25 Ağustos 2015
Türkiye’de şimdi başka bir şey oluyor. Yıllardır devletin yürüttüğü savaşta yaşamını yitiren askerlerin cenaze törenlerinde değişmeyen bir kare vardı; savaşta yaşamını yitiren askerlerin babaları komutanların, anneleri de kadın polislerin kollarında çocuklarını son yolculuklarına çıkarılırken “oğlum vatanı için şehit düştü, arkada kardeşleri geliyor, çocuğumun silahını onlar alacaklar” derlerdi. Belki de içlerinde başka fırtınalar eserdi ancak bize ulaşan sözcükler bunlar olurdu. Aslında burada toplumun devlet şiddeti ile terbiye edilmiş bir halini yaşardık. Bir şekilde zaten bu aileler yoksul insanlardı, içlerinde öfke ve tepki olsa bile “kime isyan edeceksin ki” duygusuna yenik bırakılırlardı. Tabutlar hep yoksul halkın mahallerine gelirdi zaten.
Recep Tayyip Erdoğan’ın “halkın iradesi” dediği 7 Haziran seçim sonuçlarını kendisinin mutlak iktidarı önünde engel olarak görüp tanımayınca bir kez daha “savaş” dedik. Zira bu ülkenin egemenleri çıkıp; “bakın işte görüyorsunuz, bunlar terörist, bunlar vatan haini, bunlar ülkemizi bölmek isteyenlerdir, bütün bunlara karşı topyekün savaş vermeliyiz” dediklerinde bu halkın büyük bir çokluğunu arkasında bulurlardı. Daha sonra yoksul mahallelerine gelen her asker cenazesi ile birlikte “Kürtler, Aleviler, Ermeniler…” yani bu ülkenin geleceğini karartmak isteyenlere karşı “vatanına, bayrağına bağlı yurttaşlar” sokaklara iner ve devleti ile birlikte bu “düşmanlar” için mücadele ederdi…
Çünkü insanlara bu durum devlet şiddeti ve baskısı ile içerildi. İnsanlar bir öteki bulma ve bunun üzerinde, buna uyguladığı şiddet üzerinden kendisini kurma mühendisliğinde insanlığını yitirdi. Karşımızda kendisine benzemeyen, kendisi gibi düşünmeyen, kendisini eleştiren herkese, her topluluğa öfke besleyen, şiddet kusan militer bir toplum yaratıldı. Ancak hani o “üç-beş ağaç” dedikleri Gezi Süreci ile birlikte bu ülkede milyonlarca halk başka bir deneyimledi. “Kentimi, sokaklarımı, hayatımı” istiyorum dediğinde, muktedirlere ses çıkardığında başlarına nelerin geleceğini gördüler.
İşte şimdi bu halk bu defa “SAVAŞ” Tayip Erdoğan’a hayır diyor:
“Saraylarda 30 tane korumayla gezip, zırhlı arabalara binip ‘Şehit olmak istiyorum’ diye bir şey yok. Git o zaman oraya git”
“Bu kan dursun. Bu askerler günah değil mi? Kürdü de Türkü de aynıdır. Tayip Erdoğan, sen kimsin oraya geldin”
“Sayın bakan şayet 400 vekil alsaydınız bu insanlar ölecek miydi? Daha ne kadar insan ölecek?”
“Tayyip’e söyleyin Bilal’i askere göndersin. Allah onun evini yaksın. Garibanların çocuklarını ölüme gönderiyorlar. Oğlumuz sahipsiz olduğu için öldürüldü. Artık yeter. Allah rızası için bu kan dursun. Artık barış gelsin. Milletin evini yaktınız. Yeter bu kadar kan döktünüz”
Bu kez, belki de ilk defa Türkiye’de bu kadar geniş bir kesim “haydi savaşa” diyenlerin peşinden gitmiyor. Neden barış olmasın diyor. Vicdani Ret Derneği olarak tam da böylesi bir zaman da bir kez daha “ŞİMDİ VİCDANİ RET ZAMANI” diyoruz.
“Herkesi vicdani reddini açıklamaya çağırıyoruz!
5-6 Eylül’de düzenleyeceğimiz uluslararası katılımlı sempozyumun ikinci gününde 6 Eylül’de vicdani retlerimizi açıklıyoruz!
Etkinlik Galatasaray Meydanı’nda olacak.
Vicdani retlerini açıklamak isteyenlerin en kısa zamanda bize ulaşmaları, hazırladılarsa vicdani ret açıklamalarını daha iyi dolaşıma sokmak için bize göndermelerini rica ediyoruz.
Derneğimize gelerek veya mail adresimizden, twitter ve facebook hesaplarımızdan da ulaşabilirsiniz.
Reddet!
Diren!…
Hayır de!
Askere Gitme!
Saat: 16:00
Yer: Galatasaray Meydanı
Vicdani Ret Derneği
Facebook etkinlik sayfası:
https://www.facebook.com/events/1751529395074364/
http://www.demokrathaber.net/simdi-vicdani-ret-zamani-makale,8412.html