir LGBT grubu.

Vicdani Retçiler Girişimi: Bölgede “sivil ölümle”, askere alma ve yargılanmayla karşı karşıya olan vicdani retçilere destek veriyorlar.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi, Güneydoğu Türkiye’de birçok bölgede faaliyet gösteren yeni bir oluşum.

Rojava Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği: Kuzey Suriye/Batı Kürdistan’daki kantonlarla ve o bölgeden gelen mültecilerle dayanışmada bulunan bir STK. Şu anda sokağa çıkma yasakları yüzünden evlerini terk etmek zorunda kalanlara insani yardım sağlamaya odaklanıyorlar. Bölgedeki en aktif STK’lardan birisi.

İnsan Hakları Derneği (İHD): İnsan hakları üzerine çalışmalar yürüten bağımsız bir kuruluş. Çatışma alanlarına giderek raporlar hazırladılar.

İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır: Çatışma alanlarına giderek raporlar hazırladılar. Ayrıca, işkenceye veya kötü davranışlara maruz kalanlara fiziksel ve psikolojik rehabilitasyon hizmeti sağlıyorlar.

Diyarbakır Tabipler Odası: Doktorların resmi odası. Yönetim kurulu seçimle belirleniyor.

Diyarbakır Barosu: Diyarbakır’daki avukatların resmi odası. Yönetim kurulu seçimle belirleniyor. Aynı zamanda tanınmış bir barış aktivisti de olan eski Baro Başkanı Tahir Elçi, Kasım 2015’te Sur’da sokağa çıkma yasaklarının verdiği zararları basına anlatırken vurularak öldürüldü. Bu konudaki soruşturmalar hala sürüyor. Baro yönetimi birçok defa çatışma bölgelerine giderek raporlar hazırladı.

Mezopotamya Hukukçular Derneği: Bölgedeki insan hakları üzerine çalışmalar yürüten bir avukatlar STK’sı. Dernek, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye sivillerin korunmaları ve sokağa çıkma yasakları ile ilgili başvurularda bulundu.

İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Cizre: Çatışma bölgelerine giderek raporlar hazırladılar. İşkenceye maruz kalan insanlara fiziksel ve psikolojik rehabilitasyon hizmeti sağlıyorlar.

Cizre Belediyesi Eş Başkanı: İlçenin seçilmiş yöneticisi olarak, durumla ilgili geniş çaplı bilgi verebiliyor.

Kamer: Kadına şiddete karşı çalışan bir örgüt. Kadın haklarının güçlendirilmesi üzerine bazı projeleri mevcut.

Hebun: LGBT ve hayvan hakları için çalışan bir örgüt.

Mazlumder: Müslüman kimlikleri ön planda olan bağımsız bir insan hakları örgütü. Çatışma bölgelerine giderek raporlar hazırladılar.

