Bugün (25 Aralık) Adıyaman-Gölbaşı Asliye Ceza mahkemesinde vicdaniretle ilgili görülen ilk duruşmasında beraat eden vicdani retçi Yasin Yetişgen’in mahkemede yapmış olduğu savunması ve mahkeme kararı aşağıdadır.
GÖLBAŞI ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE
-Savunmam-
Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede “Askeri Ceza Kanununa Muhalefet suçu”nu işlediğim iddiasıyla yargılanmam ve cezalandırılmam isteniyor. Öncelikle bu kanuna muhalefet olmanın suç olmadığını belirtmek isterim. Çünkü; benim bu kanuna muhalif olmam ne askerlik mesleğini yapanlara ne de herhangi birisine zarar vermiştir. Ben bu kanuna muhalif olmam nedeniyle hiç kimseyi özgürlüğünden alıkoymamışım, hiç kimseye ekonomik olarak zarar vermemişim, hiç kimsenin canına kastetmemişim, hiç kimseye hakaret etmemişim. Peki, bu kanuna muhalif olmam veya reddetmem nasıl suç oluyor? Diyeceksiniz ki herkes yasalara ve kanunlara uymak zorundadır. Hiç kimseye herhangi bir zararım olmadığı sürece kanunlara muhalif olabilirim, onları reddedebilirim. Aksi takdirde doğru kanunları nasıl bulacağız?
İddianamede hakkımda “bakaya, yoklama kaçağı” gibi iddialar var. Ben “bakaya, yoklama kaçağı” ya da genel tabirle “asker kaçağı” değilim, ben vicdaniretçiyim. Yargılayacaksanız beni, vicdaniretçi olduğum için yargılamalısınız. Şayet kaçak olsaydım 18.01.2014 yılında İstanbul İnsan Hakları Derneği’nde basına ve kamuoyuna vicdaniretçi olduğumu açıklamazdım. (Mahkeme gerekli görürse açıklamanın metnini mahkemeye sunabilirim) Veya askerlik şubesine zorla götürüldüğümde yine vicdani retçi olduğumu beyan etmezdim. Dolaysıyla ben bakaya değilim sadece vicdani retçiyim.
Nedir bu vicdani ret diye soracak olursanız: “En basit anlamıyla vicdani ret; kişinin ahlaki tercihleri, dini inancı ya da politik görüşleri nedeniyle askere gitmeyi ret etmesidir. Vicdani veya dini gerekçelerle askerlik yapmamak, din ve vicdan özgürlüğü kapsamında bir haktır.” (http://vicdaniret.org/vicdani-ret-nedir/)
İşte ben bu hakkımı kullanıyorum. Bu hak da TC anayasası ve Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmıştır. Bu konuya savunmanın sonunda değineceğim. Şimdi neden vicdani retçiyim konusu üzerine birkaç söz söylemek istiyorum.
Ben iki nedenle vicdaniretçiyim. Birincisi adı üzerinde vicdani nedenlerle, ikincisi ise sonradan edindiğim politik değerlerim nedeniyle reddediyorum.
Hayatım boyunca şiddeti elimden geldiğince vicdanım gereği hep reddettim. İlla ki sicil kayıtlarıma bakmış ve görmüş olmalısınız ki şiddetle yakından uzaktan ilişkim olmamıştır. Olan kayıtların hepsi yayıncılık ve siyasi faaliyetlerim nedeniyledir. Vicdanen her türlü şiddete bu şekilde karşı çıkarken şiddetin en önemli ayaklarından birisi olan militarizmin, ordunun, askerliğin, savaşın, çatışmaların bir parçası olmam beklenmemelidir. Bu nedenledir ki her türlü şiddete, onu oluşturan kurumlara ve araçlara vicdanen karşıyım bu nedenle de vicdaniretçiyim. İnsanlık, şiddeti ve onun kaynağını yaşamından ne kadar uzaklaştırırsa o kadar mutluluğa yakın olacaktır.
İkinci nedenim ise politik nedenlerdir. Öncelikle ben bir sosyalist olarak kapitalizmin askeri olamam ve olmayacağım da.
