Amerikalılar Erdoğan’ı neden tutuyor?
Perşembe, 13 Şubat, 2020
Şu James Jeffrey ne mübarek bir insan! Amerikan baş diplomatı Mike Pompeo’dan mesaj getirmiş; “ABD, Suriye’ye, İran’a, Rusya’ya Hizbullah’a karşı Türkiye’nin yanında.”
Saray’ın ince işler müdürü İbrahim Kalın’ın sicim sicim kasvetlenen simasına nur gibi çarpıyor; gülümsüyor, gülümsetiyor. Ne iyi bir misafir! Epey de hırlaşmıştık halbuki ama olsun NATO ortaklığı bugün için var!
Durum mizah kaldıramayacak kadar kötü ama bunun üstesinden gelecek tek şey de mizah!
Büyük bir özgüven ve meydan okumayla Türk askerini mayınlı tarlaya sürdükten sonra Savunma Bakanı Hulusi Akar, NATO, Avrupa hatta dünyaya “Suriye rejimini durdurmaya yardım edin” diye çağrıda bulunuverdi. Şubat sonuna kadar Suriye ordusunu Türk askeri gözlem noktalarının gerisine gönderme kararlılığı sürüyor. Dün Rusya lideri Vladimir Putin’le görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan risk çıtasını bir hayli yukarı itti:
“Şubat ayı sonuna kadar rejimi gözlem noktalarımızın gerisine çıkartmakta kararlıyız. Bunun için karada ve havada her ne gerekiyorsa tereddüt etmeden yapacağız.” Sert sözler, savaş ilanından bir kıl aşağıda.
Ateş açan ateş bulur! Erdoğan’ın da Arapça olarak tekrar ettiği sözdür, “Men dakka dukka.” Eden bulur anlamında; “Çalma (kapıyı) çalınırsın.”
Türk askeri varlığı pek çok noktada Suriye’nin içinde. İdlib ve çevresinde kuşatma altına alınan askeri gözlem noktası ve yeni konuşlanma alanlarının sayısı 10’u geçti.
***
Bu stratejik çerçeveyle ilan edilen savaş sadece sahadaki askerleri değil Türkiye’nin tüm sınır boylarını açık hedef haline getiriyor. Askeri uzman olmaya gerek yok; durum, kendi vahametini kendisi betimliyor:
– Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’ndan farklı olarak hava sahası Türk uçaklarına kapalı. Yaralı askerleri almak için helikopter bile sokulamıyor.
– Türkiye’nin müdahaleleri sahadaki haritanın değişmesini önlemedi. Suriye ordusunun önüne set çekmek için Serakıp’ta bariyer kurdular, 8 askerin canına mal oldu. Pazarlık masasında Rusya’yı sıkıştırmak için bu kez Taftanaz’a bariyer kurdular, 5 can daha gitti, ocaklar karardı. Sonuçta Serakıp da Taftanaz da tutulamadı. Harita değişmeye devam ediyor.
– Şubat sonuna kadar konulan hedefin başarısı esasen Şam’a kadar gitmeyi gerektirir. Bu da mutlak ve çok aktörlü bir savaştır.
– Bu gidişat, ateşi Türkiye’nin içine çekecek bir maceraya dönüşüyor. Eğer gerilimi tırmandırmakta maksat Rusya ile yeni bir ateşkes hattı belirlemekse bu da şu ana kadar işe yaramadı. Kremlin, Erdoğan-Putin görüşmesine ilişkin “Soçi Mutabakatı dahil Türkiye ve Rusya arasındaki anlaşmalarının tümüyle uygulanmasının önemi vurgulandı” notunu düştü. Ruslara göre sahada olup biten Türkiye’nin uygulamadığı mutabakatın Rusya ve Suriye tarafından uygulanmasından ibaret.
