İşlenen suçlardan Türkiye sorumlu
İHD Eş Genel Başkanı Türkdoğan, paramiliter güçlerin Kuzeydoğu Suriye’de işlediği suçlardan Türkiye’nin sorumlu olduğunu vurguladı. Türkiye’nin operasyon için dayandığı anlaşmaların da geçersiz olduğunu belirten Türkdoğan, bölgedeki mağdurların Türkiye aleyhine AİHM’e başvurabileceklerini söyledi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Türkiye’nin Suriye’de askeri güç bulundurması ve yaptığı operasyonların hem Türkiye iç hukukunda hem de uluslararası hukuktaki yerini Mezopotamya Ajansı’ndan Berivan Altan’a değerlendirdi. Türkdoğan, hükümetin sıklıkla “terör” operasyonu yaptığını söyleyerek, gündeme getirdiği sınır ötesi operasyonların AKP, MHP ve CHP oylarıyla Meclis’ten geçirilen tezkereyle açıklanamayacağını vurguladı.
Sınır ötesine yönelik operasyon için Meclis’e getirilen tezkere, Türkiye Anayasası 92’nci maddesinde “Milletlerarası hukukun meşrû saydığı hallerde savaş hali ilânına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir” şeklinde tanımlanıyor.
Anayasa’nın bu maddesinin açık olduğunu belirten Türkdoğan, “Dolayısıyla uluslararası hukukun meşru gördüğü hallerde ancak siz tezkere kabul edebilirsiniz. İkinci koşul ise, Suriye ve Irak’ın resmi hükümetleri sizi kendi ülkesine davet ederse, yani Şam yönetimi nasıl Rusya’yı davet ettiyse, ancak Şam yönetimi Türkiye’yi davet ederse asker gönderebilirsiniz” dedi.
Operasyon gerekçesi yok
İç hukukun yanı sıra uluslararası antlaşmaların da kendi lehlerine olduğunu savunan hükümet yetkililerinin özellikle Suriye topraklarına dönük operasyonda öne sürdüğü gerekçe “meşru müdafaa”.
İHD Eş Genel Başkanı Türkdoğan, operasyonların BM anlaşması kapsamında alınabilmesi için Türkiye’ye yönelik ciddi saldırıların olmuş olması gerektiği görüşünde. Türkdoğan, “Bu saldırıyı Türkiye’ye Şam yönetimi de, oradaki cihatçı örgütler de yapabilir veya Türkiye’nin kendisine karşı olduğunu söylediği Kürt gruplar da yapabilir. Ancak somut duruma bakıldığında Suriye iç savaşı başladığından bu yana BM’nin 51’inci maddesinin anlamında yani Türkiye’yi meşru savunma pozisyonuna sokacak, meşru savunmayı gerçekleştirecek bir saldırıyı göremedik” dedi.
’51’inci maddeyi ileri süremezsiniz’
Tam tersine ilk olarak Ağustos 2016’da Cereblus’a müdahaleden sonra Türkiye topraklarına çeşitli roket atışları olduğunu hatırlatan Türkdoğan, şöyle devam etti: “Daha sonra Türkiye’nin Ocak 2018 yılında Afrin’e yönelik askeri harekatından sonra Türkiye topraklarına saldırı oldu ve en son olarak 9 Ekim 2019 Türkiye’nin Ceylanpınar ve Akçakale karşısındaki Suriye topraklarındaki Serakaniye, Girê Spî kentlerine yönelik başlattığı harekattan sonra Türkiye kentlerine saldırı gerçekleşti. Dolayısıyla siz askeri harekata başladıktan sonra saldırı gerçekleşmiş, bu yüzden BM’nin 51’inci maddesini ileri sürmek gerçekçi değil.” Türkdoğan, BM şartının kendinden güçsüz bir devlete müdahale hakkı tanımadığını da ekledi.
BMGK kararlarına da uygun değil
Türkiye’nin operasyona dair sarıldığı bir diğer sav ise, Kuzeydoğu Suriye’deki meşru Kürt oluşumlarını “terör örgütü” olarak adlandırması. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 24 Şubat 2018 kararının 2’nci maddesinde “IŞİD/DEAŞ, El Kaide, El Nusra ile El Kaide veya IŞİD ve BMGK tarafından belirlenen diğer terör örgütlerine mensup bireyler, gruplar ve oluşumlara karşı yapılan askeri operasyonlar” meşru görülüyor. Türkdoğan, Türkiye’nin BMGK kararlarını öne sürmesine dair şunları söyledi: “En son 9 Ekim’de yapılan harekatta uluslararası koalisyon Türkiye’ye destek vermemiş, tam tersine karşı çıkmıştır. Dolayısıyla burada güvenlik konseyinin kararlarına da uygun hiçbir şey yoktur.”
Adana mutabakatına da uygun değil
Türkdoğan, gündeme gelen Adana Mutabakatı’na dair ise, şunları söyledi: “Türkiye ile Suriye arasında 1999 yılında imzalanan bir Adana Mutabakatı var. Mutabakatın hayata geçmesi için Şam yönetiminin izin vermesi gerekir. Onun dışında da o izin verse dahi Suriye sınırlarında en fazla 5 kilometre gitme ve sıcak takip yapma durumu söz konusu yani sıcak takibi yapıp, geri dönmeniz gerekir. Ancak şuanda Türkiye Ağustos 2016’da Cereblus ve El Bab’ı, Ocak 2018’de başlattığı harekatla Afrin’i, 9 Ekim 2019’da yaptığı askeri harekatla şuanda Suriye’nin Kuzey’inde askeri varlığı mevcut. Bu açıdan bakıldığında özellikle Meclis’te yapılan tezkerelerle bu operasyonların yapıldığını söylemek gerçekçi değil ve uluslararası hukuka uygun da değildir.”
