‘AB askeri bir birlik olarak şekillendiriliyor’
Avrupa Parlamentosu’na Almanya Sol Parti’den (Die Linke) milletvekili olarak seçilen Özlem Alev Demirel’le konuştuk. Demirel, 2020’deki AB siyasetine ve Almanya-Türkiye ilişkilerine dair birçok soruyu cevapladı.
Ayşegül Karakülhancı
Mayıs ayında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Almanya Sol Parti’den (Die Linke) Özlem Alev Demirel milletvekili olarak seçildi. Özlem Alev Demirel yaklaşık 7 aylık Avrupa Parlamentosu milletvekilliği sürecindeki AB siyasetinin 2020’de nasıl devam edeceğini, AP’nin işleyişini, Almanya ve Fransa’nın AB içerisindeki güç savaşını, çok ses getiren NATO zirvesini ve Almanya-Türkiye ilişkilerini konuştuk.
26 Kasım’da Avrupa Parlamentosu savaş ve askeri malzemeler transportunun vergiden muaf tutulması için bir yasa teklifi onayladı. Oylamadan sonra ortaya çıkan belgeye göre Almanya’nın hiciv partisi Die Partei’ın (Parti Partisi) lideri Martin Sonneborn ve Die Linke fraksiyonu hariç tüm gruplar ‘evet’ oyu kullanmış. Özellikle Yeşiller’in ‘evet’ oyu vermeleri dikkat çekiyor. Yeşiller neden karşı çıkmadı?
Avrupa Birliği askeri bir birlik olarak şekillendirilmek isteniyor. Bu PESCO süreciyle başlamıştı zaten. Özellikle Avrupa Komisyonu başkanlığına seçilen eski Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen bu süreci daha da hızlandırmak istiyor. Almanya ve Fransa silah üretimi ve ticareti konusunda AB içerisinde birlikte çalışmak istediklerini bir kaç defa net bir biçimde söylediler. Geçen hafta yapılan oylamada PESCO çerçevesinde gerek AB içerisinde değişik askeri hareketler olsun, gerekse de AB’nin uzlaştığı askeri yapılanmalar olsun bu alanlarda yapılacak askeri sevkiyatları ve askeri çerçevede yapılan sosyal hizmet masraflarının vergiden muaf tutulması kararını çıkarttılar. Biz Sol Parti olarak karşı çıktık. Çünkü biz zaten AB’nin bütünlüklü olarak bir askeri veya savunma birliğine çevrilmesine karşıyız. Ancak diğer partiler bu konuda ortak hareket ediyor. Yeşiler’in bu teklife evet oyu vermesi bir çok insanı şaşırtıyor ama aslında şaşırmamak gerekiyor. Yeşiller’in imajından dolayı birçok insan prensip olarak anti-militarist bir tutumları varmış gibi sansa da aslında ister federal parlamentoda ister başka platformlarda yapılan oylamalarda sergiledikleri tutum bunun böyle olmadığını ortaya koyuyor. Kaldı ki bir Avrupa Birliği ordusu konusunda bütünlüklü bir anti-militarist tutumları yok.
Peki yeni kabul edilen bu kararın AB vatandaşlarına getireceği bir mali yükü var mı? Bu konu sıradan yurttaşı nasıl etkiliyor?
Bu aslında devletler arası yapılan sevkiyatlar. Bu transportların KDV’den muaf tutulması AB ülkelerinin 80 milyar euroya kadar bir gelirden vazgeçmiş olmaları anlamına geliyor. Kimileri bu devletler arası bir ticaret olduğu için bir cepten ötekine geçen bir gelirmiş gibi algılıyor, sanki devlet vergi öderse yine kendi cebinden ödüyor bu şekilde gereksiz bir bürokrasi ortadan kalkıyor, diye düşünüyor. Ama devlet ve vergi politikası biraz farklı işliyor. Devlet böyle yaparak kendi gelir kaynaklarını azaltmış oluyor. Siyasi olarak kasaya giren bütçenin nereye harcanacağına daha sonra karar veriliyor. Ama bu para bu kasaya girmeyince, sosyal hizmetler yerine 80 milyar euro kimsenin ruhu duymadan yine silahlanma masrafı olarak kullanılmış oluyor. Biz bunu eleştiriyoruz. Biz bu paraların normal hayatta herkesin ihtiyacı olan tren, tramvay yolları gibi alt yapı masrafı olarak kullanılmasını istiyoruz.
