Türkiye, silah üretiminde teknoloji transferi yapamaz – Güven Sak
Aselsan’da 2500 civarında iyi yetişmiş mühendis var. Peki, doktoralı kaç mühendis var? Gidin bir bakın. Halimiz içler acısıdır. Bu olmadan teknoloji transferi filan olmaz.
Aselsan’da 2500 civarında iyi yetişmiş mühendis var. Peki, doktoralı kaç mühendis var? Gidin bir bakın. Halimiz içler acısıdır. Bu olmadan teknoloji transferi filan olmaz.
Türkiye’nin bu çerçevede en azından Cerablus’tan Akdeniz’e uzanan hattın kontrolünü kaptırmak istemediği ortadaydı, ancak bunun için neleri göze alabileceği tam olarak bilinmiyordu. Salı günkü uçak düşürme hamlesiyle bunu da görmüş olduk.
Şu anda dünyada 50 kadar savaş/çatışma var. UNICEF’e (Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu) göre son 10 yılda bu savaşlarda ölen çocuk sayısı 2 milyon. Daha önceki dünya paylaşım savaşlarında ölenler asker iken bugün ölenlerin %90’ı sivil olup yarısı da çocuklardır.
Bütün farklılıkları ile bir arada barış için bir toplum için hepimizin yapması gereken/yapacağı çok şey var, bunu her zaman durduğumuz yeri, dilimizi, politikalarımızı yeninden yeniden düşünerek, kurarak yapabiliriz.
Mustafa Aksoy ve Resul Kalyoncu, biri öğrenci ve gezgin, diğeri İstanbul Beykoz’da esnaf. Yürüyüş esnasında onlara aziz gibi yaklaşanlar, teşekkür ve tebrik edenler de olmuş, “neyin barışı, kimin barışı” deyip onları ‘terörist’ ilan eden de. “Her şeye rağmen Karadeniz’de barışa yürüdük” diyorlar.
Devlet, saldırıya uğrayanın Fransa’nın tam kalbi olan özgürlük çeşidi olduğunu savunmakta, ama hala yasının ortasında toplantı özgürlüğünü (“gösteri yapma hakkı”) askıya almakta ve polisin daha da kapsamlı bir militarizasyonuna zemin hazırlamaktadır.
Tarihten biliyoruz. Bir gün olacağı halde, kimse teröristlerle, düşmanlarımla aynı masaya oturmam demesin. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri taraf değil arabulucu olsun.
“Düşmanı açıkça tarif edebildiğiniz, doğrudan bir sıcak çatışma gerçekleşen günlere elveda” öngörüsü ile beraber madalyonun öteki yüzünde, güvenin hiçbir koşulda mümkün olamayacağı ve barışın tahayyül bile edilemediği, “daimi savaş” durumu da şekillenmiş oluyor.
Sanık, savunmasında “JİTEM’i bilirim, Fransızca seni seviyorum demektir”, diyor. Mide bulandırıcı bir utanmazlıkla mahkeme karşısında cinayetle, ölümle, insanların acılarıyla alay ediyor. Cezasız kalacağından emin, yüreği ferah, sırtını JİTEM’ci devlet/yargı gücüne dayamış.
Öyle anlaşılıyor ki gencecik canların ölümü değil onlar için önemli olan, bu gencecik insanların niye ve kimin tarafından öldürüldükleri… İlla ki doğrudan ya da dolaylı kendi inisiyatifleri altında olacak cinayetler…