– Meselenin bir diğer kılçıklı tarafı; Türkiye’nin sahadaki müttefiklerinin hiçbiri savunulacak türden örgütler değil. İdlib’e hükmeden ana unsurlar Türkiye’nin kendi terör listesinde de yer alıyor. El Kaide ve türevlerine kalkan olan bir stratejiye uluslararası toplumdan yardım isteniyor. Suriye’deki durum Suriye’nin Dostları Grubu’nun oluşturulduğu 2012’den çok farklı bir yerde.
– Ve dahası Erdoğan’ın geldiği ‘fikir atlası’ Osmanlı sonrası çizilen sınırları geçici ve suni görse de burası Suriye toprağı. Suriye’ye girmek için ellerinde hukuki dayanak yok, sadece çöpe attıkları Adana Mutabakatı’na gönderme yapıyorlar. Bu mutabakat, kapıları terör örgütlerine açmayı değil Suriye hükümetini tanımayı, koordinasyon sağlamayı, ortak komiteler kurmayı ve birlikte sınırları muhafaza etmeyi gerektiriyor.
Özetle BM’nin de, ABD’nin de, AB’nin de, Türkiye’nin de terör örgütü saydığı yapılara karşı yürütülen operasyonu durdurmak için bir NATO gücü kendini ortaya koyuyor. Bunu yaparken de İdlib’de ilerleyen Suriye ordusuna “işgalci” diyor! Bunların hiçbiri izahı kabil değil, ne akılla ne mantıkla ne de hukukla.
NATO’cu-Avrasyacı kavgasının tarafları ısrarla Türkiye’nin gerçeklerden kopmuş halini eksen kaymasıyla izah etmeye kalkışıyor. Biri “Türkiye, NATO ve Avrupa’dan uzaklaşmasaydı bunlar da başına gelmezdi” diyor. Öteki Batı uşaklığına karşı Rusya ile derinlemesine ortaklığı çare olarak görüyor.
Hayır, bu eksen meselesi değil omurgasızlık halidir. Her boşluğa yatan bir istikrarsızlıktır bu. Türkiye biri için ‘güvenilir ortak’ diğeri için ‘güvenilir muhatap’ olmaktan çıktı. Rusya ile ilişkiler bir güven temelinde yükselmedi ki! Dün bunu açıkça söylemezlerdi ama bugün artık kalemler sivriliyor: Erdoğan’la iş yaparken birinci kural “Güvenme”, ikincisi de “Güvenmediğini unutma.”
Suriye’deki cehennemin Batı-Körfez bloku tarafından bölgenin başına açtığı bir bela olduğu gerçeğini görmezden gelmemizi bekliyorlar. Özellikle barutu ve ateşi buluşturup daha sonra sıvışan NATO kanadındaki uyanıklar. Türkiye, Batı’nın en alkışlanan ortağıyken Suriye’de bu tezgâh kuruldu.
***
Dönelim ABD’nin heyecanlanmasına… Bu seferberlik karşısında düşmanları nasıl da sıralıyor: Suriye, İran, Rusya, Hizbullah…
Aslında hizalıyor, hizalamak istiyor. Özel elçiyi bunun için Ankara’ya gönderiyor. İştiyakla. Erdoğan’ın Türkiye’ye sürüklediği bataklığı fırsata çevirip Ankara’ya NATO’da biçimlenmiş ‘fabrika ayarlarına’ dönmesini buyuruyor.
ABD iki temel beklentiyle hareket ediyor:
– Birincisi, Türkiye ile Rusya arasındaki çatlağı büyütmek. Putin’in Türk-Amerikan uyuşmazlığını kullanarak Astana sürecini başlatıp ortaklığı S-400 satışına kadar vardırırken güttüğü mantık bu kez Amerikalılarca kopyalanıyor. Manidar bir zamanlama ile ABD Hazine Bakanlığı üç bakan ve iki bakanlığa koyduğu yaptırımları kaldırdı. Yani teşvik paketi açılıyor. “Hazır fırsatını bulmuşken Rusya’dan uzaklaş” diyorlar.
