Savaş siyaseti sınırlarına dayandı – Alp Altınörs

Osmanlı torunu olmakla övünen ve bölgesel neo-Osmanlıcı siyaset izleyen AKP iktidarı, her seferinde dünyanın iki süper gücünden birisinin, bazen de her ikisinin çizdiği sınırlara çarparak geri düşmektedir.

25.02.2020
AKP iktidarının dış politikası giderek tekyanlı askeri güç kullanımına doğru kontrolsüzce kaymaktadır.

AKP Genel Başkanı Erdoğan, İzmir’de düzenlenen otoyol açılış töreninde “Libya’da birkaç şehidimiz var” deyiverdi. Erdoğan’ın ifade tarzı, sayı ve isim vermemesi dikkat çekiciydi. Basına kısa süre içerisinde düşen bilgiler, TSK’nın Libya’daki kaybının albay düzeyinde olduğu ve Albay Okan Altınay’ın devre arkadaşlarınca sessiz sedasız, resmi törensiz uğurlandığı yönündeydi. Hatta bu gelişmeleri haber yapan iki gazetecinin sosyal medya ve e-posta hesapları ‘organize bir hırsızlığa’ maruz kaldı.

Askerler, Hafter güçlerinin Trablus limanındaki bir gemiye yönelik bombalaması esnasında öldürülmüşlerdi. Bu geminin ‘silah sevkıyatı’ yaptığı öne sürülüyordu. Oysa Berlin Konferansı’nda ulaşılan ve sonrasında BM Güvenlik Konseyi’nde de onaylanan mutabakata göre, Libya iç savaşının taraflarına silah göndermek, Libya’ya asker sevk etmek kesinlikle yasaktı. Sanırım bu yasağın ihlal ediliyor oluşudur ki, AKP’yi buradaki kayıpları tamamen gizlemeye itti. Ancak resmi tören yapılmaması ya da medya tarafından haberleştirilmemesi, bu olayın gizli kalmasına yol açmadı.

SURİYE’DE TEHLİKELİ BİR OYUN

Erdoğan, yine bu törende; “Türkiye’nin Suriye ve Libya politikaları ne bir maceradır ne de keyfe kederdir. Bunun için ülke ve millet olarak yeni bir istiklal mücadelesi verdiğimizi söylüyoruz” ifadelerini kullandı. Oysa açık ki, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu ne Libya’ya asker gönderilmesini onaylıyor ne de İdlib’de El Kaide/cihatçı grupları korumak adına Suriye ordusuyla karşı karşıya gelinmesine sıcak bakıyor. Libya’da, Suriye’de girişilen askeri maceraları ‘vatan savunması’ olarak algılayanlar ise AKP seçmenlerinin bile yarısından azı. Bu anlamda AKP’nin savaş siyasetinin iç toplumsal sınırlarına vardığını söyleyebiliriz. Dışarıda ise bugüne kadar hemen tüm askeri hamleleri Rusya’nın onayı ile yapan AKP’nin, bu kez doğrudan doğruya Rusya ile karşı karşıya gelmiş bulunduğunu görüyoruz. Gerek Libya’da dolaylı olarak, gerekse İdlib bölgesinde doğrudan biçimde Rusya ile karşı karşıya kalan AKP hükümeti, askerleri hesapsızca ileriye sürüyor. NATO’yu bir şekilde oyuna katmaya veya Rusya’dan birtakım tavizler koparmaya yönelik tehlikeli bir oyun oynanıyor.

ABD SURİYE’YE YENİ ASKERİ GÜÇ YOLLAR MI?

Altı ay önce çekildiği Suriye’ye ABD’nin yeni bir askeri müdahalesini beklemek gerçekçi değildir. Suriye üzerine ABD ve Rusya arasında ana çerçevede bir uzlaşma söz konusudur. Nitekim havada, Rus uçağının düşürüldüğü dönemin ağır atmosferi olsa da NATO o dönemde de soruna müdahil olmamıştır, bugün de benzer bir ‘mesafeli destek’ tutumu içerisindedir. ‘Suriye Milli Ordusu’ ve ‘Heyet Tahrir Şam’ adına sürekli ilan edilen operasyonlar birkaç saat içerisinde durduruluyorsa (örneğin: Neyrab köyü çatışmaları) hava üstünlüğünün Rusya’nın ellerinde olmasının sonucudur. Bugüne kadar Suriye’ye yapılan bütün askeri harekâtlarda hava sahasının durumu, Rusya’nın onayıyla, bunun tam tersiydi. MSB Hulusi Akar’ın buna dair bir soruya verdiği yanıt ise Rusya’nın tarafsız kalmasını dilemekten ibarettir. Oysa Rusya bu meselede açık biçimde taraftır ve Suriye toprağı olan İdlib’in Suriye ordusu kontrolünde olmasında ısrarcıdır. Aslında, Soçi Anlaşması’nın özü de buydu.

