“Devlete Askerlik Borcum Yok, Devlet Bana Borçlu”
Vicdani retçi Demiroğlu, bu sabah 05.30’da “kaçak” olduğu gerekçesiyle polisçe alıkonuldu. Demiroğlu, karakolda da şubede de devlete borcu olmadığını, askerlik yapmayacağını söyledikten sonra serbest bırakıldı.
Ekin Karaca Adana – BİA Haber Merkezi 12 Mayıs 2014, Pazartesi 17:31
Murat Demiroğlu 29 yaşında, sosyalist, Kürt vicdani retçi bir grafik tasarımcısı… Bu sabaha karşı 05.30’da Adana’da kaldığı bir otelde “asker kaçağı” yani “bakaya” denilerek otele gelen polislerce alıkonuldu.
Polislerin kendisine vermek istediği askerlikle ilgili tebligatı almayı ve imza vermeyi reddedince önce karakola oradan da askerlik şubesine götürüldü.
Karakolda da şubede de askerlik yapmak gibi bir yükümlülüğü olmadığını, vicdani retçi olduğunu, ordunun herhangi bir talebini yerine getirmeyeceğini belirten Demiroğlu, herhangi bir baskı, şiddet, tehdit, hakaretle karşılaşmadığını belirtiyor.
“Kimliğimi verip göndermek zorunda kaldılar”
Demiroğlu, yaşadıklarını bianet’e şu sözlerle özetledi:
“Karakolda askerlik şubesinin açılmasını bekledik. Şube açılınca sevk kağıdını verip göndermek istediler. Yetkili bir kişiyle görüşmek istediğimde albay olduğunu tahmin ettiğim biri geldi. Kendisi bana konuyla ilgili çıkmış emir olduğunu, bunun faksını alacaklarını söylediler. Gelen faks doğrultusunda benim bir dilekçe vermem gerektiği ortaya çıktı.
“Dilekçede orduya karşı hiçbir yükümlülüğüm bulunmadığını, ordunun hiç bir talebini kabul etmediğimi belirttim.
“Bir süre ikna etmeye çalıştılar. Ben de uzattıkları hiç bir evrakı almadım ve imzalamadım. Ondan sonra kimliğimi verip bırakmak zoruna kaldılar.
“Bakaya durumu GBT sorgusuna tekrar düşerse tekrardan polis tarafından askerlik şubesine götürüleceğim. Ardından muhtemelen ordu bana dava açacak. Ondan sonraki süreci avukatımla değerlendireceğim.”
“Borcum yok”
Vicdani reddini 28 Aralık 2013’te açıklayan Demiroğlu, hiç bir hiyerarşik yapının içinde bulunup emir komuta zincirine tabi olmak, silaha el sürmek, ölmek, öldürmek istemediğini ifade ediyor.
“Bu ülkeye herhangi bir borcum olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir borç dayatmasını kabul etmiyorum. Şimdiye kadar bu ülkede yaşadığım süre boyunca benim bu ülkeye değil, bu ülkenin bana borcu olduğu açıktır.
“Gerek babamın herhangi bir eylemi bile olmamasına rağmen, sadece siyasi görüşlerinden ötürü içerde tutulmasından, bir Kürt olarak halkıma yapılan zulme kadar pek çok şey devletin bana borçlu olduğu anlamına geliyor.
“Ben bahsettikleri borcu kabul etmiyorum ve bu tür dayatmaların her türlüsünü reddediyorum. Kendimi bildim bileli sosyalist görüşe sahibim. Bunun yanı sıra bir Kürt ailesinin ferdiyim. Dolayısıyla pek çok yönden devleti, devletin yaptırımlarını sorgulayan bir noktada duruyorum.”
“Dokuz yıl devlet kapımı çalmadı”
Demiroğlu’na dokuz yıl boyunca askere gitmeden “kaçak” olarak yaşamanın sıkıntılarını soruyoruz.
20 yaşından 29 yaşına kadar bugüne kadar devletin hiç kapısını çalmadığını, herhangi bir şekilde kendisine “Hadi bakalım askere…” denmediğini ifade eden Demiroğlu, şöyle devam ediyor:
“Ben de bunca yıl içinde bakaya konumuna düşmüşüm ve aranır konuma gelmişim. İlk defa şimdi 29 yaşımda böyle bir durumla karşılaştım.
