Ordular, katil taburları değildir
16 Kasım 2017
Evrenin güçleri, birinci ve İkinci Dünya savaşlarında insanlığa karşı işlenen suçlar vahşetinin dehşetinden sonra, Cenevre‘de bir araya gelip savaşların kaide ve kurallarına ilişkin hukuku düzenlediler.
Hukukun temeline de, “ordular, katil taburları değildir” ilkesini koyup üstüne savaşın tanımını oturttular.
Sivilleri savaş dışı unsur, dolayısıyla dokunulmaz kıldılar. Esirlerin yaşama hakkını güvence altına aldılar.
TC, savaş hukukunu yaratan kurulda değildi, ama “namusum ve şerefim üstüne yemin ederim ki, öngörülenlerin bütününe uyacağım” yemini ile altını imzaladı.
Tarife göre, dar anlamda kapsamlı çatışmalar, savaş değil polisiye olaylar, yani iç meselelerdi. Meselenin halli için de, ana amaç, temel güdü karşıdaki kim olursa olsun, onun yaşama hakkını önde tutmak, sağ yakalayıp adalet sistemine teslim etmek baş görevdi.
Bunu yapmayan, polisi, muhaliflerin kiralık katili ruhuyla eğitip kullanan ve geride ölüler bıraka bıraka ilerleyen devletler, hukuka dayalı devlet değil haydut çetesi, çağın deyimi ile Mafya idi.
Öte yandan, Kürdistan’da yaşandığı üzere tank, top, uçak gibi ağır silahlarla donanımlı kalabalık birliklerin öne sürüldüğü çatışmalar ise savaştı.
Savaşların öncelikli amacı da, Kürtlere yapıldığı gibi, elden geldiğince çok sayıda insan katletmek değildi. Amaç, savaş unsurlarını saf dışına itmekti. Esir almak, saf dışı bırakmanın yollarından biriydi.
Sağ ve sağlam ele geçen savaşçıları öldürmek haydutlaşma, yani cinayet ve savaş suçuydu.
Nitekim Amerika Vietnam’da, yakın tarihte de Irak‘da savaş hukukunu çiğneyen bazı askerlerini yargılamış ve mahkum etmiştir. Yugoslavya iç savaşında ise uluslararası hukuk harekete geçmiş, mahkumiyet kararları vermiştir.
Bambaşka bir konuda yazmak niyetiyle masaya oturup, bu meseleye yoğunlaşmam işte bu kerede başlıyor: Çıkar ilişkileri ağının bağları nedeniyle mi, her nedense ağır sonuçlu ihlallere rağmen Cenevre hukuku, bugüne kadar TC için işlemedi.
Örneğin, bu sabah ajansların geçtiği haberlerden birinin başlığı şöyleydi:
“TOKİ’lerin yükseldiği bölgelerden cenazeler çıkıyor!..”
Sözü edilen bölge, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Silopi, Yüksekova ve ötede Amed’in ortası Sur’u kapsayan insanlık yangını alanıydı.
Türk devleti 2015-2016 yıllarında bu şehirleri, yerden tanklar, toplarla, havadan da uçak ve helikopterlerle kuşatmış, aylar boyu vurmuş, geride perde niyetine yarı yanık, yırtık kumaş parçalarının yel önünde dalgalandığı, çıplak inşaat iskelelerinin yükseldiği, uçsuz bucaksız moloz yığını çayırları bırakmışlardı.
Ve bu moloz denizinde insan avı başlatmış, kaçamayan yaralılar arasında çocuk yaştaki kızları, bıyığı yeni terlemeye başlamış oğlanları da yakalamışlardı.
Celladın eğlencelik malzemesi…
Cadde ve sokakları yok olmuş, her yanı dümdüz grimsi moloz denizi kesilmiş şehirlerin havası et kokuyordu. Bütün etlerin kokusu aynıydı. Yan yana ama el ele tutuşamadıkları için hayıflanan sevdalıların yüreği değil, ama yanık etlerinin kokusu birbirine karışıyordu.
IŞİD, bunların yanında “daha insani”ydi. Gerçi her katil vahşidir, ama IŞİD’çiler kurbanlarını bir bıçak darbesiyle katlederek, daha kısa süreli acı çektiren katillerdi.
Cenevre Sözleşmesi de bunlara göre değildi. Hatırlatıp “katil beri bak” diyen ise yoktu. Onun için, dem ile devran bunlarındı. Bunlar çağın, gözle görülen Zebanileriydi.
Çocuk yaştaki kızlarla oğlanların üstüne yanıcı madde döküp ateşliyor, sonra zevklenerek çıldırmış avazlı alevleri seyrediyor, çığlıkları dinleyerek ruhlarını coş ediyorlardı.
Ne de olsa, insan kellesini uçurtma övüncü olan marşları yemek müziği olarak dinleyenlerin sülbünden gelmeydi, bunlar. Görgüsüz ve vahşi…
Ve de “TOKİ’lerin yükseldiği bölgelerden cenazeler çıkıyor” başlıklı haber, havası hala yanık insan eti kokan Cizre’dendi. Nusaybin ve Şırnak’tan…
TOKİ, molozları taşıyarak, insanlık suçunun delillerini yok etmeye çalışıyorlardı.
“Cenazeler çıkıyor” haberinin devamında ise “şimdiye kadar, kaldırılan molozlar arasından 26 ceset sayıldı” deniyordu.
Aradan geçen aylara rağmen, havada hala, yanık insan eti kokusu…
Oysa, Cenevre Sözleşmesi, “ordular, katil taburları değildir” diyordu.
Ve Kürtler, Reqa’da, Derê Zor’da teslim olan IŞİD’lileri katletmedikleri için, TC Dışişleri Bakanlığı tarafından dünyaya şikayet ediliyordu. Katil ruhlu kalemler de, katliam yapmayan Kürtleri “kirli anlaşma” yapmakla suçluyorlardı.
Katillerin dünyasında insan olmak ve “ordular, katil taburları değildir” demek de zor…
Kaynak: Özgür Politika