NOTLAR:
(1) Almanca: https://weact.campact.de/petitions/stoppt-den-kreislauf-der-gewalt-in-der-turkei
İngilizce: https://you.wemove.eu/campaigns/stop-violence-in-turkey; İspanyolca: https://you.wemove.eu/campaigns/stop-violencia-en-turquia
(2) 7 Haziran genel seçim sonuçları: http://www.dailysabah.com/politics/2015/07/17/erdogan-renounces-dolmabahce-declaration-says-hdp-should-try-its-best-for-pkks-disarmament
(3) Daily Sabah: Erdoğan Dolmabahçe Mutabakatı’nı yok saydı ve HDP PKK’nın silah bırakması için uğraşmalı dedi, 17 Temmuz 2015, http://www.dailysabah.com/politics/2015/07/17/erdogan-renounces-dolmabahce-declaration-says-hdp-should-try-its-best-for-pkks-disarmament
(4) http://foreignpolicy.com/2015/01/29/trench-warfare-in-turkey-kurds-pkk/ ve http://factsonturkey.org/12134/pkk-offshoot-declares-autonomy-in-cizre/
(5) Net bir tarih verilmedi ama görünüşe göre 2015 yılının yaz aylarında oldu.
(6) Türkiye’nin doğusunda sokağa çıkma yasağı iilan edildi ve PKK ile çatışma başladı, Hürriyet Daily News, 16 August 2015, http://www.hurriyetdailynews.com/curfew-declared-in-turkeys-east-over-clashes-with-pkk- militants.aspx?PageID=238&NID=87012&NewsCatID=341
(7) Bkz. Doğudaki sokağa çıkma yasağı sonra erdi., 17 Ağustos 2015, http://bianet.org/english/people/166874‐curfew‐in‐eastern‐province‐is‐over
(8) Türkiye İnsan Hakları Vakfı http://en.tihv.org.tr/fact-sheet-on-declared-curfews-between-august-16-2015-and-april-20-2016-and-civilians-who-lost-their-lives/
(9) Human Rights Watch: Türkiye: Güvenlik Operasyonları Ölümlere Yol Açıyor https://www.hrw.org/news/2015/12/22/turkey-mounting-security-operation-deaths
(10) “Diyarbakır-Mardin” Değerlendirme Raporu sayfa.34 (Rapor 9-10 Şubat 2016’daki ziyaret sonrası yazıldı ve 1 Mart 2016’da yayımlandı.); Ayrıca bkz. www.hurriyetdailynews.com/chp-report- says-locals-in-southeast-turkey-torn-between-pkk-unlawful-practices-of-govt.aspx?pageID=238&nID=95871&NewsCatID=339
(11) Uluslararası Af Örgütü: Türkiye: Kürt bölgelere yapılan saldırılarla on binlerce insanın hayatı tehlike altında, 21 Ocak 2016, www.amnesty.org/en/latest/news/2016/01/turkey-onslaught-on-kurdish-areas-putting-tens-of-thousands-of-lives-at-risk/
(12) PKK ile yapılan çatışmalardan dolayı 100,000 insan yerlerinden oldu., Hurriyet Daily News, 24 Aralık 2015, www.hurriyetdailynews.com/100000-people-displaced-due-to-clashes-with-pkk.aspx?PageID=238&NID=92937&NewsCatID=341
(13) Türkiye’nin diğer mülteci sorunu: Kürtler ülkenin güneydoğusunda ‘terörden’ kaçıyorlar, The Telegraph, 26 Şubat 2016, www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/turkey/12173970/Turkeys-other-refugee-crisis-Kurds-fleeing-terror-in- countrys-south-east.html
(14) Heyetin Türkiye’ye gitmeden önce uluslararası gözlemcilerden işittiği bir iddia vardı ancak bizim ziyaretimizde kimse tarafından dile getirilmedi: ‘İstimlakın ana nedeni, tarihi merkezleri büyük binalar dikerek (Erdoğan’ın bir akrabasının inşaat şirketi ile) yeniden inşa etmek ve Suriyeli mültecileri buralara yerleştirerek Kürt bölgesinin etnik yapısını değiştirmek.’ Tabi ki kimsenin bize tekrar bahsetmemiş olması böyle bir planın var olmadığı anlamına gelmiyor.
(15) Cizre’de sokağa çıkma yasağı ikinci defa kaldırıldı, Bianet, 14 Eylül 2015, http://m.bianet.org/bianet/people/167622- curfew-in-cizre-lifted-for-a-second-time
(16) Mehmet Erdoğan (75) elinde ekmek poşeti ile gelirken sniperlar tarafından alnından vurularak öldürüldü. “Yaşlıları vurmazlar” diyerek kendisinin ekmek almaya gitmesi için ısrar etmişti. Şahitlerin anlattıklarına göre sonradan zırlı bir araç bedenine yaklaşmıştı ve kafasına bir kurşun daha sıkılmıştı. 11 Eylül 2015. www.yakayder.com/tr/haberler/report-on-the-nine-day-curfew-in-cizre-turkey/365
(17) 3 aylık Miray İnce Şırnak’ta evindeyken kurşun isabet ederek öldü. Daha sonra onu ambulansa yetiştirmeye çalışan dedesi de vurularak öldürüldü. www.hurriyetdailynews.com/3-month-old-baby-grandfather-shot-dead-in-turkeys- cizre.aspx?pageID=238&nID=93053&NewsCatID=509
(18) www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/363255/Caresizlige_abluka…_10_yasindaki_Cemile_nin_cesedi_buzdolabinda_s aklandi.html
(19) 53 yaşında yedi çocuk annesi Meryem Süne iki gün boyunca defnedilemedi ve bedeninin üzerine buz şişeleri koyularak bekletildi. www.bbc.com/news/world-europe-34206924
