‘Nasıl geleyim, yani kalın mı giyineyim?’
2010 yılında vicdani reddini açıklayan Şendoğan Yazıcı evine ayda en az bir kere tebligat geldiğini paylaşıyor. İfadeye çağrılması ise an meselesi. Yazıcı “Ha aradı ha arayacaklar” diyerek anlatıyor: “Jandarma her aradığında soruyorum: Nasıl geleyim? Yani kalın mı giyineyim? Gözaltına alınacaksam, ertesi gün savcılığa çıkacağım. Belki tutuklama… O yüzden soruyorum: Gözaltına mı alacaksınız yoksa ifade verip çıkacak mıyım? Onu da çoğu zaman söylemiyorlar. Bazen söylüyorlar, haklarını yemeyeyim”
Filiz Gazi
DUVAR – Vicdani ret en basit anlatımla kişinin ahlaki tercihleri, dini inancı ya da politik görüşleri nedeniyle askere gitmeyi reddetmesi olarak tanımlanıyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesine taraf tüm ülkelerin vicdani reddi “din ve vicdan özgürlüğü” kapsamında değerlendirmesi gerekiyor. Fakat Türkiye’deki yaklaşım bu minvalde bir politika içermiyor.
Şendoğan Yazıcı, Türkiye’deki vicdani retçilerden biri. 2010’daki vicdani ret açıklamasından kısa bir süre sonra “Bütün bunlar hayatımın bir parçası” dediği dönem başlıyor. Ayda en az bir kere evine gelen tebligat, İlçe Jandarma, Emniyet Müdürlüğü, mahkemeler arasında geçen rutini sonsuz bir döngü sanki.
Yaşadıklarını anlattığı bir yerde “Valla Filiz… Rahatsızlık verdiklerini sanıyorlar ama rahatsızlık duymuyorum. E- devlet’te en sık baktığım yer ‘Adalet’ sayfası. Oradaki ceza mahkemeleri, anayasa mahkemeleri… Takip ediyorum! Hiç boşuna uğraşmasınlar. Her şekilde haberim oluyor. Bugüne kadar bir duruşma bile kaçırmadım. Amacım bu alanları kendi kürsüm gibi kullanmaya çalışmak” diyor.
Türkiye’deki antimilitarist mücadeleyi, bedelli askerliğin vicdani reddi pasif hale getirip getirmediğini iki çocuğu ve eşiyle birlikte Artvin’de yaşayan Şendoğan Yazıcı’yla konuştuk.
Sonsuz bir döngü var senle ilgili; Güvenlik şubeden, jandarmadan aranılman, nerdeyse iki ayda bir ifadeye çağrılman gibi… 2010’da vicdani reddini açıkladın.
Evet ama önce yakınlarıma sordum. Eşime, babama… 18 bin lira olan bedelli askerlik çıkmıştı. Babam şunu söyledi: “Emekli maaşım var. Kredi çekebilirim. Al ha bunu da bitir, kurtul bu dertten.”
“Prensip olarak olmaz baba” dedim.
“O zaman” dedi, “Ben babalık görevimi yerine getirdim. Bundan sonra ne b… yersen ye. Gözün arkada kalmasın, çocuklarınla ilgili bir şey düşünme ama benden bu kadar.” Kızgınlıkla ama desteklercesine söyledi.
Önceki yıllarda İnan Süver, Mehmet Tarhan, Osman Murat Ülke, Halil Savda, Muhammed Serdar Delice gibi vicdani reddinden dolayı devletin baskısına maruz kalmış arkadaşlarımız vardı. 2010’da açıkladım evet ama Enver Aydemir’in yaşadıkları süreci hızlandırdı. Enver Aydemir İslami saiklerle vicdani reddini açıklayan bir arkadaşımız. Askerlik sırasında vicdani reddini açıkladığından dolayı çok ciddi işkence gördü. 8 ay kadar içeride yattı. Bizim o süreçte yaşamadığımız türden baskılara maruz kaldı. Enver’in iki çocuğu vardı. Benim de. Kendimi onun yerine koydum. Yakınlık hissettim haliyle. Elin kolun bağlı. Hiçbir yerden parçası olamıyorsun. Bir şey yapmak gerekiyordu. 26 Haziran 2010 tarihinde Harbiye Orduevi önünde yaklaşık 40 arkadaşın verdiği destekle vicdani reddimi açıkladım.