“Ancak neticede asker kaçağı konumunda olduğunuzu biliyorsunuz ve bu durum özellikle iş bulma noktasında sıkıntı yaratıyor.”
“Gezi sonrası açıklamalar tetikledi”
Demiroğlu’na vicdani reddini açıklamak için neden geçtiğimiz Aralık ayına kadar beklediğini soruyoruz.
“Çevremdeki insanlar askere gitmeyeceksem de bunu devlete beyan etmemin saçma olacağını söylüyorlardı. Kısmen haklılardı.
“Fakat Gezi direnişinden sonra hükümet tarafından askere gitmeyen milyonlarca kişi hakkında yasal işlem yapılması, para cezasına çarptırılması, zorla askere götürülmelerine yönelik yaptırımlar uygulanacağı söylendi.
“Bu durum beni tetikledi. Gezi direnişinde yapılan zulüm hepimizin canını yakan, sinirlerimizi alt üst eden bir uygulamaydı. Bunun üstüne hükümetin böyle bir açıklama yapması benim bu konuda adım atmama önayak oldu.
“Zaten karar verdiğim bir şey konusunda Vicdani Ret Derneği’nden arkadaşlarla irtibata geçip vicdani reddimi açıkladım.” (EKN)
**
Vicdani retçi Murat Demiroğlu: “Ladesim lades olsun mu?”
Pazartesi, 12 Mayıs 2014 23:17
HDP Basın Komisyonu ve DSİP üyesi vicdani retçi Murat Demiroğlu, dün Adana’da GBT’de bakaya gözüktüğü için adresine gelen ve askerlik şubesine en yakın zamanda teslim olmasını salık veren tutanağı imzalamayı reddetti. Tutanak tutulması için karakola götürüldü.
Murat Demiroğlu, 1 Aralık 2013 günü, Vicdani Ret Derneği’nin “Hiç kimse zorla asker yapılamaz” etkinliğinde vicdani reddini açıklamıştı.
Demiroğlu, dilekçesi ile birlikte, karakolda ve askerlik şubesinde yaşadıklarını yazdı:
Ladesim lades olsun mu?
Türkiyeli bir vicdani retçinin “sözde ordu kurumuyla” ilk teması
Adana’da saçları kürek kemikleri hizasına kadar uzun olan sivil bir erkek: 1984 doğumluyum. Vicdani retçiyim. Bugün ordu sözde kurumuna seviye tespit sınavı yapıyorum.
Yazıya devam etmeden önce okurun dikkatine sunmak istediğim önemli bir not: Bu yazı yazmamdaki ve içeriği oluşturan üslubu kullanmamdaki maksat sözde askerlik kurumunun içerisinde gönüllü olarak ya da zorla yer alan nesnel ve tüzel kişilere ya da bu sözde kurumun kendisine yönelik hakaret ve aşağılamalarda bulunmak değildir. Yazının tamamı objektif bir gözle okunduğunda karşılaşılan sinir yıpratıcı ve oluk oluk zaman kaybına neden olan bürokratik bir işleme maruz kalan vicdani retçi bir bireyin, bu olay karşısında tepkisini de üslubuna katarak mümkün mertebe neşe seviyesini muhafaza ederek kendi deneyimini konuyla ilgilenen okuyucuya aktarabilmektir. İçerikte geçen olayların tümü birebir tarafımca yaşanmış olup üzerine eklenmemiş, bilakis içeriğin mizahi yaklaşımına ve konuyu pekiştirmeye hizmet etmeyeceği düşünülen (şahsi kanaatimce) gereksiz detayların elendiği görülecektir.
Vicdani reddimi yaptıktan sonra karşı karşıya kaldığım ilk uygulama irademi orduya teslim etmediğim için bakaya tabir edilen statüde sayılarak askeri bir kurumun sivil kolluk kuvvetlerine GBT tabir edilen taramadan yola çıkarak tarafıma askerlik görevini üstlenmek üzere en yakın askerlik şubesine başvurmamı salık veren bir tebligat gönderilmesini istemesiydi. Tebligat elime ulaşınca bu kurumun üzerimde yaptırım gücü bulunması iddialarını reddettiğim için tebligatı imzalamayı ve teslim almayı reddettim. Dolayısıyla polis kendisiyle karakola gelmem gerektiğini, burada tutanak tutulacağını ve askerlik şubesine teslim edileceğimi söyledi. Polise zorluk çıkarmayarak karakola gittim. Kendilerine vicdani retçi olduğumu ve askere gitmeyeceğimi, dolayısıyla ibraz edilen belgenin muhatabı olmadığımı, belgeyi teslim almayacağımı ya da imzalamayacağımı belirttim. Durum tutanağa geçirildi.
