15.05.2018
2. VİCDANİ RED SAVUNMAM
Bozüyük 2. Asliye Ceza Mahkemesi – BİLECİK
Ben Âdem Dağlar. Kırk yaşımdayım.
YAŞAM İÇİN; EY İNSAN! SANA, BİRŞEY SÖYLEMEK İSTİYORUM.
Kendini feda eden sana, yapay değerler, saçma yargılar uğruna, gelip geçici fikir ve tutumlar uğruna, senden daha fazlası olmayan toplum, aile ve toprak uğruna, var olma sebebi hepimize adalet, eşitlik ve özgürlük dağıtmak olan devlet, düzen ve güç uğruna varlığını feda eden SANA, …
Ben, tüm bunları hiçe sayan ben, vicdanı, adaleti, eşitlik ve özgürlüğü, dahası YAŞAMI önceleyen BEN, bir şey söylemek istiyorum.
Kendimce büyük ve güçlü bir şey, yapabilirsem sarsıcı bir şey söylemek istiyorum.
Yok saymanın, dışlamanın, ötelemenin, kavganın, gürültünün, vurup kırmanın, asıp kesmenin, şiddetin, savaşın, ölmenin ve öldürmenin yeterince savunucusu var zaten. Ayrıca devletin, düzenin, toplumun, ailenin, paranın, vatanın, milletin, namusun, kadının, erkekliğin, Türklüğün, Müslümanlığın, oy sandığının da yeterince savunucusu var. Bu iş için, okullar, üniversiteler, camiler, AVM’ler, milli kütüphane ve milli meclisler, kitaplar, müze ve sanat galerileri, tiyatro ve fabrikalar, banka ve banknotlar, oy sandıkları, karakol ve kışlalar, saraylar ve sultanlar ve patronlar var zaten.
Hatta neredeyse herkes bu vazifeyi üstlenmiş durumda.
Oysa BEN, SANA, EY İNSAN! …
Tüm bunların dışında yeni olmasa da başka BİR ŞEY SÖYLEMEK İSTİYORUM.
Ben Âdem Dağlar. Kırk yaşımdayım.
Söyleyeceklerimi kılı kırk yararak, ölçüp biçerek, kırk yıldır düşünerek dikkatlice ve sessizce söylüyorum. Bunu da asla gözden kaçmayacak bir güzellik için, YAŞAM için söylüyorum.
Zor olan bunu burada, sanık sandalyesinde, hakkımda hüküm vermek için kurulmuş bu mahkemede, işlemediğim bir suça karşılık söylüyor olmam. Yine de tüm söyleyeceklerimi güzel bir ağırbaşlılıkla ve yüceltmeden, kolayca dile getireceğim. Moda olduğu için değil, zor ve sorumluluğum olduğu için…
Sözlerim size bazen acıtıcı, bazen alaycı, bazen de fazla tutkulu gelebilir. Yine de elimden geldiğince yeni bir şey söylemeye ve yalnızca kendi vicdanımın cılız sesi olmaya çabalayacağım. Eksik gedik, bölük pörçük olacak sözlerim, biliyorum. Ama yine biliyorum ki, ülküleştirmeden, kutsamadan, hamaset yapmadan, oya tahvil etmeden, korkmadan, dilim dolaşmadan söyleyeceğim sözlerimi. Kötü gelecek sesim size, başkaldırıcı. Yine de tüm düşkünlüğüne ve çirkinliğine rağmen bunu yapacağım.
Buradayım, mecburum ve başka çıkar yolum yok.
Ben Âdem Dağlar. Kırk yaşımdayım.
Bir vicdani retçi olarak yine ve yeniden kendimi size karşı savunmam ve anlatmam gerek. Dün olduğu gibi bugün de içine düştüğüm bu çabayı saçma buluyorum. İnsanlık bu meseleyle ilgili binlerce yıllık tarihi boyunca, azıcık olsun tutarlı, tutarlı ne kelime, hiç değilse azıcık derli toplu, kavgasız, bağışlayıcı, kucaklayıcı bir fikir, düşünce dahi oluşturamamışken, benim bu çabaya girmem çok saçma.