‘VİCDANİ RETLE SOSYAL ÖLÜMÜN GERÇEKLEŞİYOR’
Ve sıkıntılar başladı…
Hemen değil. Birkaç yıl herhangi bir sorun yaşamadan geçti. Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ilgili göstermelik de olsa adımlar atılmıştı. GBT’de (Genel Bilgi Toplama) çıkmıyordu örneğin. Kontrol noktasında ya da çevirmelerde askerlik sorunu çıkmadığı zaman nisbi bir rahatlık gibiydi aslında. Sonra bunu da kaldırdılar. Tekrardan GBT’de çıkmaya başladı. Asker kaçağı olduğun ortaya çıktığında seni alıp zorla askerlik şubesine götürüyorlar oradan da birliğe teslim ediyorlardı. Şimdi zorla götürme yok ama kendi ayağınla gitmeni sağlayacak bin türlü baskı var. Bir kere sosyal ölümün gerçekleşiyor. Banka hesabı açamıyorsun ya da hesaptaki parana el koyuyorlar. Bunları birebir yaşadım. Ben web sitesi tasarlayarak geçimimi sağlıyorum. İş görüşmesine giderken telefon geliyor. “Ben İlçe Jandarmadan Ahmet Üsteğmen.” Eee buyur, hayırdır? “Bir ifadeniz var, jandarmaya gelmeniz lazım.”
“İşim var, bugün gelemem.”
“Yok, bugün gelmen lazım.”
Görüşmeye giderken ruh halimi düşün. Defalarca yaşadım bunu. Araya giren bir şey. Ayda en az bir kere tebligat geliyor. Jandarma her aradığında soruyorum: Nasıl geleyim? Yani kalın mı giyineyim? Gözaltına alınacaksam, ertesi gün savcılığa çıkacağım. Belki tutuklama… O yüzden soruyorum: Gözaltına mı alacaksınız yoksa ifade verip çıkacak mıyım? Onu da çoğu zaman söylemiyorlar. Bazen söylüyorlar, haklarını yemeyeyim. Bütün bunları anbean yaşatıyorlar.
‘BÜTÜN BUNLAR HAYATIMIN BİR PARÇASI HALİNE GELDİ’
Kaç mahkemen var?
8 tane mahkemem var. 2’si birleştirildi. Bir tane Anayasa Mahkemesi’ne götürdüğümüz dava var. İki tane de İstinaf Mahkemesi’nde bekleyen davalar var. Beş tanesi de Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor şu anda.
Borçka İlçe Jandarma, Borçka Emniyet Müdürlüğü, Borçka Cumhuriyet Başsavcılığı, Borçka Asliye Ceza Mahkemesi arasında gidip geliyordum. (Şendoğan Artvin’de yaşıyor. Borçka yaşadığı ilçenin adı. 2015’te İstanbul’dan Artvin’e taşınınca işler daha çok karışmış. Buralara birkaç dakika sonra gelecek) Üç gün önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube’den arandım. Hakkımda soruşturma varmış. Ne olduğuna dair bilgi vermediler. İstanbul da eklendi buna. Ha aradılar, ha arayacaklar… “Emniyete gelebilir misiniz? Soruşturmanız var.” Böyle.
Valla Filiz… Rahatsızlık verdiklerini sanıyorlar ama rahatsızlık duymuyorum. Bütün bunlar hayatımın bir parçası haline geldi. E- devlet’te en sık baktığım yer ‘Adalet’ sayfası. Oradaki ceza mahkemeleri, anayasa mahkemeleri… Takip ediyorum! Hiç boşuna uğraşmasınlar. Her şekilde haberim oluyor. Bugüne kadar bir duruşma bile kaçırmadım. Karar duruşması olmasa dahi gidiyorum. Amacım bu alanları kendi kürsüm gibi kullanmaya çalışmak. Başka hiçbir derdim yok.