Bizler vicdani retçiler olarak sivil bireyleriz. Dolayısıyla vatandaşı bulunduğumuz devletin sadece sivil kurumlarının üzerimizde (o da hukuki olarak gerekçelendirmek şartıyla) bağlayıcılığı bulunuyor. Bu süreç zarfında yalnızca üç belgeye imza attım. Bunlardan biri sivil (!) bir kurum olan polis tarafından düzenlenen tek sayfalık tutanaktı. Tutanak imzalandıktan sonra uzunca bir süre polis karakolunda askerlik şubesinin mesaisi başlayana kadar bekletildim. Polisin belgeyi ibra ettiği saat gece 05:30’du. Saat 06:16’da karakolda başlayan bekleyişi polis otosuyla saat 10’da devlet hastanesine getirilerek sağlık raporu alınması izledi. Destek gördüğümü rahatlıkla söyleyebileceğim adli görev yapan kadın doktora vicdani retçi olduğumu söylemem üzerine rapora getiriliş nedeni olarak “vicdani retçiymiş” ifadesi yazıldı. Bu imza attığım ikinci belgeydi. Polis karakolunda ya da askerlik şubesine kadar süren polis refakati esnasında herhangi bir şiddet ya da hakarete maruz kalmadım. Polis memurları nazik ve uykusuzluktan mahmur durumdaydılar. Nöbet değişimine gelen uykusunu almış polis memurları için de aynı durum söz konusuydu. Bilinmesi gereken bir başka husus da polisin bu durumda beni gözaltına almadığı, yalnızca görevleri gereği refakat ederek askerlik şubesine gittiğimden emin olmak adına hukuki bir yol izledikleridir. Dolayısıyla polise mukavemet etmediğim de göz önüne bulundurulduğunda beni kelepçelemek, telefonuma ya da başkaca bir şahsi eşyama el koymak, nezaret odasında tutmak gibi bir yetkileri bulunmamaktaydı. Karakola girdiğimde beni getiren memur arama yapabilmesi için sırt çantamı açmamı rica etti. Polisin özel durumlar haricinde izniniz dışında sırt çantanızı kendisinin açması, ceplerinize elini sokması, elbiselerinizi kaldırması yasadışıdır. Başta uyumlu davrandığım için bu o “özel” durumlardan biri sayılmıyordu.
Belgeler derlenerek askerlik şubesinin yolu tutuldu.
Polis otosundan iner inmez refakatçi polis memurlarına “işlemlere başlamadan evvel lavaboya gitmek istiyorum” dedim. Lavabonun yeri soruldu. 1. katta, sağda. Kapının üzerinde kocaman bir yazı var: HELÂ.
İhtiyaçlarımı giderip ellerimi yıkıyorum. Aynanın yanındaki duvarda mavi rengin hâkim olduğu bir poster, posterde damlayan bir musluğun altında içi su dolu, pekiştirilerek bir hazne şekline dönüştürülmüş iki avuçtan oluşan bir görsel ve yazılı bir telkin: Bir damlada sen kurtar! Altına TSK logosu iliştirilmiş. Türkçe dilbilgisi kurallarına göre “dahi” anlamındaki de/da bağlacı ayrı yazılır, ey Türk Ordusu!
Askerlik şubesinde görev yapan memur “seni birliğine sevk edeceğiz” dediğinde böyle bir yetkilerinin olmadığını belirttim. Gözlerini kırpıştırarak sinirini belli eden memur ses tonu yükselerek “nasıl yetkimiz yokmuş, bakayasın?!” diye devam etti. Ardından bakaya olduğuma itiraz ettim.
Polis memurlarının yüzlerinde iri, şaşkın bakışlar dudaklarının kenarında “cık-cık” sesleri.