AP’nin sadece AB vatandaşlarına bir yük olduğu, çok da bir işlevi olmadığı, daha çok lobilerin çıkartmak istediği yasaların çıkartıldığı bir yer olduğu yönünde eleştiriler duyuyoruz. Yaklaşık 7 aydır Avrupa Parlamentosu milletvekilisiniz. Sizin gözlemleriniz, edindiğiniz tecrübe ne oldu?
AP elbette bir federal parlamento gibi işlemiyor. Ulusal parlamentolara nazaran daha az haklara sahip olan bir parlamento. Çünkü sonuç itibariyle hayata geçirilecek yasa örneklerini kendisi bağımsız olarak yaratamıyor. AB Komisyonu, Avrupa Devlet ve Hükûmet Başkanları Konseyi ve AP Trilog denilen yerler bir anlamda hep bir uzlaşma kararları çıkarıyor. Bu tabii ki daha zayıf bir parlamento ortaya çıkarıyor. Bu bir sorun ve bunu eleştiriyoruz. Halklar tarafından seçilen bir parlamentonun daha fazla güce sahip olması gerekir. Diğer taraftan farklı alanlarda komisyonun yaptığı önerilerde bakıyoruz, tekelciler ve lobileriyle çok sayıda görüşme yapılırken sendikalarla, sivil toplum örgütleriyle, barış inisiyatifleriyle daha az görüşülüyor. Bunu da eleştiriyoruz. Toplumsal anlamda daha fazla transparan yaratılması gerekiyor. Lobi güçleri, tekellerin temsilcileri çok para yatırarak ister AP olsun, ister komisyon olsun burada daha fazla güçlerini ortaya koymaya çalışıyorlar. Bunun değişmesi gerekiyor ve biz AP’de Birleşik Sol olan grubumuzla birlikte buradaki lobilerin, büyük sermaye sahiplerinin çıkarına değil halkların çıkarına bir politikanın izlenmesini istiyor, bunun için mücadele ediyoruz.
‘ALMANYA FRANSA’NIN AB İÇERİSİNDE GÜÇ KAZANMASINI İSTEMİYOR’
AB daha askeri bir birlik olma yolunda ilerlerken son NATO zirvesinden de kabaca söylersek NATO daha siyasi bir birlik olmalı gibi güçlü bir eğilim çıktı. Bu zirveyi ve bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
NATO zirvesinde ister basına yansıyan kısmı olsun ister devlet bakanları, başbakanların veya cumhurbaşkanlarının yaptıkları açıklamalar olsun, ortaya çıkan durum NATO devletleri içerisinde çelişkinin büyük olduğudur. Ekonomik savaşların büyük, zengin endüstri ülkelerinin arasında daha net bir biçimde ortaya çıktığına şahit olduk. Bununla birlikte NATO’nun ciddi bir siyasi krizin içinde olduğunu da gördük. Büyük ülkeler arasındaki çelişkilerin daha uç noktalardan yansıyan bir zirve yaşandı. Son yaşanan tartışmaların önde gelen ismi Fransa Cumhurbaşkanı Macron oldu. Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı askeri müdahale çerçevesinde ister ABD ile ister Rusya ile yaptığı bağımsız görüşmeler Macron’un tepkisine neden oldu. Fransa’nın da Suriye üzerinde büyük politik çıkarları olduğunu biliyoruz. Trump’ın NATO ülkelerine danışmadan bölgeden çekilerek Türkiye’nin askeri müdahalesine izin vermesi, Rusya ile arka planda biraz daha fazla paylaşımı sağlaması, uzlaşması tepki çekti. Macron ayrıca zaten AB’nin askeri bir gücü olması gerektiğini savunuyor.
Ama Almanya ve Fransa aynı fikirde değiller özellikle NATO konusunda.