Daha 10 gün öncesinde Hopa Cumhuriyet Başsavcılığı ifadeye çağırdı. Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi olarak. Sosyal medya paylaşımı işin bahanesi…
Çoruh nehrinde yüzen tabutlar haberini paylaştım. (http://www.cumhuriyet.com.tr/galeri/yer-bayburt-nehrindeki-tabutlar-korkuttu-1733213) Anadolu hoşgörüsünden bahsedilir. Bütün her şey onun üzerine kuruludur. Anadolu halkı çok kalenderdir, hoşgörülüdür, şöyledir böyledir. Hiç alakası yok halbuki. Maraş, Çorum, Sivas hepsi bu coğrafyada olmuş. (Notum: Şendoğan ülkede safi kötülük yapılan ve her zaman için yapılmaya açık olan azınlıkları, halkları sıralıyor. Uzun bir süredir tekrar tekrar altını çizmemek için mümkün mertebe bu gibi çok bilinenleri haberlerime almıyorum) Bir camiden asla tabut atılamaz. Bunu yazdım. Halkın bir kesiminin dini değerlerini aşağıladığım söylendi. Bir kesimi dediği de yüzde 90’ı. Onlar zaten var. İliğimize kadar hissettiriyorlar. Böyle saçmalık dünyada görülmüş bir şey değil. Korunması gerekeni koruma bahanesiyle kanun çıkartıyorlar ama asla korunması gerekenler korunmuyor. Bir avuç insan üzerinde baskı ve tahakküm uygulamasını sağlayacak şekilde kanun düzenliyorlar.
‘30 BİN LİRA KADAR PARA CEZAM VAR’
Küçük yerde yaşıyorsun. Onun verdiği harici zorluklar oluyor mu?
E tabi.. İstanbul’da yaşarken arada kaynıyor gibiydik. Bize sıra gelmiyordu gibi bir şey. 2015’te Artvin’e taşındıktan sonra süreç farklı işlemeye başladı. Burada sanırım tek vicdani retçi benim. Artvin’deki jandarma, savcı, emniyetin yani devletin tüm kolluk güçlerinin bir şekilde dikkatini çekiyor. Bundan kaynaklı sosyal medya hesabımdan tut günlük hayatıma kadar özel muamele gibi bir şey görüyorum. Her savcı atamasında, her jandarma komutanı değişikliğinde her askerlik şubesi başkanlığı görev değişikliğinde ben bir şekil çağrılıyorum. Her seferinde bir daha bir daha anlatma durumunda kalıyordum. Bizim işimiz bu diyorlar, emniyet amirim senle tanışmak istiyor diyor mesela. Onlara iş çıkıyor bana da saçma sapan meşguliyet. Bütün bunlar rutinimin bir parçası haline geldi ama uğraşırım yani. Şu an yaklaşık 30 bin lira kadar para cezam var.
Neden?
Yolda izde tutanak tutuluyor. 15 gün içinde senin gidip teslim olman gerekiyor. Sen vicdani retçi olduğunu, askere gitmeyi reddettiğini ve bu süreci hiçbir şekilde yaşamayacağını söylüyorsun ama onun için pek bir şey ifade etmiyor. Gitmediğin zaman da idari para cezası kesiliyor. İdari para cezasını da ödemediğin zaman mahkeme süreci başlıyor. Mahkemeden de hapis ve para cezası çıkıyor. Böyle bir döngüye giriliyor. Sen 10 kere tutanakla karşı karşıya kalsan 10 farklı mahkemeyle yüz yüze geliyorsun. Bu 20 olsa yine aynı. Aynı mevzudan defalarca bütün ömrün adliye koridorlarında, askerlik şubesinde geçiyor ya da normal hayatı yaşatmamaya dönük bir uygulama gibi oluyor.
30 bin lira için planın ne?
Valla Filiz, 30 bin lira için hiçbir planım yok. Zaten ödemeyi reddediyorum. Bunlar böyle ah vah, başıma neler geldi gibi anlattığım şeyler değil. Biz bu yola bilinçli olarak girdik. Devletin militarist çarkının herhangi bir şekilde parçası olmayı tümden reddediyorum. Ne gerekiyorsa yapılması gerekeni elimden geldiğince yaptığıma inanıyorum. Bu bizim ne yaşam enerjimizi düşürebilir ne genel hayatın içindeki duruşumuza dair herhangi bir engel yaratabilir. Devletin kendi tasarrufudur. Ne kadar çok alanımızı daraltmaya çalışırsa o kadar da çıkış yolu buluruz. Bu yollar bizim açımızdan bitmez tükenmez.
