Avrupa savaşa nasıl yürüyor?
İngiltere, Almanya ve Polonya cephesi Washington’daki NATO Zirvesi ile birlikte savaş hazırlıklarına son şekillerini verirken, basına sızan bazı gelişmelerin ürkütücü bir gelecek tahayyülü içerdiği görülüyor
15 Temmuz 2024
2014 yılı 13 Mayıs’ında Guardian gazetesinin Opinion (Görüş) köşesinde “ABD bizi Ukrayna’da Rusya ile savaşa sürüklüyor” başlığını taşıyan bir makale yer aldı. On yıl önceki bu makalede, Washington’un Kiev rejiminin neo-Nazi unsurlarına yönelik desteğinin dünyanın geri kalanı için devasa sonuçları olacağı uyarısı da yapılıyordu. Bu ve benzeri uyarılara rağmen 2014-2024 arasında görev yapan beş Muhafazakâr Parti hükümeti de ABD politikalarının sorgusuz kuyrukçuluğunu yaptı ve Washington’un Ukrayna politikalarına açık destek verdi. Ancak 2024 yılı ortalarına geldiğimizde Britanya’da Rusya ile olası bir savaşa “sonuna kadar yürüme” konusunda aşılması gereken minik bir “pürüz” kaldığı görülüyordu: halk desteği!
Savaş cihetinde alınacak en kritik kararların uzun vadeli ve sağlıklı olabilmesi için ülkedeki çoğunluk iradesine yaslanması gerekirken, Britanya Başbakanı Rishi Sunak, halkın ancak yüzde 20’sinin desteğini arkasında görebiliyordu. Kamuoyu yoklamaları halkın yüzde 71’inin onun hakkında olumsuz bir kanaate sahip olduğuna işaret ediyordu. Muhafazakârlar tarihin en dip görev onayı oranlarına sahip iken ülkeyi savaşa yürütecek adımları atamıyor, atmıyorlardı.
Şahince adımlar için “halktan yetki” şart
İşte bu şartlar altında Sunak, ülkeyi 4 Temmuz’da erken seçime götürecek o kritik kararını aldı. İstikamet işareti büyük yerdendi. Britanya’nın 9-11 Temmuz 2024 tarihlerinde Washington’da gerçekleştirilecek kritik NATO zirvesine “halk iradesini” arkasına almış, halktan yetki almış bir hükümet lideriyle katılımı sağlanmalıydı. Zira ancak İngilizlerin deyimiyle “popular mandate” sahibi bir lider ülkeyi Rusya ile savaşa hazırlamak yönünde “zor görevlere” soyunup kritik adımları atabilir, NATO’nun Washington zirvesinde Büyük Birader’in istediği gerekli militarist mesajları verebilirdi. Ukrayna’nın Britanya yapımı füzelerle Rusya içindeki hedefleri vurma iznini alması bile Londra hükümetini Moskova ile savaşa sokmada yeterli olabilirdi. Zor günler, zor kararlarda arkasında “halk yetkisi” bulunmadığını düşünen tedirgin bir kabineye yer yoktu.
Sunak, zor görevlerin neler olduğunu İngiliz Mail on Sunday gazetesine yazdığı tarihi sayılabilecek makalesinde açıklamıştı aslında: II. Dünya Savaşı ile birlikte (1939’da) yaşama geçirilen ve ancak 1960 yılında kaldırılan “zorunlu askerlik yasasının” bulunduğu tozlu raflardan indirilerek diriltilmesi gerekiyordu. Bir diğer deyişle, ülkede 18 yaşındaki her gencin zorunlu askerlik hizmeti kapsamına alınabilmesi şarttı. Muhafazakârlar yeniden seçilirse kanun değişikliğinin ayrıntılarını tamamlamak üzere bir Kraliyet Komisyonu kuracak ve planı en geç 2025 yılının Eylül ayında yürürlüğe sokacaklardı.
Britanya müesses nizamının, 4 Temmuz seçimlerinden kim muzaffer çıkarsa çıksın, bu “milli görevi” yerine getireceğinden şüphesi yoktu. Jeremy Corbyn İşçi Partisi’ne 2019 seçimlerinde yüzde 40 oy aldırmış olsa da nasılsa liderlikten onu “anti-semit” bulan çevrelerin öncülüğünü yaptığı türlü dalaverelerle uzaklaştırılmış, parti muhafazakâr politikaları (tıpkı savaş suçlusu eski Başbakan Tony Blair gibi) Tory’lerden daha iyi kotarma ve Brexit nedeniyle AB ile zayıflayan ilişkileri geliştirme iddiasındaki Starmer’a emanet edilmişti. 4 Temmuz seçimlerinden (yüzde 33 gibi bir oy oranına rağmen) muzaffer çıkan Keir Starmer, 8 Temmuz’da kabinesini kurup göreve başlamış ve 9 Temmuz’da NATO zirvesindeki yerini almıştı.