Memur tekrar bakaya olduğumu tekrarlarken bakaya olmadığıma, sivil bir vatandaş olarak askeri kurumlara tâbi olamayacağıma, bir vicdani retçi olduğuma, asker olmadığım için dolayısıyla beni kendilerince bakaya olarak tanımlayamayacaklarına, kurumlarının otoritesini tanımadığıma vurgu yaptım. Kendisiyle konuyu daha fazla tartışmayacağımı belirterek yetkili biriyle görüşmek istediğimi söyledim. Görevli bir rütbeli askerle görüşüp beni çağırdı. Bu nesne (neden nesne olarak nitelendirdiğimi daha sonra anlayacaksınız) konuyla ilgili bir emir olduğunu söyleyip memurdan emri talep eder bir yazışma yapmasını istedi. Emir geldikten sonra prosedür netleşince benimle ilgili ne yapılacağına karar verebilecekti.
Yukarıda belirtilen seviye tespit sınavı metaforu burada başlıyor. Şöyle ki: bahsedilen emir bilindiği üzere şubenin muhatabı olacak kişilerin erişimine açık değil. Dolayısıyla, sizin üzerinizde dolaylı yoldan da olsa etkileri olan bu emrin içeriğinin ne olabileceğine dair sadece tahminde bulunabiliriz. Okuyucuyla bir yandan kişisel deneyimimi ve gözlemlerimi paylaşırken bir yandan da bu emrin içeriğini kendi tahminlerim doğrultusunda oluşturmaya çalışıyor, bunu yaparken ordunun kurum içi gizlilik esasını sağlamak yönünde gösterdiği tasarrufun bu ihtiyaçlarını ne denli karşılayabildiğine dair kullanılan zeka seviyesinin yazınsal bir tablosunu izlemeye davet ediyor olacağım:
1. Paragraf: Vicdani ret beyanıyla askerlik görevinin tebliğini yazılı olarak almayı reddeden kişilere uygulanacak izlem hakkında emir ve yönergedir. Vicdani ret beyanında bulunan kişi kurumumuzun edindiği deneyimler doğrultusunda hukuki prosedürler konusunda bilgi sahibidir. Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları orduya kabulleri gerçekleşene kadar sivil birer kişi oldukları üzre bu kişiler Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlı görev yapan kurumlar tarafından kendilerine ibraz edilen belgeler ıslak imzaları alınıp teslim edilmediği müddetçe üzerlerinde bir tasarrufumuz söz konusu değildir. Görevli memurlar kişinin beyanındaki kararlılığını gözlemleyip sonucun kararlılık yönünde olması durumunda kişinin şubenize hitaben askerlik görevini vicdanen reddettiğine dair imzalı bir dilekçe yazması ve bu dilekçenin ilgili işlem dosyasına iliştirilmesi gerekmektedir. İşlem dosyası daha sonra kişinin nüfusa kayıtlı bulunduğu kütüğe gönderileceğinden şubenize hitaben yazılan dilekçenin gönderilen askerlik şubesi tarafından reddedilmesi olanağını tanıyacaktır. Kişi konu hakkında bilgilendirilmemelidir.
Bir süre bekledikten sonra emir geldi ve memur bulunduğum askerlik şubesine bir dilekçe yazmamı istedi. Dilekçe üçüncü ve son imza attığım belgeydi (incelemek isterseniz dilekçe içeriğini aşağıda bulabilirsiniz).
Dilekçeye önce imza atmak istemedim. Maksadım tabii ki oldukça sıkılan canımı bir nebze eğlendirmekti. Memur dilekçeyi imzalamamı isteyince “kurumunuza güvenmiyorum. İmza gerekiyorsa polis tutanağına iliştirin. Dilekçeye de imzanın ekte mevcut olduğu şerhini düşün” dedim. Bunun tarafımca hazırlanan sivil bir belge olduğu ve imzalamamın sakıncası olmadığının söylenmesi biraz malumun ilanı oldu tabii. Daha fazla diretmeyerek dilekçeyi imzaladım ve teslim ettim.
2. Paragraf: Dilekçe alınmaktan önce ve kişi binayı terk edene dek ilgili üstlerle yazışmalar gerçekleştirilerek konu hakkında bilgilendirilmelidir. Bu esnada işlemi yapan görevli memurlar kişiyi askerlik görevine ısındırmak ve kararından vazgeçirmek için sözlü olarak telkinde bulunulmalıdır. Akışa göre kişiye yapıcı ya da kararının ısrarı halinde karşısına çıkacak zorluklar konusunda ürküntü uyandırmayı amaçlayan telkinler uygundur.