‘YURTDIŞINA ÇIKIŞLAR DOĞRUYA DOĞRU HAREKETİ SEKTEYE UĞRATTI’
‘Her Türk asker doğar’ anlayışını, erkeklik etrafındaki tabuyu da zorluyorsun. Etraf ne diyor?
Bizim köy muhafazakar ve sağcı bir köy. İlişki içinde olduğum insanların çoğu bu kesimden insanlar. Yarı ciddi yarı şaka yollu ilk başlarda oluyordu. Sonrasında aştık bunları. Bir kere ev baskını olmuştu. Bizim köyde AKP’li bir vatandaş jandarma komutanına “Ben bu arkadaşa kefilim. Evini niye basıyorsunuz? Arasanız zaten gelir bu adam” gibi baya kafa tuttu. Bu beklemediğim bir şeydi.
Yurtdışına çıkmayı hiç düşünmedin mi?
Kesinlikle düşünmedim Filiz. Bu arada çıkan arkadaşlara hiçbir sözüm yok. Ben aslında kendimi misyon edinmiş gibi görüyorum. Bu mücadelenin burada yürütülmesi gerektiğine inanıyorum. Tutuklanmaysa tutuklanma, gözaltıysa gözaltı. Neyse artık… Devletin sözüyle söylüyorum: Halkı askerlikten soğutma işini en iyi şekilde yapmaya ömrüm yettiğince devam edeceğim.
Dışarıya çıkıldığında belki birçok sorundan azade hissediliyor ama doğruya doğru buradaki hareketi sekteye uğrattı. Sadece ben, Mayıs (Aru), Yavuz (Atan) işte birkaç arkadaş… Mahkeme, gözaltı, tutanaklarla cebelleşen.
‘30, 100, 1000 OLURDUK. DEVLET ADIM ATMAK ZORUNDA KALIRDI’
Kimi zaman görünür olmak için “çok” olmak gerekir. Çok olsaydınız mesela nasıl olurdu?
Evet işte… Şöyle olurdu. Atıyorum. 30 kişi sürekli mahkemeleri meşgul etseydik, bunu istediğimden değil yanlış anlama, durum farklı olurdu. Çamurdan bile insan yaratman gerekiyor şimdi. 30, 100, 1000 olurduk. Devlet adım atmak zorunda kalırdı. Devletin adım atmaması başlı başına bir skandal zaten. Devlete bakışımı ideolojik olarak biliyorsun ama mevcut durumla anlatmam gerekirse her altı ayda bir Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri gereği devlete tavsiyelerde bulunuluyor. Altına imza atılan uluslarası sözleşmeler vicdani reddin tanınması gerektiğini söylüyor. İç hukukta buna göre düzenleme yapmıyorlar. Bu süreci göğüsleyecek fazla arkadaşımız olmadığından dolayı devleti bu konuda sıkıştıramıyoruz.
Şimdi şu an fark ettim. Hatırlamıyorum. Son birkaç yıldır vicdani reddini açıklayan oldu mu?
Birkaç arkadaşın vicdani red beyanına denk geldim. 2000’lerde vicdani ret hareketi antimilitarist bir nitelikteydi. Savaş karşıtı bir hareket olarak organize oluyordu ve daha fazla görünürlük sağlanıyordu. İzmir Savaş Karşıtları Derneği, Barış İçin Vicdani Ret Platformu, antimilitarist inisiyatifler ve oluşumlar vardı. Barış İçin Vicdani Ret Platformu hala var bildiğim kadarıyla ama genel ülkenin geldiği noktada demokrasi ve özgürlük mücadelesinin gerilemesinden dolayı onlar da bu süreçten nasibini aldı.