(20) Silopi’de 3 kadın siyasetçi öldürüldü, Bianet, 6 Ocak 2016, http://bianet.org/english/human-rights/170830-3-politician-women-killed-in-silopi
(21) Cizre’de bodum katında mahsur kalan Kürtlerde ölü sayısı artıyor , Deutsche Welle, 29 Ocak 2016, http://www.dw.com/en/death-toll-rises-among-kurds-trapped-in-cizre-basement-amid-heavy-fighting/a-19012447; Güneydoğu Türkiye’de yapılan baskında 60 kişi öldürüldü, 8 Şubat 2016, www.presstv.ir/Detail/2016/02/08/449182/Turkey-Sirnak-Cizre-PKK
(22) Sayılar yazarlar tarafından bizzat alınmıştır.
(23) Diyarbakı’ın Sur ilçesinde çatışma bölgesinde yer alan, 1516-1520 yılları arasında yapılmış olan ve adını kurşun kaplama kubbelerinden alan Kurşunlu Camii yakıldı. Sur’daki Surp Giragos Ermeni Kilisesi ve Ermeni Katolik Kilisesi ağır hasar gördü. UNESCO’nun koruma listesinde olan Diyarbakır Şehir Duvarları, 4 Ayaklı Minare ve Veziriazam Rüstem Paşa döneminde inşa edilmiş olan Kervansaray da tehlike altındaydı. (Bkz. CHP Raporu sayfa 442) Ayrıca bkz: www.hurriyetdailynews.com/blame-game-over-mosque-set-on-fire-in- diyarbakir.aspx?pageID=238&nID=92254&NewsCatID=341
(24) Cizre halkı yıkılmış olan şehirlerine geri dönüyor. The Telegraph, www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/turkey/12180895/Cizre-residents-return-to-destroyed-Kurdish- majority-town-in-Turkey.html?frame=3587090
(25) Sur’a kentsel dönüşüm, Hurriyet, 31 Aralık 2015, www.hurriyet.com.tr/sura-kentsel-donusum-40034036; Sur’a 4 milyar liralık dönüşüm, Milliyet, 4 Ocak 2016, http://www.milliyet.com.tr/sur-a-4-milyar-liralik-donusum-gundem-2173525/
(26) Devletin olağanüstü hal ilan etme koşulları anayasa ile düzenlenmiştir. (madde.119-122). Yetki, Milli Güvenlik Kuruluna danışıldıktan sonra Cumhurbaşkanı altında toplanacak Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Prosedürler 25 Ekim 1983 tarihli 2935 sayılı Milli Güvenlik Kanunu’yla düzenlenmiştir.
Anayasa ayrıca, Milli Güvenlik Kuruluna danışıldıktan sonra Cumhurbaşkanı altında toplanacak Bakanlar Kuruluna belli başlı durumlarda sıkıyönetim ve seferberlik ilan etme yetkisi de vermiştir. (madde 122). 13 Mayıs 1971 tarihli ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası, Anayasa’daki ilgili maddenin nasıl uygulanması gerektiğini düzenler.
Anayasa’nın 15. maddesi temel hak ve hürriyetlerin; savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal durumlarında nasıl askıya alınacağını düzenler. (Savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler ile ölüm cezalarının infazı dışında, kişinin yasama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.)
Anayasa’nın sıradışı yönetim biçimlerine çizdiği çerçeve bu şekilde ve bu kurallar bu durumda il idarelerine yetki vermiyor.
Bahsi geçen sokağa çıkma yasağı ilanları 5442 sayılı İl İdaresi kanunu madde 11/c’ye dayanıyor. Kanun, il idarelerine il sınırları içinde; barış ve güvenliği, kişisel dokunulmazlığı, özel mülkiyeti, halkın refahını ve kolluk kuvvetlerinin otoritesini korumak için gereken tedbirleri ve kararları alma yetkisi veriyor.
Ancak, il yönetimlerinin yetkileri sınırsız değildir ve sokağa çıkma yasağı ilan etmeyi içermiyor.
İl İdaresi Kanunu’nun 66. maddesi, kanunların verdiği yetkilere ve usullere uygun olacak şekilde, il idarelerine direniş gösterenlere Kabahatler Kanununa göre cezalandırma yetkisi veriyor. Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabiliyor.
(27) Mezopotamya HukukçularDerneği’nin Avrupa Konseyi Sekreterine yazdığı dilekçe, sayfa.3
(28) 11 Ocak 2016’da yayınlanan, 1000’in üzerinde akademisyenin imzaladığı ve imzalayanların bazılarının tutuklandığı dilekçenin metnine ve imzalayanlara buradan ulaşabilirsiniz: www.kurdishquestion.com/oldsite/index.php/kurdistan/north-kurdistan/more-than-1000-academics-call-for-peace-talks-
(29) http://ohchr.org/EN/NewsEvents/Pages/DisplayNews.aspx?NewsID=19937&LangID=E#sthash.uGg6WaKm.dpuf. Raportörün açıklaması: “Türk hükümeti, makamımca ve Birleşmiş Milletler’in diğer bölümlerince yapılan, bölgeyi ziyaret ederek birinci elden bilgi edinme taleplerini olumlu karşılamadı.
(30) www.aeud.org/wp-content/uploads/2016/04/Report-Lawyers-Delegation-to-Diyarbakir-Jan.-2016.pdf
(31) Bkz. Chenoweth, Erica und Stephan, Maria J. (2011): Why Civil Resistance Works. The Strategic Logic of Nonviolent Conflict. New York: Colombia University Press

Kaynak: WRI

Çeviri: VR

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org