Evet, Almanya ve Fransa arasındaki ayrışmalar da gün yüzüne çıktı. Şöyle ki, her iki ülke aslında AB içerisinde tekeller çerçevesinde askeri üretimde uzlaşıyor. AB savunma fonlarıyla birlikte, Avrupa tekellerinin daha büyük projelere, silah piyasasını daha farklı hale getirecek projelere el attıklarını biliyoruz. Almanya ve Fransa NATO’nun geleceği konusunda ciddi biçimde ayrı düşünüyor. Macron, tamamen NATO’dan bağımsız bütünlüklü bir AB savunması yaratılsın istiyor. Almanya ise bir taraftan AB içerisinde daha fazla silahlanmayı bir taraftan da NATO içerisinde de farklı hamle gücüne sahip olmak istiyor. Fransa bir atom gücü olarak BM Güvenlik Konseyi’nde sürekli sandalyeye sahip bir ülke olarak daha bağımsız politikalar yapmak istiyor. Almanya ise ABD’den tamamen bağımsız bir politika henüz yapmak istemiyor. Çünkü Almanya NATO’dan vazgeçerse Fransa tamamen AB içerisinde bir askeri güç olacak ve böylece AB içerisinde daha güçlü bir etkiye sahip olacak. Oysa bugün Almanya Fransa üzerinde de güçlü bir etkiye sahip. Bunu kaybetmek istemiyor. Almanya ABD ile birlikte de çalışarak değişik güçlerin çelişkilerini birbirlerine karşı kullanmaya çalışıyor. Aslında bu zirvede büyük ülkeler arasında çelişkilerin arttığını ve bunun artık üstünün örtülemediğini gördük. Ancak ister NATO bütçesinin arttırılması ister AB içerisinde askeri projelere yatırılan bütçenin arttırılması olsun, halklar nezdinde dünya halklarının yararına değildir. Biz Sol Parti olarak herkesin yararlanabileceği kamu hizmetlerine, sosyal hizmetlere bu paraların harcanmasını istiyoruz. Bu talebi her zaman ön plana çıkarıyoruz. Biz Merkel, Macron, Putin, Trump arasındaki kendi yaptıkları çelişkileri ve çıkarları tartışmayı değil halklar nezdinde yararlı politik talepleri ön plana çıkarmak istiyoruz.
Bu durumda Von der Leyen’in Avrupa Komisyonu Başkanı olması Almanya’nın AB içerisinde elini güçlendiriyor mu? Bir de Leyen ile Türkiye arasında ilişkilerin iyi olduğunu biliyoruz. Bu Türkiye ile ilişkileri nasıl etkiler?
Elbette Von der Leyen Almanya çıkarına politika yapan birisi ama biliyoruz ki asıl aday olan isimler Weber ve Zimmerman üzerinde anlaşamayınca Macron ve Merkel Sayın Leyen’in ismi üzerinde uzlaştılar. Bunun demokrasi açısından da eleştirilmesi gerekiliyordu. Tabii eski savunma bakanının komisyon başkanı olarak seçilmesi bizim için önümüzdeki dönemde AB’nin daha çok askeri olarak yapılandırılacağı anlamına geliyor. Avrupa Dışişleri Bakanları Konseyi’nden Türkiye’nin Suriye askeri müdahalesine karşı ortak bir silah ambargosu kararının çıkmasını Almanya’nın engellediğini artık net biliyoruz. Bu Ursula Von der Leyen’in siyasetini de etkileyecektir. Ama zaten Almanya AB içerisinde dominant olan ülke. Bu önümüzdeki dönemde de kendisini daha güçlü gösterecek. Fakat gelinen aşamada Macron da farklı önerilerle gelerek Fransa’nın rolünü Almanya’ya karşı büyütmeye çalışacak hamleler yapıyor. Önümüzdeki dönem AB politikaları daha yakından takip edilmesi gereken önemli bir aşamaya girdi sanıyorum.
‘EKONOMİK SAVAŞLAR HAKİKİ SİLAHLI SAVAŞLARI BERABERİNDE GETİREBİLİR’
Neden AB’nin motor güçleri arasında militarizm bu kadar ön plana çıkıyor?