Genel olarak antimilitarist mücadelenin parantez içi bir mücadele alanı olarak kaldığını, silikleştiğini düşünüyor musun? Benzer soruları rahat sorabilirim sanırım sana. Gani gani söz söyleme hakkının olduğunu düşündüğüm için…
Estağfurullah… Baskı arttı. Bizim tarafımızdan biraz geri çekilme gibi oldu. Şu an resmi anlamda vicdani reddini açıklayan 420 arkadaşımız var. Bu sayı daha fazla olmalıydı… Birkaç arkadaşın gayretiyle yürütülmeye çalışıldığı için bu duruma gelindi. Arkadaşlarımız yorulup sürecin dışına çıktığında orada bir kesintiye uğrama durumu oldu. Biz bu mücadeleyi genel savaş karşıtı, antimilitarist mücadeleye sıçratamadığımız için bireysel bir mevzu gibi kaldı. Böyle kaldığı için de kuşaktan kuşağa aktarılamadı. Aslında 30 yıllık bir geçmişi olan bir hareketten bahsediyoruz. İlk vicdani ret açıklamasını Vedat Zencir ve Tayfun Gönül 1990 yılında yaptıktan sonraki süreçte Osman Murat Ülke, Mehmet Tarhan, Halil Savda, Muhammet Serdar Delice, Enver Aydemir, İnan Suver, Mehmet Bal devletin zulmünü en şiddetli şekilde yaşayan arkadaşlarımızdan birkaçıydı. İzmir Savaş Karşıtları Derneği ve Antimilitarist İnisiyatif öncülüğünde her yıl 15 Mayıs Uluslararası Vicdani Ret Günü’nde pek çok etkinlik düzenlendi. Antimilitarizm Festivali yapıldı. Mehmet Tarhan ve Osman Murat Ülke’nin tutuklanmasını protesto eden eylemler yapıldı. Toplu vicdani ret açıklamaları düzenlendi.
Bizim özeleştiri vermemiz lazım. Mücadelemizi anlatabilseydik eğer bugün 20 yaşına gelmiş herhangi bir genç potansiyel vicdani retçi aslında.
‘Her Türk asker doğar’ anlayışına rağmen mi?
Ona rağmen. Gazla insanlar bir yere kadar geliyorlar. Ondan sonra gerçeklerle, devletin çıplak şiddetiyle yüz yüze gelindiğinde iş değişiyor. Biz anlaşılabilir, doğru bir şekilde anlatabilseydik bugün 400 kişiden değil 40 bin kişiden bahsedebilirdik. Zor olmasa askerlik meselesi diye bir şey olmaz yani. Herhangi bir gencin “bu askerlik çok iyi ya ben gideyim, şöyle bir 15 ay kendime geleyim” diye düşündüğünü sanmıyorum yani.
En milliyetçisinin bile mi?
En faşistinin bile… Toplumsal baskı, askerlik olmazsa hayata atılamama, askerlikle ‘erkek olma’ durumu gibi sebepler var. Bunları anlatabilmeliydik. Eksiğimiz var. Üzerinde eğilseydik bunu bir mücadele alanı haline getirebilirdik. Devletin zulmünü daha çok yaşardık, bugün yaşadığımızdan daha çok sorun yaşayabilirdik ama mücadele bir yerden bir yere taşınabilirdi.
Şu tarafı da var. Vicdani ret bireysel bir eylem. Enver Aydemir İslami saiklerle vicdani reddini açıkladı. Ben hiçbir koşulda askerlik kurumunun, militarist düzenin bir parçası olmayacağım için açıkladım. Kadınlar vicdani reddini açıkladı. Onlar açısından başka sonuçları var militer sistemin. Şunu söylemek istiyorum. Birey olarak devletle yüz yüze geldiğimiz durumla, belirli gücü arkamıza alarak ve o gücün bir parçası olarak devletin karşısına çıktığımızda durum çok farklı oluyor. Beni Artvin’de, Yavuz ve Mayıs’ı İzmir’de Yasin’i Adıyaman’da avlamak daha kolay. Buna göre önlem alıp, bu çarkı kırabilirdik. Zor olmasa gerek diye düşünüyorum.
‘HAYATIMI GASP EDEN BİR DEVLET ANLAYIŞI VAR’
Belirli bir politik çerçeve içinde olan insanların çoğu zaten savaş karşıtı. Aslında çok büyük bir ortak payda var. Vicdani red sonrası yaşananları “sosyal ölüm” diyerek anlattın. Antimilitarist olduğunu söyleyen gazeteciler, avukatlar, akademisyenler var ama bu mesleklerin hiçbirisi vicdani reddin sonuçlarını göze alıp yapılacak türden değil. Bu da etkenlerden biri olabilir mi?