Bu sırada işlemler için bir de kadın memur devreye girdi. Belgelerin birer kopyasını çıkarmak ve dilekçeyi fakslamak gibi işlerle meşgul olacak olan bu ikinci memur bir yandan eliyle belgeleri derlerken bir yandan da önce “Bence bu işin böyle olmaması gerekiyor. Devletin artık bunu yasal bir zemine oturtması lazım. Kanunları biz yapmıyoruz, eğer elimizde olsaydı biz bu işi böyle yapmazdık. Ne diye bu kadar gereksiz prosedür izleniyor ki” şeklinde bir girizgâh yaptı. Bu sözleri “ama kırk bin lira gibi bir para cezası kesiyorlar. Boşuna bununla uğraşacaksın. Bir de askerliği de bir şekilde yaptırırlar. Bence gel biz senin işlemini yapalım. Yine de sen bilirsin” diye devam etti (son derece kötü kurgulanmış tek kişilik iyi polis/kötü polis piyesi). Bu monolog “istemez, yan cebim de yok, sende kalsın” sözleriyle kesildi. Tekrar bir ikna çabasıyla “sen bence bize on iki tane resmini getir, seni hastaneye gönderelim. İşlemlerini de başlatalım. Sen yine vicdani reddini sürdüreceksen sürdürürsün” dediğinde artık durumun aldığı hal eğlenceli olmaya başlamıştı. “Sizin kurumunuzla hiçbir şey yapmak istemiyorum. Ne fotoğraf vermek, ne hastaneye gitmek, ne de işlemlerimi başlatmak” dedim.
Bilgisayar ekranına bakarak “ama zaten muayene olmuşsun” dediğinde gülerek “o muayene de geçersiz biliyor musunuz? Ben o muayeneye gittiğimde akranlarım 18 yaşına basmış, ben ise okula bir yaş erken başladığım için henüz reşit olmamıştım. Askerlik muayenelerinin yapıldığını milliyetçilikten patlayan lise öğretmenlerimizden biri söyleyip gidip muayene olmamızı tembihlemiş, ben de sürüye uyarak muayene olduğumu” anlattım. Malum, üniversite sınavına girecektik ve bu mereti tecil ettirebilmek için muayene olmak gerektiğini sanıyorduk.
“Ekranınızda muayene tarihini görebiliyorsanız kimliğimdeki doğum tarihiyle karşılaştırarak kendiniz de görebilirsiniz. ‘İnsan gerçekten hayret ediyor.'”
3. Paragraf: Kişi askerlik şubesine icabet etmişken kararını tekrar gözden geçirmesini sağlayacak kadar bezdirici zaman geçirtilmek suretiyle yıldırılmaya çalışılmalıdır. Hassas olan durumun vahametini hafifletecek hatalı izlenim vermekten kaçınılmalı, işlemler kolaylıkla değil, zamana yayılarak sürdürülmelidir.
Belgeler derlenip tekrar faks çekildi.
İşlemin ne kadar süreceğini sorup “40-45 dakika” cevabını alınca dışarıya sigara içmeye çıktım. Bir asker gelerek binanın önündeki çimlerde, ağacın altında oturmamın yasak olduğunu belirtti. Her yer alev alev yanıyor. Binanın bahçesinde bulunan çardağın altındaki banklardan birine oturup sigarama devam ettim. Yer Yüreğir Askerlik Şubesi. Omzundaki apoletinde bir çizgi olan başka bir asker gelerek burasının askeri bölge sayıldığını, dolayısıyla burada oturmanın yasak olduğunu, noktanın kamera tarafından izlendiğini, görülmesi halinde kendisinin durumdan sorumlu tutulacağını belirtti. Kendisine “binanın bu kısmının askeri bölge olduğuna dair bir ibare bulunmadığını, bunu bildirmekle görevli olsa dahi üstü kendisini suçlarsa ‘sivil kişiye durumu aktardım. Bana, buranın askeri bir bölge olduğuna dair bir açıklama olmadığı, öyle olduğunu söylemiş olsam dahi gelen sivillerin oturması için binanın sivil (!) ön cephesinde ihtiyacı olanların oturabilecekleri herhangi bir gereç yerleştirmediği için bunun üstünün hatası olduğunu’ söylediğimi” iletmesini önerdim. Asker uzaklaştı, sigaram bitince banktan kalkıp tekrar binaya girdim.