Bunun iki sebebi var: Birincisi silah tekellerinin kendi çıkarına olan politik kararlarda daha baskın hale gelmeleri. Önümüzdeki dönemde yaşanacak bir krizde silah tekelleri en çok kazanan olacak anlamına geliyor. İkincisi ise Almanya en çok silah satan ülkelerin başında geliyor. Yeni bir paylaşım durumu söz konusu. Yani hangi ülkenin teknolojisi önümüzdeki süreçte baskın olacak konusu da gündemde. Özerk silah sistemleri (autonome waffensysteme), yapay zeka ile birlikte askeri alanda da birçok şey değişim geçiriyor. Teknoloji yenileniyor ve hiçbir ülke geride kalmak istemiyor. Almanya yapılan AB projeleri çerçevesinde kendi araştırmalarını önemseyerek yeni teknolojide kimin ön planda gelebileceği ile ilgili yapılan tartışmada egemen çıkmayı amaçlıyor. Ayrıca dünyadaki paylaşım kavgaları süreci farklı bir boyuta geldi. Çin, Rusya, ABD, Fransa, Almanya, İngiltere yeri geldiğinde bölgesel güçler Suudi Arabistan, Türkiye herkes kendi çıkarında, paylaşımları ister Ortadoğu’daki yeni düzenlemeler olsun, ister Latin Amerika’da ABD’nin daha fazla yoğunlaşması olsun, dünyanın yeni bir paylaşım kavgasında olduğunu daha açık görüyoruz. NATO soğuk savaş döneminde kendi rolünü bulmuştu. Batı ülkelerinin, doğru yanlış diye tartışmadan söylüyorum, farklı bir sisteme karşı ortak mücadelesi varken şimdi kendi aralarındaki çelişkilerin, kendi aralarındaki paylaşım kavgalarının ister ekonomik düzeyde ister askeri düzeyde daha çok büyümesi anlamına geliyor. Ekonomik savaşlar, Trump’ın Çin’le veya farklı ülkelerle karşılıklı yapılan sert açıklamalar yoğunlaşıyor. Ekonomik savaşlar hakiki silahlı savaşları da beraberinde getirebilir. Silahlanmanın ön plana çıkmasını değişen siyasi aritmetiğe yönelik hazırlıklar olarak değerlendirebiliriz.
NATO zirvesinde Türkiye çok ön plana çıktı. YPG’nin terör örgütü olarak tanımlanmasını istiyordu ama olmadı. Suriye konusu ön plana çıksa da asıl sorun doğu Akdeniz’deki gaz aramaları oldu. Sizce Türkiye açısından NATO zirvesi nasıl geçti? Suriye’de pozisyonu nedir?
Türkiye, Suriye’de yaptığı hamlelerde her ne kadar AKP iktidarı kendisinin güçlü çıktığını yansıtmaya çalışsa da şu açık görüldü ki, ancak ABD, Rusya gibi büyük devletlerin verdiği alan içerisinde hareket edebiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya ve ABD arasındaki çelişkileri kullanmaya çalıştı. Son gelinen aşamada Rusya Türkiye’yi NATO içerisinde bir sorun olarak göstermeye çalışıyor. Değişik NATO ülkelerinin Türkiye üzerinde çelişkiler yaşamasını Rusya kendi çıkarı için kullanmaya çalışıyor. Türkiye keşke orada yaşayan bütün halklar açısından barıştan yana sinyal veren bir pozisyonda olsaydı ama öyle olmuyor maalesef. Türkiye bir bölgesel güç olmak için uğraşıyor ama NATO zirvesi de Suriye askeri müdahalesi de böyle bir gücünün olmadığını gösterdi. Türkiye bağımsız gibi davranmaya çalışıyor ama bir Putin bir ABD ne yapıp ne yapamayacağını söylüyor. Kendini iç kamuoyuna çok güçlüymüş gibi yansıtmaya çalışıyor.
Şubat ayında Merkel, Macron, Johnson ve Erdoğan dörtlü bir zirve yapacaklar Suriye ile ilgili. Anlaşılan yaşanan sorunlara rağmen Almanya’nın Türkiye’ye desteği 2020’de de sürecek.
Türkiye jeo-stratejik olarak da ekonomik olarak da çok önemli bir ülke. Genç nüfusa sahip. Bölgede en gelişmiş ülke olarak diğer ülkelere açılan bir kapı olarak görülüyor. Bu da Türkiye’nin rolünü büyütüyor. Almanya’nın her daim kendi Türkiye siyaseti vardı. Ekonomik olarak da Almanya için çok önemli. Diğer taraftan Merkel’in dış politika tarzı çok gürültü patırtı koparmadan siyaset yürütmek. Ama kendi çıkarında çok net siyaset yapan bir ülke. Almanya kendi çıkarları çerçevesinde Türkiye ile ilişkisini geliştirecektir. Almanya’nın Türkiye politikası insan haklarına yönelik değildi ve olmayacak gibi görünüyor.
Kaynak: Gazete Duvar