Bu yanı çok etkili. Herkesin göze alabileceği bir şey değil. Kendi başıma geleni anlatayım. İki şirketi kapatmak zorunda kaldım. Banka kartı, kredi kartı gibi hiçbir şey kullanamıyorum. Eşimin üzerine şirket kurdum. Ancak bu şekil ticari faaliyelerimi sürdürebiliyorum. Burada hayatımı gasp eden bir devlet anlayışı var. Mayıs (Aru), Yavuz’da (Atan) bu ve benzeri şeyleri yaşıyor. Tüm bunları herkesin göze alabileceğini, buna dair inatlaşabileceğini söyleyemem. Bu çok doğal bir şey.
Devletin de politikası belli. İstinaf Mahkemesi’nde iki yıldan fazla bekleyen davam var. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi dosyayı tutuyor. Yoğunluktan dolayı vicdani ret davalarının bakılamaması mümkün değil. Bu bir devlet politikası. Karar verirse bir şey söylemek zorunda kalacaklar ve söyledikleri şey yeni bir süreç başlatacak ve bundan kaçmak için dosyaları bekletiyorlar. İdari para cezasıyla terbiye etmeye çalışıyorlar ya da başka zorba yöntemlerle ama etkili de oluyor. Bunları göze alamama durumu az olmamızın nedenlerinden biri.
‘NE BİR KURUŞ NE BİR KURŞUN ANLAYIŞINI SAVUNUYORUM’
Paralı askerlik konusunda yıllardır çeşitli tartışmalar dönüyor. Bedelli askerliğin militarist mücadeleyi pasifize ettiğini düşünüyor musun?
Devlet her alanda sağlık, eğitim gibi kamu yararını, toplumun çıkarlarını değil kapitalist işleyişi gündemine alıyor. Marketten çekirdek satın alır gibi gidip sağlık hizmeti satın alıyoruz. Güvenlik meselesini de ticari bir alan olarak görüyor. Onların anlayışıyla söylüyorum. Bizi koruması gereken devlet bizden topladığı vergiyi savunma sanayine harcıyor ve bizi ‘dış düşmanlarımıza’ karşı koruduğunu iddia ediyor. İnsanların korkularını giderecek adım atmıyor o korkularını ranta dönüştürecek adımlar atıyor. “İş kuramazsın, evlenemezsin, çoluk çocuğa karışamazsın, mal mülk sahibi olamazsın” diye insanları korkutarak, sindirerek onlardan zorla 30 bin lira gasp etmesi de bu sürecin bir parçası. (…) (Bedelli askerliğin en son ne kadar olduğunu konuşuyoruz.)
Bedelli, paralı askerlik meselesinde “Ne bir kuruş ne bir kurşun” anlayışını savunuyorum. Bu faşist düzenin -bunu aynen böyle yazabilirsin Filiz. Benim tarafımdan sorun yok- öyle ya da böyle ne pahasına olursa olsun elimden geldiğince hiçbir şekilde parçası olmak istemiyorum. Devlet baştan aşağı zor ve zulüm örgütlenme mekanizmasıdır. Bu mekanizmalardan biri askerlik. Benden onlara bir zırnık dahi geçmesini istemiyorum.
Çocukların olduğunu biliyorum. Onlar ne diyor bu durumuna, yaşadıklarına? Misal oğlunun askerliğe bakışı nasıl?
Bir kızım, bir oğlum var. Oğlum 17 yaşında, kızım 11. Asla onların hayatına karışacak durumda değilim. Oğluma askere gitme demem. Onun adına konuşmayayım ama şu anki gidişat gitmeyeceğini gösteriyor. O da bu sürecin parçası olmama yönünde kendini tanımlıyor. Kararı bu yönde olursa zaten her türlü destek olurum. Hiçbir sorun yok. Kızım daha radikal bakıyor bu mevzulara. Daha militan çizgide ve daha yanımda duran biri gibi davranıyor.
Kaynak: Gazete Duvar