Yeni dönemde Britanya’nın Kiev’e desteğinin tam olacağı mesajını veren Starmer, Savunma Bakanı John Healey’i de ilk iş olarak Odessa’ya göndermişti. Başbakan, Dışişleri Bakanı David Lammy’yi de ayağının tozuyla ilk ziyaretini yapmak üzere önce Almanya’ya, sonra Polonya’ya, oradan da NATO’nun en yeni üyelerinden İsveç’e gönderiyordu. Bu ziyaretlerde Alman mevkidaşı Annalena Baerbock’in yanı sıra Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorsky ile de görüşen Britanya’nın yeni Dışişleri Bakanı, hükümetin ilk önemli taahhüdünü, “Ukrayna’ya olan [silah]taahhüdümüzü iki katına çıkarmak istiyoruz” şeklinde ilan ediyordu.
Britanya’nın yeni lideri, NATOculukta daha “şahin” olduğunu ilk uluslararası temasında kanıtlamalıydı. Nitekim, Starmer, NATO zirvesinde 10 Temmuz günü bir görüşme yaptığı Ukrayna lideri Volodimir Zelenski’ye, Kiev yönetiminin Britanya yapımı Storm Shadow seyir füzeleriyle Rusya içindeki hedefleri vurabileceğini söyledi. Bu, önceki (muhafazakâr) Downing Street hükümetinin açıkça cesaret edemediği, şahince bir izindi!
Sırada “barışın bacaklarını kırmak” var
Bundan sonraki adım muhtemelen, barış yönünde yürütülen çabaların “bacaklarını kırmak” olacaktı. Zira Avrupa’da Ukrayna ile Rusya arasında barışın sağlanması yönünde proaktif adımlar atan, bir mekik diplomasisi dahi yürüten Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın çabalarını açığa düşürmenin şart olduğuna dair Atlantikçi bir inisiyatif gelişiyor. İtidalli ve sağduyulu yaklaşımıyla Orban’ın, NATO’nun şahinleri için bir “güvenlik tehdidi” haline geldiğini düşünenler var.
Temmuz ayında “Make Europe Great Again” çağrısı ile -altı aylığına yürütülen- AB Dönem Başkanlığı görevini üstlenen ve NATO’nun Ukrayna’daki askeri misyonunun dışında kalma konusunda İttifakın Genel Sekreteri ile mutabık kaldıklarını da açıklayan Orban, Kiev, Moskova ve Beijing’i kapsayan sürpriz bir barış turuna çıkmıştı. 2 Temmuz’da Ukrayna lideri Zelenski ile Kiev’de görüşerek kendisini ateşkese davet eden, 5 Temmuz’da (AB liderlerinin onayı dışında) Moskova’da Putin ile buluşan Orban, 9 Temmuz’da Çin’de Şi Cinping ile görüşmüştü.
Aynı gün NATO zirvesi için Washington’a geçen Macaristan başbakanı Viktor Orban, İttifakın Avrupalı liderlerince sıcak karşılanmıyordu. Orban çok oluyordu! AB liderleri Orban’ı yalıtmak üzere adeta birleşmişti. Kuzey Atlantik İttifakı’nın Washington zirvesine Çin’in yükselişine set çekmek üzere Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda da davetliydi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, 10 Temmuz’da “Rusya’nın Ukrayna’yı yasadışı şekilde işgal etmesinin arkasında “belirleyici kolaylaştırıcı” (decisive enabler) olarak Çin’in olduğunu söylememiş miydi!
Orban hem de bir NATO üyesi ülkenin Başbakanı olarak “düşman liderlerle” görüşmek için kimden yetki almıştı! Kim oluyordu! Slovakya Başbakanı Robert Fico’nun başına gelen suikast girişiminden de mi ders almamıştı! (Bakalım, belki Trump’ın başına gelenden “dersini (!) alır.”)
Tarih savaşa doğru hızlanmışken barış istikametinde çekilen küreklerin ıskartaya çıkarılması isteniyor. Zaten NATO’nun bir görevi de bu tip girişimlerin seslerinin kısılmasını sağlamak, savaşa giden yolda gerilimin eskalasyonunun arzulandığı şekilde gerçekleşmesini mümkün kılmak. Gerektiğinde Gladio’yu dirilterek ve asimetrik yöntemlerle bunu başarmak.