– İkincisi, eğer Türkiye, Suriye ve müttefiklerini İdlib’de oyalarsa ABD’nin Fırat’ın doğusundaki askeri varlığına sıra gelmeyecek. Dün Haseke’nin doğusunda Amerikan güçleri ile yerel halk arasında yaşanan gerilim ve küçük çaplı çatışma, ABD’yi Suriye’den gönderme konusunda izlenecek stratejiye dair küçük bir ipucuydu. Suriye yönetimi askeri bir karşılaşmadan ziyade yerel unsurları harekete geçiriyor. Amerikan güçleri için güvenli seyir imkânının ortadan kaldırılması Suriye’de kalma konusundaki tartışmaları yeniden başlatabilir. O yüzden Amerikalılar İdlib ateşinin olabildiğince harlanmasını umuyor. Türkiye bunu yapacaksa ne âla!
ABD’nin Suriye’ye yerleşmek için gerekçe yaptığı IŞİD ile İdlib’e hükmeden HTŞ arasında fark yok. Tek fark birinin biraz daha takiyyeci ve maslahatçı olması.
Peki, Türkiye’nin ateşe atılması anlamına gelen Amerikan kışkırtmasının arkasında ne tür bir destek var? Açıklamalara bakılırsa Jeffrey atılacak adımları koordine etmek için gönderildi. Nedir bunlar? Bilmiyoruz.
Ancak Başkan Donald Trump’ın kulağına en yakın isim olan Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien bazılarının sevincini kursağında bırakacak bir soğutmada bulundu. “Küresel bir polis olarak oraya paraşütle inip saldırıları durdurmamız mı bekleniyor?” diye sorup ekledi: “İdlib’e askeri olarak müdahale edeceğimizi sanmıyorum. Durum çok kötü. Fakat biz Rusların, İranlıların ya da Esad’ın tüm eylemlerini durdurma pozisyonunda değiliz. Oradaki kötü durumu sona erdirecek sihirli bir şey yok.”
Bu sözler, “Türkiye gereğini yapsın biz arkasında duralım” seçeneğini dışlamıyor. Fakat bu seçenek TOW gibi güç dengesini etkileyecek türden silah temini ya da başka her ne ise Rusya’nın kararlılığını etkiler mi? Elbette Türkiye’ye kapıları açık tutmayı önemsemekle birlikte Putin’in Eylül 2015’ten beri yürüttüğü savaşta elde ettiği sonuçları tersine çevirecek bir yola girmesi beklenmiyor. Böyle bir şey uluslararası sahnede Rus yıldızını yeniden parlatan stratejiyi hızlıca söndürür. Fakat Rusya’nın, Suriye’nin arkasında sapa sağlam dururken Türkiye’nin önünden çekilmesi de olası bir senaryo olarak değerlendirilebilir. Bu seçenek Türkiye’yi doğrudan Suriye ordusu, İran unsurları ve diğer milis güçleriyle karşı karşıya getiriyor. ABD’nin koruyucu bir kalkan işlevi görmediği bir durumda bu tür bir seçeneğin Erdoğan’ın tercihi olduğunu sanmıyorum. Rusya ile köprüleri atmayı göze alabilecek kadar Erdoğan’ın eli rahat değil. Tam teşekküllü bir savaştan kaçınıp şöyle ya da böyle Suriye sahnesinde var olmak için Moskova’nın vereceği güvenceleri hâlâ önemsiyor. Putin’le görüşme ve heyetler arası müzakereleri sürdürme kararı da bunu gösteriyor.
Putin de Türkiye ile cepheleşerek İdlib’in bir NATO meselesine dönüşmesini istemiyor. Rusya’nın Suriye’deki stratejisi başından beri aynı istikamete gidiyor. Niyet, amaç ve hedefte bir sapma yok. Amerikalılar şimdi Türkiye’yi nereye itiyor, asıl bakılması gereken nokta burası.
Fehim Taştekin kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Kaynak: Duvar