LİBYA’DA SON GELİŞMELER

Libya’da ise her ne kadar görünüşte Trablus hükümeti halen BM tarafından tanınıyor olsa d, alttan alta Serrac hükümeti giderek erozyona uğramaktadır. Bu noktada, Berlin Konferansı’nın, ülkedeki yeni kurucu irade olarak Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’ni tanımış olmasını anımsamak yeter. Ama ondan sonra da bazı çarpıcı gelişmeler oldu. Örneğin, binlerce aşiret reisi Haftar’a desteğini açıkladı. Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Halife Haftar’ı Moskova’da kabul etti. ABD’nin Libya Büyükelçisi (geçici olarak Tunis’te bulunuyor) Libya’yı ziyaret ederek, öncelikle Haftar ile görüştü. Feyyaz el Serrac, Ankara ve Doha’nın baskısı sonucunda BM gözetimindeki Cenevre müzakerelerini terk etti. Oysa daha bir ay önce, Moskova’da ‘masadan kaçan’ Haftar olmuştu. Bu siyasi değişim de aslında güç dengelerindeki değişimin yansımasıydı. Bir diğer önemli gelişme ise Trablus hükümetinin kötü ünlü içişleri bakanı Fethi Başağa’nın istihbaratın milislerce ele geçirildiğini açıklaması oldu. Başağa, bu gruplara karşı operasyon başlatıldığını açıklarken, Nawasi milisleri denilen bir grup, Suriyeli paralı askerlere feda edildiklerini öne sürdü. Başağa ayrıca ABD’yi de Libya’da askeri üs kurmaya davet etti.

TEKYANLI KABA GÜÇ DOKTRİNİNİN SONU

AKP Genel Başkanı, andığımız konuşmasında, uluslararası ilişkilerin oldukça arkaik bir yorumunu sergileyen şu sözleri de sarf etti: “Ülkemizin çıkarlarıyla diğer ülkelerin çıkarları çatışıyor. Gerekirse tek başımıza adımlar atarak, ülkemizi doğru hedeflerine götürmeye çalışıyoruz. Hamdolsun artık Türkiye’nin gücü ve kapasitesi bağımsız siyaset izlemeye ve bunu sahada hayata geçirmeye yeterlidir. Yürüttüğümüz mücadelelerde hem siyasi ve diplomatik hem de gerektiğinde askeri gücümüzü en üst düzeyde kullanıyoruz. Masada ve sahada olayların gidişatını değiştirebilmek için ne gerekiyorsa onu yapıyor, tüm imkânlarımızı seferber ediyoruz.”

Bu sözlerden de anlaşılabileceği üzere, AKP iktidarının dış politikası giderek tekyanlı askeri güç kullanımına doğru kontrolsüzce kaymaktadır. Küçük çaplı ve spot bazı noktalarda bu askeri güç kullanımı, Rusya ve ABD’nin göz yummasıyla AKP iktidarı lehine birtakım sonuçlar vermiş olabilir. Ancak nihayet kaba güç kullanımının sınırları vardır. Bu da özellikle daha büyük askeri güçlerle karşı karşıya gelindiğinde ortaya çıkmaktadır. Osmanlı torunu olmakla övünen ve bölgesel neo-Osmanlıcı siyaset izleyen AKP iktidarı, her seferinde dünyanın iki süper gücünden birisinin, bazen de her ikisinin çizdiği sınırlara çarparak geri düşmektedir.

AKP’nin dış politikasını açıklayabilecek herhangi bir ilke var mıdır? Sanırım, bölgede can çekişen Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinin her yerde desteklenmesi, bu yolla bölgede bir İhvan kuşağı yaratılması, inşaat şirketleri için ihale, doğalgaz şirketleri için kaynak bulmak, Kürtlerin ulusal statü elde etmesini nerede olursa olsun engellemek, bütün bunlar için de askeri zor kullanmak dışında bu politikayı açıklayabilmek zordur. Bu yüzden, AKP iktidarı, Libya’da “BM’nin tanıdığı meşru hükümete” askeri destek vermekte, ama Suriye’de BM’nin tanıdığı Esad hükümetini yıkana kadar Suriye toprağından çekilmeyeceğini ilan edebilmektedir.

Emperyal bir güç olmaya yeltenmek başka bir şeydir, olmak başka bir şey. Arap Baharı eylemlerinin başladığı 2011’den bu yana ilki ve ikincisi arasındaki eşikte salınan AKP iktidarı defalarca iflas eden yeni-Osmanlıcı siyasetinde ısrar ettikçe hem Türkiye hem de bölge halklarına büyük zararlar vermektedir.

Kaynak: Artı Gerçek

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org