“Hepimiz; otoritenin, hiyerarşinin, şiddetin egemen olduğu bir dünyada yaşamak zorunda bırakılmışız. Bu kavramların hepsi de özünde militarizme içkin kavramlardır. Militarizmin bu kavramları, yaşamın her alanında çeşitli şiddet biçimleri olarak karşımıza çıkıyor. Oysa başka bir dünya mümkün!” (2014’te İstanbul İHD’de yaptığımız açıklamadan)
Evet, kapitalizm devamlılığını sağlayabilmesi için militarizme, otoriteye, hiyerarşiye, ordulara, savaşlara, şiddete her zaman ihtiyaç duyar. Kapitalist sistemin ve özel mülkiyetin bekası için bunlar şart. Çünkü kapitalizm de eşitlik ve adalet yok. Bu yüzden kapitalizm eşitlikten, adaletten, dayanışmadan çok korkar. Kendisini korumak için de orduları, polisleri, mahkemeleri, diğer devlet aygıtlarını yaratmıştır. Bu nedenle ben eşitliğin ve adaletin simgesi, kapitalizmin de tek alternatifi olan sosyalizmi savunuyorum. Sosyalizm sınırların, sınıfların, sömürünün olmadığı bir başka dünya vaat ediyor. Sosyalizmde, şiddetin kaynağı olan mülkiyet, devlet ve militarist ilişkiler zamanla sönümlenerek minimal seviyelere düşer. Bu nedenlerle kapitalizmin koruyucu unsurları olan militarizme, orduya, askerliğe ve onların yarattığı savaş ve şiddete karşı olduğum için vicdaniretçiyim.
“Üzerinde yaşadığımız coğrafyada egemen devlet TC, kurulduğu ilk günden itibaren bir militarist yapılanmadır. Bu nedenle militarizmin hayatlarımızda sızmadığı alan kalmamıştır. En küçük hücrelerimize/toplumun en küçük hücrelerine kadar militarizm hâkimdir. TC, Kemalistlerce bu coğrafyada yaşayan diğer halklar yok sayılarak Türklük ve Sünnilik anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Bu yapılırken toplumun militarizasyonunu sağlayacak birçok ırkçı sembol ve propaganda hayata geçirilmiştir.” (2014’te İstanbul İHD’de yaptığımız açıklamadan)
Evet, Türkiye cumhuriyeti devleti de sonuç olarak kapitalist, militarist, otoriter ve bu durum haliyle şiddet üretmektedir. TC kendisini sadece Türklük ve Sünnilik üzerinden kurguladığı için kendisinden olmayan etnik ve inançsal toplulukları sindirebilmek için şiddete başvurmuştur. Bu şiddet ve zor vakalarından bazılarını günümüze doğru sıralarsam: Yıl 1925, Kürtçe konuşmak yasak ve kelime başı 25 kuruş para cezası; Cumhuriyetin kuruluşundan 40’lı yıllara kadar onlarca Kürt isyanı; Dersim Katliamı; 2. Dünya savaşı yıllarında Gayrimüslimlere uygulanan Varlık Vergisi; 6-7 Eylül olayları; Maraş Katliamı; 12 Eylül 1980 darbesi ve idamlar; Gazi Mahallesi; Sivas Madımak katliamı; 90’lı yıllarda Kürt bölgelerindeki faili (belli) meçhul cinayetler; Roboski (Uludere) katliamı; Metin Göktepe, Hrant Dink, Tahir elçi cinayetleri; Malatya Zirve yayınevi katliamı; Kürt şehirlerinin aylarca uçak ve tanklarla dövülmesi ve benzeri daha buradan yazamadığımız onlarca katliam, cinayet ve şiddet vakaları. TC’de sistem tamamen Türklüğün, Sünniliğin ve büyük mülk sahiplerinin (sermayenin) korunmasına dönük kurgulanmıştır. Bu kurgulamadan her zaman zarar görenler ise Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Aleviler, Kadınlar, işçiler daha geniş anlamda ise ötekileştirilenler olmuştur. İşte ülkedeki militarist kültürün yarattığı miras bu. İşte bu nedenle vicdani retçiyim.