Türkiye’nin ‘gelecekteki bir saldırıyı önlemek için tedbirimi alıyorum’ söylemiyle operasyon yaptığına dikkat çeken Türkdoğan, “Sizin bir başka devletin topraklarında bu denli bir operasyon yapabilmeniz için bahsettiğiniz yasa dışı gruplar BMGK tarafından terör örgütü olarak ilan edilmiş mi, edilmemiş mi? Bir kere böyle bir durum söz konusu değil. PYD ve PYD ile bağlantılı olan askeri yapılanmaların isimleri ne olursa olsun, hiçbiri uluslararası alanda terör örgütü olarak kabul görmüyor” dedi.
‘Suçlardan Türkiye sorumlu’
Türkiye’nin, güdümündeki paramiliter grupların faaliyetlerinden doğrudan doğruya sorumlu olduğunu söyleyen İHD Eş Genel Başkanı, “TSK denetiminde paramiliter bir grup ülke toprakları dışında suç işliyorsa hem kendi iç hukukunuz bakımından sorumlusunuz hem de uluslararası hukuk bakımından zaten sorumlusunuz. Türkiye’nin şimdi olmasa bile gelecekte yargı önünde hesap verme yükümlülüğü söz konusudur” dedi.
Türkiye’nin Suriye’de bir egemenlik yetkisi kullandığını vurgulayan Türkdoğan, “Cumhurbaşkanı çok sık bizim denetimimizde, kontrolümüzde diyor. Hatta Afrin’de fakülte açma kararı var. PTT şubeleri, banka şubeleri açılmış durumda. Yani fiili egemenlik yetkisi kullandığınız yerde siz o zaman suç ve ceza bakımından da kendi ceza kanununuzu işletmek zorundasınız. Aksi takdirde uluslararası hukukun konusu olur ki buna da tamamlayıcılık ilkesi diyoruz. Eğer siz fiili egemenlik uyguladığınız bir yerde işlenen suçları araştırmaz, yargılamayı yapmazsanız o zaman sizin yargınızın etkisiz olduğu yargılama yapma gücünüzün olmadığına ulaşılır ve uluslararası hukuk devreye girer. Uluslararası hukukun devreye girmesi de ya BMGK kararıyla ya da Türkiye’nin egemenlik sahasında işlediği söylenen suçlara dair oradaki mağdurların AİHM bireysel başvuru yoluyla dava açabilir. Bu yöntemin uygulanması gerektiği kanaatindeyim” ifadelerinde bulundu.
Türkiye yargı sisteminde bugün bir “cezasızlık politikası” yürütüldüğünü kaydeden Türkdoğan, bunun gelecekte böyle yürütülemeyeceğini ve yapılan tüm insan hakları ihlallerinin mutlaka yargılama konusu olacağını kaydetti.
Cenevre sözleşmesi
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri operasyonuna dair tartışmalı konulardan biri de 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi. Türkiye’nin Suriye topraklarında yaptığı operasyonlarda bu sözleşmenin otomatik olarak devreye girdiğini söyleyen Türkdoğan, “Ülke içerisinde terör örgütü olarak tanımladığınız bir örgüte bile askeri harekatta sözleşmenin 3’üncü maddesini ihlal ederseniz bu yargılama konusu yapılabilinir. Siz şimdi bir başka devlet topraklarında askeri operasyon yürütülüyor dolayısıyla Cenevre Sözleşmeleri otomatik olarak devreye girecektir. Suriye anayasa sürecinin başlamasıyla birlikte 2011 yılından bu yana işlenen suçlar bakımından bir Suriye Özel Ceza Mahkemesi kurulma ihtimali çok yüksektir. O zaman da bu filler cezalandırılması gündeme gelecektir” diye konuştu.
AİHM’e başvurulabilir
İHD Genel Başkanı Arin’de, Cereblus, El Bab ve şimdi Kuzeydoğu Suriye bölgesinde mağdur olan insanların AİHM’e Türkiye aleyhine başvurma hakları olduğunu da ifade etti. Türkdoğan, “AİHM başlangıçta bu meseleye çok girmeyebilir ancak sorumluluğu çok açıktır. Kıbrıs örneği vardır. Türkiye’nin 90’lı yıllarda Irak’ın Kuzey’ine yapılan harekata dair de yapılan başvurular uzlaşma yoluyla çözüme kavuşmuştur. Bu yol sonuna kadar zorlanabilir” önerisinde bulundu.
Roboski benzetmesi
,
Operasyon kapsamında sık sık gündeme gelen sivil yerleşim yerlerinin bombalanmasına dair ise Türkdoğan, şu uyarılarda bulundu: “Türkiye’nin askeri harekatlarında savaş uçaklarını kullanması, savaş uçaklarının sivil yerleşim yerlerini bombalaması sonucu Roboski benzeri katliamlar oluştuğuna dair güçlü iddialar var. Koalisyon oluşturan ülkelerde açıklamalarında benzer iddialarda bulunmuşlardır. Yine sivil yerleşim yerlerinde bulunan hastane baş hekimlerinin hastane kayıtlarıyla yaptıkları açıklamalar vardır. Dolayısıyla özellikle sivillerin zarar görmemesine dair Cenevre Sözleşmesi’nde yer alan 3’üncü maddenin ihlali söz konusudur. Bu açıdan da çok ciddi olarak ileride yargılamalar yapılacaktır. Meselenin ne kadar vahim olduğunu anlatmak için Roboski benzemetsi yaptım. Türkiye’nin operasyonlarda kesinlikle sivil yerleşim yerlerini bombalamaması gerekir.”
DIŞ HABERLERİ
Kaynak: Yeni Yaşam