20 Kasım 2018
Sikkeli ve tennureli Mevlevî semazenlerinin dansı, yerini silahların cümbüşüne bıraktı. Bu tablo, hidayetten husumete siyasal İslamcıların geçirdiği acıklı bir evrimin tezahürüdür. Sentetik dindarların artık tek bir idolü var, o da artı-değerdir
Tek başına hırsızlık bir suçtur. Eğer müzminleşirse artık bu bir suç değil, meslektir. Diğer anlamda halkı soymak bir politikadır. Soyguncular için önemli olan sirkati “hizmet” adı altında ustaca sümenaltı etmektir. Halka hizmet retoriğinin yegâne anlamı, rantiye rejimini gizemleştirmektir. Bu bağlamda neoliberal Türk hükümetinin en taktiksel eylemi “mistifikasyondur”.
Metaların “ağuş-ı şefkatlerine” sokulan sözde İslamcı iktidar, kayırma ekonomisi üzerine bina edilmiştir. Ranta dayalı kayırma ekonomisinin en önemli ayaklarından biri kuşkusuz silah endüstrisidir. “İslam, barış dinidir” mottosunu diline pelesenk eden Türk hükümeti, son 15 yıl içinde halkına elvan elvan silahlar hediye etti. Üstelik bu “meziyetiyle” övünmektedir. Toplum bilhassa Kürtler, masmavi gökyüzünde tebessümle uçan barış güvercinleri beklerken; çift motorlu son model İHA’lar, yerli ve milli SİHA’lar, Alpagu dronları, helikopterler semada ahenkle raks etmektedir. Kürt halkı, demilitarizasyon beklerken bedeni üzerinde remilitarizasyon kırbacını gördü. Öyle ki Kürt çocuklarına “ümitsizlik dergâhı” armağan edildi. Neymiş! “terörle etkin mücadele” verilecekmiş ve devletin bekâ sorunu yerli silahlarla berhava edilecekmiş! Neyse ki ilk SİHA denemesi Hakkari’de bir Kürt köyü üzerinde yapılmış ve masum bir köylünün ölümüyle “başarılı” bir sonuç vermişti. Bu denemeler neden Trabzon’da, Aydın’da veya Aksaray’da yapılmaz da Kürt kentlerinde yapılır? Yoksa “acemi nalbant mesleğini Kürt atı üzerinde mi öğreniyor”? Nasıl ki Kemalist Türk yönetimi, Kürtlere “kum torbası” muamelesi yaptıysa, şimdinin Müslüman muktedirleri de Müslüman kardeşlerini “albino faresi” gibi kullanıyor. Üzerlerinde her türlü deneyi yapıyorlar. Kürtler, adeta Yahudilerin Yom Kippur adlı kefaret gününde “günah tavuğuna” uyguladıkları muameleye benzer bir davranışa maruz kalıyorlar.
Peki, bu ileri teknolojik silahları ve askerî mühimmatı kim üretiyor? Tabii ki hükümete yakın oligopoller. Mesela Erdoğan’ın zekâ küpü sevgili damadı Selçuk Bayraktar’ın şirketi Baykar A.Ş., İHA’ları üretmektedir. Yine Erdoğan’in diğer “mükrim” damadı Berat Albayrak’ın şirketi Albayrak Grubu da bu çorbaya tuz atmaktadır. Bilindiği üzere Albayrak Grubu’nun iştiraklerinden TÜMOSAN, Altay tankına motor istihsal etmek için kolları sıvamıştı. Altay tankı derken Ethem Sancak’ın (Erdoğan’ın aşuklarından) mâlik olduğu BMC grup, bu tankların üretimini üstlendi. Hem de Alman orijinli Rheinmetall adlı şirketin “akıldaneliği” altında. Ayrıca Rheinmetall’in Afrin harekâtı arifesinde Türk yönetimiyle Leopard tanklarının modernizasyonu için antlaşma yaptığı çok konuşulmuştu. Bu adımlar da Kürtlere “azap diyarını” reva gören Avrupalı medenîlerin mükâfatlarıydı.