Bir diğer taraftan çok daha önemli olan şey askerlik kurumu ve diğer militarist kolluk kuvvetleri ne için ve kime hizmet ederler? Bir bütün olarak halkın çıkarları ve mutluluğu için çaba sarfettiklerini düşünmüyorum. Ülkemizde ve tüm kapitalist ülkelerde ordular bir avuç burjuvaziyi, bürokratı ve hükümet yetkililerini korumanın dışında hiçbir şey yapmamaktadır. Geniş halk yığınlarını korumamakta, onların refahı ve mutluluğu için çaba sarfetmemektedirler. Lakin bu yönetici elit, askerleri ve polisleri ise, korunmayan ve kendini güvensizlik içinde hisseden halk kitleleri içerisinden seçmekteler. Kendi adlarına savaşa gönderdikleri gençleri de yine bu geniş halk kitleleri içerisinden seçmekteler. İşin trajik yanı ise savaşmaya gidenlerin bu savaştan hiçbir çıkarları yok. Lakin bu savaştan çıkarları olanlar ve onların çocukları savaşa gitmezler hatta çoğu askere bile gitmez. Gitseler de Ankara’nın doğusuna geçmezler. Sizler buna adalet diyebilir misiniz? Ben burada adalet göremediğim için askerlik yapmayı reddediyorum.
Her ne kadar vicdaniret kavram olarak doğrudan yasalarda yer almasa da TC anayasası ve Türkiye’nin de taraf olduğu uluslar arası sözleşmelerle vicdan ve inanç özgürlüğü garanti altına alınmıştır. Vicdani ret de bu kamsam içerisinde değerlendirilmelidir.
Bu konu ile ilgili Vicdaniret Derneği’nin küçük bir çalışması şöyle:
Bilindiği üzere Askerlik Kanununun 1. Maddesi düzenlemesine göre “Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, … askerlik yapmağa mecburdur.”
Ancak söz konusu yasa maddesi hem Anayasa’ya ve hem de Türkiye Cumhuriyetinin imzalamış bulunduğu uluslararası sözleşmelerle çatışma halindedir. Zira din ve vicdan özgürlüğü; kişilerin dini veya vicdani nedenlerle öldürücü güç kullanma ve savaşmayı öğrenmeyi içeren askerlik yükümlülüğünü reddetme hakkını da içermektedir.
T.C Anayasasının 2. Maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti… insan haklarına saygılı … demokratik … bir hukuk Devletidir.”
T.C Anayasasının 24. Maddesine göre;
“ (1) Herkes din ve inanç hürriyetine sahiptir. Bu hak, tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama ve bunları değiştirebilme hürriyetini de içerir.
(2) Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve düşüncelerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç, düşünce ve kanaatlerinden ve bunları değiştirmekten dolayı kınanamaz, suçlanamaz ve farklı bir muameleye tâbi tutulamaz.”
T.C Anayasasının 25. Maddesine göre;
“(1) Herkes düşünce, vicdan ve kanaat hürriyetine sahiptir.
(2) Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce, vicdan ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
Anayasanın 90. Maddesi gereğince;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. … Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Türkiye Cumhuriyetinin imzalamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. Maddesine göre;
“Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.”
Aynı şekilde BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 18. Maddesine göre de;
“Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kendi tercihiyle bir dini kabul etme veya bir inanca sahip olma özgürlüğü ile tek başına veya başkalarıyla birlikte toplu bir biçimde, aleni veya özel olarak, dinini veya inancını ibadet, uygulama, öğretim şeklinde açığa vurma özgürlüğünü de içerir. Hiç kimse, kendi tercihi olan bir dini kabul etme veya inanca sahip olma özgürlüğünü zayıflatacak bir zorlamaya tabi tutulamaz”
Son not olarak
Tüm insanlık tarihindeki toplumsal mücadelelerin neredeyse hepsi şiddet doludur. İnsan insanın üzerinde ölümü kutsayarak iktidar sahibi oldu. İktidarın yolu ölümden geçti. Ama hiçbir güç iktidar olduktan sonra şiddeti mahkum etmedi. Ölümü kutsamaktan vazgeçmedi. Ve yine insanlar vatan için, din için, sözde kutsal şeyler için kan dökmeye, öldürmeye ve şiddete devam etti. Bu şiddet sarmalından kurtulmanın yolu şiddeti ve onu besleyen devlet aygıtlarını reddetmekten geçer. İnsanlık şiddetten ne kadar uzak durabilirse dünya daha yaşanılabilir bir yer olacaktır.
Dolaysıyla ben bakaya ya da asker kaçağı değilim, ben vicdaniretçiyim!
25/12/2018
Yasin Yetişgen
Kaynak: https://www.facebook.com