“Daha önce ifademde de belirttiğim gibi, sosyal medyadaki dava konusu olan paylaşımlarım, savaş karşıtı duruşumdan, tavrımdan dolayıydı. Şiddet karşıtı bir birey olarak, dava dosyasında iddia edildiği gibi, herhangi bir terör örgütünün propagandasını yapmak ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek gibi bir amacım yoktu.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, yaptığımız her eylem kendi içinde birçok dinamik taşır. Ve bir eylem, ancak o dinamikleriyle incelendiğinde daha net anlaşılır. Örneğin; ağaçtan bir elma almak isteniyorsa, önce ağaca doğru yürünür. Ama onun öncesinde beden hareket ettirilir. Bedenin hareketinden önce bir arzunun olması gerekir. Arzunun öncesinde ise arzuyu doğuran mekanizmalar vardır; ki bunlar da hisler, duygular, zihin ve içinde bulunduğumuz sosyal, siyasal, ekonomik ortamdır. Şimdi merak etmekteyim; ben bu davanın neresindeyim? Yargılanan tam olarak neresi? Ağaçtan elma alınan yer mi, elma almak için yürünülen yer mi, ilk hareketin oluştuğu yer mi, arzunun doğduğu yer mi, yoksa arzuyu harekete geçiren hislerin, duyguların, zihnin ve sosyal, siyasal, ekonomik ortamın bulunduğu yer mi? Bence sonuncusunun sonuncusu… Yani sosyal, siyasal, ekonomik ortam… Yargılanması gereken, tam da burası….
Milattan önce 7.yüzyılda yaşamış Çinli filozof Lao Tse der ki: “Büyük yol gözden düştüğünde hayırseverlik ve doğruculuk çıkar ortaya. Öğrenme ve basiret yüceltilince müthiş bir ikiyüzlülük oluşur. Görevine düşkün çocuklar ve ebeveynlerle doludur düzeni bozuk aile. Düzeni bozuk toplumsa sadık vatanseverlerle…” Hiçbirimiz yaşamadık öyle bir ülkede, ama eminim özgür bir ülkede yaşıyor olsaydık, özgürlükten söz etmezdi hiç kimse. Barış içinde yaşıyor olsaydık, barış, bir kelime olarak bile bulunmazdı. Ve eşit olsaydık, eşitliğin ne demek olduğu hiç bilinmezdi. Yani Lao Tse’nin de işaret ettiği gibi, önem verdiğimiz en yüce kavramlar, değerler bile bazen kaynağını büyük bir sorundan alır.
Doğadan ve dolayısıyla kendi varlığından yabancılaşmış bireylerin oluşturduğu tüm toplumlar, bizzat kendisi sorun olsa da, başka sorunlar da üretirler. Bu sorunların en büyüğü ise bence savaştır. Tarihe şöyle bir baktığımızda en büyük acıların, bazen oklar ve mızraklarla, bazen de toplar ve tüfeklerle; ama silahlarla yaşandığını görürüz. Nerdeyse tüm dünyada, özellikle de yaşadığımız coğrafyada yaşananlara tanığız. Her şey gözümüzün önünde olmakta: Yüzlerce, binlerce gencecik beden toprağa veriliyor; nice sivil insan, ölümcül yolculuklarda yaşamını yitiriyor ya da zor şartlarda, bir mülteci olarak ayakta kalmaya çalışıyor; hayatımızdaki yeri zaten yemek ve kullanım nesnesi olmaktan öteye geçmemiş hayvan dostlarımıza hiç yaşama şansı tanınmıyor; dağları, ormanları, ırmaklarıyla doğa talan ediliyor, yıkıma uğratılıyor…
Şimdi sormak istiyorum, haklı bir tarafı var mıdır ki bu olanların, ben aksini söyleyip, aksini yazayım? Savaştıkça benzer saikler, argümanlar, tavırlar kullanan ve gittikçe birbirine benzeyen taraflardan haklı olan hangisidir? Biri diğerine diz çöktürmüş olsa bile kazanmış mıdır gerçekte?.. Atılan her tokadın, bir gün size yumruk olarak geri döneceğine inanan biri olarak, silahı kimin ya da kimlerin tuttuğuyla ilgilenmiyorum. İster özgürlük getireceğini düşünenler olsun, isterse güvenlik sağlayacağını söyleyenler; ister birey olsun, ister örgüt… Amaçladıkları şeyin yüce bir şey olduğunu iddia etseler bile, tuttukları silahla o amaç, benim nazarımda yüceliğini yitirmiştir artık.
Yazar Yaşar Kemal’in “Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de başkaldır.” cümleleriyle özetlediği gibi, sanırım dünyalı olmanın ölçütü kendi iyimizi başkasının iyisiyle uyumlandırmak, yeryüzünde bu biçimde hareket etmektir. Tabii diğer insan harici hayvanları ve doğayı da bu uyuma katarak… Ama yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, henüz bu uyumda değil dünya ve ben vicdani redci, antimilitarist bir birey olarak dünyada olanlardan muaf değilim. Beni öyle konuşmaya, davranmaya, sosyal paylaşım sitelerinde paylaşım yapmaya iten de budur işte: İçinde bulunduğumuz sosyal, siyasal, ekonomik ortam…. Bu nedenle asıl suçlu odur. Yaşam ırmağında, tasasız, kedersiz ve hiçbir şey düşünmeden, bir damla gibi akıp gitmek dururken; arzularımı harekete geçirerek, beni, silahların susmasından, savaşların sona ermesinden ve barıştan konuşturan bu ortamın bir an önce yargılanmasını diliyor; beraatimi istiyorum…”
Kaynak: https://www.facebook.com/groups/54285045352/permalink/10156589920715353/