Gün içinde pek çok kez telefonla görüştüm.
Polis refakatinde karakola götürüldüğümü Vicdani Ret Derneği (VR-Der)’nden arkadaşlarıma ve aileme aktarmıştım. Bir yandan VR-Der’deki arkadaşlar Adana’daki İHD ile ve bağlantılı oldukları avukatlarla bağlantı kurmaya çalışır ve sıklıkla arayıp durum hakkında bilgi alırken bir yandan da HDP İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder telefonla bana ulaştı ve ilgisini sundu.
Babam konuyla ilgili HDP milletvekili sevgili Hasip Kaplan ve Sırrı Süreyya Önder ile irtibat kurmuş, akabininde Sırrı bey de konuyla ilgili bana yardımcı olabilecek avukat ve sivil toplum kuruluşlarıyla irtibat kurmuştu. Sırrı Süreyya Önder’i konuyla ilgili etraflıca bilgilendirdikten sonra beklemede kalacağını, eğer bir zorluk ya da kötü muameleyle karşılaşırsam kendisine boş bir SMS dahi atsam gerekli kişilerin yardımını sağlamak yönünde yeterli bir bilgilendirme olacağını söyledi. Kendisine teşekkür ettim. Polisle karşılaşıldığı andan sürecin sonuna kadar polisin görevini yapması engellenmediği de göz önünde bulundurulursa özellikle karakolda yumuşak başlılıkla karşılaşıldığı görülecektir. Benim deneyimimde polislerin ilk dakikadan itibaren çenesi düştü. Öğütler havada uçuştu. Karakolda ya da askerlik şubesinde dışarı çıkarak sigara molası vermem mümkün oldu. Karakoldayken bir polis kapının önünde size refakat ediyor. Şansınız yaver giderse çay ocağının yerini göstererek “keyfine bak yeğenim, kendine çay doldur” diyor.
Varmaya çalıştığım sonuca giden raya geri dönersek, yukarıda belirttiğim gibi bir zeminde kötü muameleye ve hakarete maruz kalmadığınız için İHD ve VR-Der ile ilişkili avukatların ve kurum olarak İHD’nin sürece bu noktada dâhil olması ve müdahalede bulunması söz konusu olamıyor. Herhangi bir kötü muameleye maruz kalınırsa ya da kişi alıkonduğunu hissederse avukatı olmadan hiçbir şey yapmayacağı ve konuşmayacağını söylemeli ve artık kendisine avukat sağlanana kadar polislerle konuşulmamalı. Bence ayrıca baronun atadığı avukata da güvenmemek gerekiyor. Bu kişiden İHD ile bağlantı kurması ve kendisi yerine kurumun göndereceği bir avukat talebinde bulunulması mümkündür sanırım. Kişi İHD, VR-Der gibi kurumların iletişim adreslerine sahip olmayabilir. Gelen avukat en azından bu bilgilerin sağlanması konusunda yarar sağlayabilir. Eğer tavsiye ettiğim gibi bir yol izlemede başarısız olunuyorsa duruma göre mevcut avukatla işinizi halletmek ya da kendisine güvenmediğinizi belli ettiğiniz için alınganlığını gizlemediğini gözlemliyorsanız ve bu durum haliyle güveninizi daha da zedeliyorsa, bu avukattan kendisiyle çalışmak istemediğinizi belirterek barodan başka bir avukat göndermelerini sağlamasını talep etmekten başka bir seçenek kaldığını düşünemiyorum. Eğer aklınıza başka bir ihtimal daha geliyor ve daha mantıklı gözüküyorsa muhtemelen bu yolu izlemeniz daha doğrudur. Eğer tarafınıza karakolda ya da şubede rahatsızlık veriliyorsa mutlaka bir avukat edinin.