Sentetik dindarların tek idolü
Silah sanayisi derken Konya kentinin son dönemdeki “militer rolüne” değinmeden geçmemek gerek. Evliyalar şehrinde Konya Savunma A. Ş. öncülüğünde 300 milyon liralık bir yatırımla silah sistemleri tesisi kuruldu. Mevlana’nın ruhanî mekânını, silah üretim sahasına çevirdiler. Sikkeli ve tennureli Mevlevî semazenlerinin dansı, yerini silahların cümbüşüne bıraktı. Bu tablo, hidayetten husumete siyasal İslamcıların geçirdiği acıklı bir evrimin tezahürüdür. Sentetik dindarların artık tek bir idolü (cult figure) var, o da artı-değerdir. Bu artı-değer fetişizmi, bedelli askerlik düzenlemesinde dahi tebarüz etmişti. Bedelli askerlik kapsamında zarurî görülen 21 günlük askerlik süresinde bir “çapanoğlu” olduğu kaçınılmazdı. Esasında bu manevra, ordunun elbise ihtiyacının yüzde 40’ını üreten Konya Ereğli Tekstil Fabrikası’na (Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın “mütevazı” işletmesi) yeni kazançlar sağlama taktiğiydi. Muhafazakâr karakterli Anadolu kaplanları (sermayesi), hükümet tarafından zımnen palazlanmaktadır. “Kaplan besliyorsan eğer yediğine bakmayacaksın” misali.
Bu silahlar, bu şatafat neyin alameti?
Siyasal İslam’ın bu sınır tanımayan iltimas ve nepotizmi, önceleri inşaat sektöründe geçerliydi. İnşaat, artık son raddesine gelince silah üretimi teşrih masasına yatırıldı. Yani kan dolaşımı aksadığı an (hypostasis) yeni bir “mabet ağacı” buldular. Burada asıl olan, üretilen ürüne uygun bir tüketici piyasası yaratmaktı. Nitekim Suriye Savaşı, bozatlı Hızır gibi yetmişti. IŞİD ve ÖSO gibi cihatçı örgütler ise hemencecik “şikemperest” ve sadık tüketicilerimiz olmaya namzetti. Ne var ki Erdoğan iktidarı tarafından “öfkeli gençler” olarak dramatize edilmişlerdi. Küçük bağırsak kurtçukları (askarid) gibi işlev gören bu öfkeli gençler, Kürtleri Suriye’den tard etme uğraşısı içine girmişti. Silahla mücehhez edilmiş çok sayıdaki MİT tırı, öfkeli gençleri bu “mukaddes savaşında (cihad-ı ekber)” yalnız bırakmamıştı. Zira Kobanê’den Şengal’e “mülhid Kürtler” yola getirilmeliydi. Türkiyeli Kürtlerin vergileriyle üretilen silahlar, Suriye ve Irak Kürtlerini imha etmek için piyasaya sürülmüştü.
Kürtlerin heybesini acıyla doldurma alışkanlığını sürdüren Erdoğan yönetimi, en son Afrin harekâtıyla bu tutumunu sarih bir şekilde gözler önüne serdi. Devlet erkânı, bu operasyonda yüzde 90 oranında yerli silah kullanıldığını büyük bir kıvançla ilan etmişti. 20 farklı silah türü ile adeta bir “kahramanlık destanı” yazılmıştı. Tüfeğin namlusunda ise barışı simgeleyen “zeytin dalı” vardı. Kürtlerin zekâsıyla oynayan sefil bir ikbalperestlik örneğiydi. Barut kokan o zeytin dalı, Kürt çocuklarının sinesine bir mermi gibi saplanıyordu. Esasen Kürt sorununu çıkmaza sürüklemenin sırrı da burada. Sermaye birikimi yapmak, belengaz Kürt ailelerini yerinden etmek ve onları ölüme terk etmekten geçer. İşte size merhamet dolu neo-İslamcı hümanizma! Fetih politikasının ilk hedefi Müslüman Kürtleri izale etmekti. Tek kelimeyle amansız bir debilizm. Nasıl ki Saddam, El-Enfal Harekâtı’yla binlerce masum Kürdü katlettiyse, Erdoğan da Zeytin Dalı Harekâtı’yla çok sayıda Kürdü vatanından etmiş ve birçoğunun ölümüne tanıklık etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin önemli tarihçi, müellif ve yazarlarından biri olan Kâtip Çelebi’ye göre bir kişinin yaşlandığının en önemli nişanesi saç ve sakalının ağarması iken, bir devletin kocadığının en önemli emaresi süs ve saltanat düşkünlüğüdür. Bu bağlamda Kürt entitesini iç ve dış mihrak olarak mimleyen, Kürtlere sadece “hasaset (yoksulluk)” öğütleyen Türk devletinin şatafat düşkünlüğü, savaş tutkusu ve silahlanma politikası kaçınılmaz sona delalet etmektedir.
Kaynak: Sendika.Org