Karanlık bir dönemin kapıları açılırken
Orban’ın nasıl ekarte edileceğini henüz bilmiyoruz. Ama bu yönde çabaları görüyoruz. Bundan birini de Alman Marshall Fonu (The German Marshall Fund of the United States -GMF) isimli Amerikan think tank kuruluşu gerçekleştirdi. Kuruluşun web sitesinde 9 Temmuz günü, yani NATO Zirvesi’nin başladığı gün, Orban’dan “AB Dönem Başkanlığı görevini istismar eden kişi olarak bahsedilen bir yazı yayımlandı ve AB üyesi ülkelerin Orban’ın Avrupa’yı küçük düşürme stratejisine istedikleri an son verebilecekleri hatırlatıldı, Macaristan liderinin daha ileri gitmesinin engellenmesi gerektiği dilendirildi.
Tabii Orban bu liderleri ve kurumları değil, Kasım ayındaki Başkanlık Seçimlerinde ABD Başkanı seçileceğine kesin gözüyle baktığı Donald Trump’ı ciddiye alıyor. Orban, 11 Temmuz günü ABD’de Trump ile görüşerek çıktığı barış turu hakkında bilgi aktarıyor ve barış olanaklarını ele alıyordu. Orban’ın “kendisine dikkat etmesi” gerektiğine dair uyarıların ortalıkta dolaştığı bir sırada, “seçildiğinde savaşı hızla sona erdireceğini” savunan Trump bir suikast girişimine maruz kaldı.
Karanlık bir dönemin kapıları ardına kadar açılıyordu.
Bu arada, NATO’nun 32 üyesinin Washington’da buluştuğu gün, yani 9 Temmuz’da bir başka gelişme daha gerçekleşmiş ve Çin ile Belarus NATO ve AB üyesi Polonya’nın sınırına birkaç km mesafede 19 Temmuz’a kadar sürecek ortak askeri tatbikata başlamıştı. Şangay İşbirliği Örgütü’ne 2015’te gözlemci statüsünde katılmış olan Belarus, NATO zirvesinden bir hafta önce, 10. üye olarak Şangay İşbirliği Örgütü’ne dahil olmuştu.
Polonya öne çıkarılırken
NATO’nun Washington Zirvesi, Ukrayna’da bir vekalet savaşı yürüten İttifakın çatışmalara doğrudan dahil olması -ve Rusya’yı doğrudan karşısına alması- için birtakım pürüzleri aşıp yeni planları kucaklayacağı bir zirve olarak planlanmıştı. Polonya, İttifak tarafından bu doğrultuda öne çıkarılan bir ülke olarak seçilmişti. Nitekim 8 Temmuz günü Polonya’nın, Ukrayna ile bir güvenlik anlaşması imzaladığı ve bu anlaşma kapsamında Ukrayna’nın doğusundaki Lviv semalarında “Uçuşa Yasak Bölge” kurmayı planladığı haberi geldi. “Uçuşa Yasak Bölge,” Lviv ile sınırlı kalmayacak ve Polonya’nın kuvvetli tarihi bağlarına sahip olduğu Kovel, Lutsk, Stryi, Ivano-Frankivsk, Uzhgorod, Mukachevo gibi şehirleri de kapsayacaktı NATO, Polonya’ya Ukrayna’nın – tarihsel olarak Polonya toprakları sayılabilecek- batısını ilhak edebilmesi için bir bahane üretiyordu. (Paradoksal gibi görünse de Rusya’nın şu noktada buna itiraz edeceğini ben hiç sanmıyorum.)
Askeri konularda uzman olan gazeteci Alexander Khrolenko’nun Sputnik için kaleme aldığı haber analize bakılırsa, Polonya-Ukrayna güvenlik anlaşmasının öngördüğü böyle bir “uçuşa yasak bölge,” NATO’nun Ukrayna topraklarında konuşlandırmayı düşündüğü F-16 uçakları ile kara birlikleri için bir koruma kalkanı sağlayacaktı. Anlaşmayla, Batı Ukrayna üzerindeki Rus füzeleri ve insansız hava araçları Patriotlar tarafından imha edilebilecekti. Polonya’nın Patriot füze sistemleri, Ukrayna sınırının 160 km doğusundaki hava hedeflerini dahi vurabilecekti.
Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine Polonya Ordusu ile istihbarat verilerini ve savaş deneyimini paylaşma olanağı da getiren anlaşmaya göre, Ukrayna Silahlı Kuvvetleri, MiG-29 savaş uçaklarından oluşan 14 uçaklık bir filoyu Polonya Ordusuna transfer edecekti.