Bu yüzden “yüce/yüksek mahkemenize” gibi yüceltici ifadeler kurmayacağım. Mahkemenizi yüceltip hayranlık sözcükleriyle affınıza da sığınmayacağım. Vicdana seslenilir, adalet sahibinin eli sıkılır. Beni yargıladığınız bu militarist dünyada biliyorum hava yumuşak değil, ışıklar hep solgun, yırtıcı sesleriyse hiç eksik olmuyor. Benim sesimse yeterince cılız kalıyor hep devletin ve yasanın karşısında. Yine de buradayım. Tam karşınızda…
Kaçmadım, kaçmıyorum ve kaçmayacağım.
Biliyorum ki, devletin ve kurumların vicdanı olmaz. VİCDAN SAHİBİ olan İNSAN’dır.
Vicdan sahibi olan insan, devlet ve kurumlar adına adaletle hükmeder. Bu yüzden ey insan! sana, vicdan sahibi olan sana, adaletle hükmedecek olan SANA SESLENİYORUM.
Ben Âdem Dağlar. Kırk yaşımdayım.
Kırk yıllık ömrüm boyunca hiçbir fikre, kitaba, düşünceye adanmadan kendi cılız sesimi aradım. Bu sesi hep yeni bir perdeden bulmaya çabaladım. Tanımlardan ve tanımlamalardan uzak durdum. Ve şimdi huzurunuzda mecburen bulunduğum bu söz, yazı ve yargı dünyasında, kimi zaman gergin bir karşı duruşa dönebilir sesim. Çoğunlukla aldırmayacaksınız, bu kendi kendime fısıldayışıma, biliyorum.
Endişeliyim elbet. Ama yine de korkmadan dengeli, dikkatli ve insaflı olmaya elimden geldiğince gayret ediyorum. Hiçbir güce, söze sığınmadan, maske takmadan, silah kuşanmadan, şairin deyişiyle; “üzerime yüreğimden başka muska takmadan”, kendi kendime fısıldadıklarımı, gücünüz karşısındaki güçsüzlüğüme sığınarak söylüyorum.
ÖLMEYECEK VE ÖLDÜRMEYECEĞİM.
Hiçbir fikir, düşünce ve ideoloji uğruna, hiçbir devlet, millet ve vatan uğruna, hiçbir din, iman ve kitap uğruna; ÖLMEYECEK ve ÖLDÜRMEYECEĞİM.
İradem dışındaki hiçbir SUÇA ORTAK OLMAYACAĞIM.
Oy uğruna, kar uğruna, hırs uğruna, güç uğruna kardeşi kardeşe dahi katlettiren devletiniz için SAVAŞMAYACAĞIM. Hiçbir adamın, kadının, fikrin, düşüncenin, inancın ASKERİ OLMAYACAĞIM.
BENİ buna ZORLAYAMAZSINIZ.
Tüm iktidarlar ve muktedirler katildir, zorbadır ve zalimdir. Ve ben hiçbir katilin, zorbanın ve zalimin askeri olmayacağım.
Sayıp döktüğüm bunca lanet şey uğruna daha dün başımıza gelenleri ne çabuk unuttuk. Günlerce sokak ortasında, burnumuzun dibinde, gözümüzün önünde cesedi boylu boyunca uzanık bekletilen 11 çocuk annesi TAYBET ANA’yı, kokmasın diye çaresiz ailesi tarafından buzdolabında cesedi saklanan 10 yaşındaki CEMİLE’yi ne çabuk unuttuk.
Havan mermisiyle bedeni parçalanan 12 yaşındaki kız çocuğu Ceylan’ı, sokak ortasında polis mermisiyle vurulan 14 yaşındaki Berkin’i, yine polis copuyla, millet tekmesiyle, yumruğuyla, sopasıyla dövülerek öldürülen 19 yaşındaki Ali İsmail’i ben unutmadım.
Evlerinde uyurlarken öldürülen polis memurları Feyyaz ve Okan’ı da unutmadım. Tatil için memleketine dönerken kaçırılıp öldürülen 23 yaşımdaki Necmettin öğretmeni de…
Fazlasını saymaya gücüm yetmez, sesimde…
Vatanınız, milletiniz, devletiniz, dininiz, namusunuz, oyunuz, üniformalarınız, tankınız, tüfeğiniz, Türklüğünüz, Kürtlüğünüz, erkekliğiniz, iktidarınız, kurallarınız, yasanız sizin olsun, istemem.
HAVAMI, SUYUMU ve TOPRAĞIMI KİRLETMEYİN YETER!
Bu gün bu savunmayı yapmamın başka bir ironik ve trajik anlamı daha var. Bu gün 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü.
Teşekkür ederim.