Polonya’nın bu “yiğitliklere” soyunması için ihtiyaç duyacağı teşviki de her zaman olduğu gibi Washington sağlamıştı. ABD Dışişleri Bakanlığından 8 Temmuz’da yapılan yazılı açıklamada, hava ve füze savunma sistemlerinin alımını finanse etmek üzere Polonya ile 2 milyar dolarlık FMF doğrudan kredi anlaşması imzalandığı belirtiliyordu. Açıklamada, NATO’nun doğu kanadı için hayati önem taşıdığı belirtilen Polonya’nın ordusunu -ABD’den satın alacağı F-35 uçakları, Patriot füze sistemleri ve Abrams tankları ile- önemli ölçüde genişletmeyi ve güçlendirmeyi planladığı ifade ediliyordu.
Kısacası, ABD, Polonya’yı “aslansın sen, yürü bak hem tarihi bağların olan topraklar da sana kalır” diyerek sahaya sürmeye hazırlıyordu.
Khrolenko’ya göre ise, F-16’lar ile NATO birliklerinin Polonya topraklarında Rusya’ya karşı konuşlandırılmasının koşullarını yaratan böyle bir uçuşa yasak bölge, Rusya ile NATO arasında doğrudan çatışmalara yol açabilme potansiyeli içeriyor ama “Rusya, elindeki “İskender” ve “Kinzhal” hipersonik füzelerinin yanı sıra “Kalibr” seyir füzeleri ve X-101’lerle Polonya’nın hava savunma sistemlerini etkisiz hale getirebilir.”
Almanya’nın Gizli Savaş planı
Polonya cephesinde (!) gelişmeler bu şekilde seyrederken, Almanya’da çıt çıkmıyor sanmayın. 1989’dan bu yana ilk kez savaş yönergelerini resmi olarak güncelleyen ve zorunlu askerlik hizmeti ile bazı fabrikaların savaş malları üretmeye zorlanması gibi önlemler getirilen Almanya’da da savaş hazırlıkları NATO zirvesiyle birlikte hız kazanmış durumda.
Alman dergisi Der Spiegel ile günlük gazetesi Bild, geçen cuma günü Almanya’nın savaş planı olduğunu savundukları bir belgeyi temel alan bir habere imza attılar. Alman Savunma Bakanlığı’nın Rusya ile olası bir askeri çatışmaya yönelik acil durum planlarını içeren belgede, Almanya’nın gerek halkıyla gerekse de kamu personeliyle NATO birlikleri için önemli bir geçiş ülkesi olarak hizmet etmesinin ve bu doğrultuda yabancı askeri personele yardım etmesinin beklendiği ifade ediliyor. Der Spiegel haberinde, gizli “Almanya Operasyon Planı” (OPLAN DEU) olarak nitelenen plan kapsamında, ülkenin 800 bin NATO askeri ile aralarında tank ve zırhlı araçların da yer aldığı yaklaşık 200 bin askeri aracın 3-6 altı ay içinde Hollanda ve Belçika’daki limanlardan doğuya doğru nakliyelerini ayarlayabilmesi gerektiği iddia ediliyor. Dergi, Almanya da birçok önemli otoyolun bu amaçla kullanılmak üzere sivil trafiğe kapatılacağını da tahmin ediyor.
Her iki medya kuruluşu da, güzergah yakınlarındaki yerel halkın yolları kullanacak askeri personele yiyecek, barınma, dinlenme alanları ve yakıt sağlamalarının beklenmesi gerektiğini de iddia ediyor.
Bir taraftan da Tomahawk’lar ve başka uzun menzilli füzeler Almanya’ya getiriliyor.
Eee, NATO, sadece Rusya’ya (Sovyetler Birliği’ne) karşı bir blok oluşturmak için değil, Almanya’yı da tatlı (!) bir boyunduruk altında tutmak için kuruldu. Çin ve Rusya ile “işi pişirerek” uçup kaçabilsin, diye değil! Gereği neyse yapılacak!
NATO 2008’de Bükreş zirvesinde Ukrayna’nın (ve Gürcistan’ın) “NATO üyesi olacağını” ilan ederek sonuçları daha 2007’de Putin tarafından dile getirilen büyük bir stratejik hata yapmıştı. Geçen zamanda NATO bu hatadan dönmedi. 2024 Washington Zirvesi’nde, Ukrayna Savaşı’nın tartışılmasının giderek daha imkânsız hale geldiğini ve hatada ısrarın insanlığı hangi noktalara götürebileceğini görmüş olduk. En azından Biden’ın ABD Başkanı olduğu dönemde bu hatadan dönüleceğine dair bir umudumuz yok. Hal böyle olunca ümitler mecburen Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri’ne kayıyor. Dananın kuyruğunun büyük ölçüde o vakit kopacağı belli! Ama işte birileri öyle değil de böyle kopsun diye, gerektiğinde asimetrik bir çaba içinde belli ki!
Kaynak: T24