Tüm bunlar olurken bir yandan şaşırtıcı bir şekilde konuşulan polis sayısının ortalaması alındığında içerisinde çevik kuvvet ve terörle mücadele birimleri yer almayan merkezî bir Adana karakolunda görev yapan mavi gömlekli polislerin pek çoğunun vicdani ret konusunda yasal bir düzenlemeye gidilmesi gerektiği yönünde olumlu ve vicdani retçilerin lehine bir eğilime sahip olduğunu gözlemleme şansı elde ettiğimi de belirtmeliyim. Dile getirdiğiniz fikirlerin samimiyetine inanmıyorum polis ağabeyler, kusura bakmayın.
Tekrar binaya girdim. İşlemler birinci katta yürütülüyor. Telefonumun şarjı iyiden iyiye azalıyorken işlemlerin tamamlanması için halen bekliyordum. Olayı duyan bir arkadaşımla telefonda konuşurken koridordaki bir duvarda boş bir priz olduğunu fark ettim. Şarj cihazımı prize takarak görüşmeme devam ederken bir asker gelerek arkamı dönerek konuşmamı söyledi. Umursamadan konuşmama devam ederken bir süre sonra bahçede beni uyaran astsubay (kıyafetinden öyle olduğunu tahmin ediyorum) gelerek burada telefonla konuşmamın yasak olduğunu, kameradan görüldüğü takdirde kendilerinin azarlanacağını söyledi. Kendisini “saat beş buçuktan beri burada boş yere alıkonularak zamanım harcanıyor. Telefonumun şarjı bitmek üzere, yoksa burada koridorda saçma bir şekilde dikilmeye ben de meraklı değilim. Üstünüz sizi azarlarsa kendisiyle görüşmek istediğimi söyleyip bana yönlendirin lütfen” şeklinde yanıtladım. İçeriye gidip tekrar döndü:
– Senin işlemini kim yapıyor.
– İçerideki mavi gömlekli memur.
– Bayan memur değil mi?
– Hayır, kadın memur değil. Mavi gömlekli erkek memur.
Tekrar içeriye gidip kafasını dışarıya uzattı: komutan seni çağırıyor.
Sivil itaatsizlik ve haklarını bilmek düzen delisi, kendiyle baş başayken düz mantığı içselleştirmeye zorlanmış, diğer durumlarda sorgulamadan verilen emirler doğrultusunda hareket etmesi yolunda mekanikleştirilmiş askeri çileden çıkarıp bir an önce varlığınızdan kurtulmak ya da kendisi gibi asker olmanızı sağlayarak intikam alma (gösteririm ben sana torun) isteğini tatmin etme dürtüsüyle (bakmayın öyle, askerlik anıları dinlemekten hepimizin içi şişti; bazı kavramlar akılda kalıyor işte) panikleyip bir şeyleri tetiklemesi işinize yarayabiliyor.
İçeriye giden kapıda bir başka poster gözüme ilişiyor. Halihazırda mevcut bir kampanyaya dair TSK’nın kendi versiyonunu ürettiği bir poster.
Aşağıdaki görseldeki içerik size bir fikir verebilir.
İlk gençlik döneminde bir asker olan Nazım Hikmet’in askerden tüketilmeyen gıda maddeleri çöpe dökülerek israf edildiği için şahsi inisiyatifini kullanarak bunları yoksul halka dağıtması sonucunda varsa rütbeleri alınarak askerlik görevinden men edildiğini biliyor muydunuz? Aklıma karşılaşabileceğim üçüncü afişin içeriğiyle ilgili muzip ihtimaller geliyor: “‘İyi bir asker olursanız belki şirinleri bile görebilirsiniz.’ Orşirinal”. Belki inanmayacaksınız, memurların hemen arkasındaki kirişte büyük harflerle “İYİ ASKER GÖREVİNİ EN İYİ YAPANDIR” yazıyor. Aynı şeyi karşılamıyor kabul ediyorum. Ama alakasız da diyemeyiz. Ihım!
Sonuç olarak tekrar rütbeli nesnenin ofisine gittim. Elindeki telefonu indirip ismimi seslendi. “Buyurun” yerine “buradayım, söyleyin” dedim. Odada daha yüksek rütbeli bir başka nesne daha var. Bunu anlayabilmem için yıldızlarının fazla oluşu yeterli bir ibare (o kadar da biliyoruz canım. Lisede milli güvenlik dersi görmek zorunda bırakıldık). Masada oturanın omzunda bir yıldız varken misafir koltuğunda iki dikey, iki yatay olmak üzere dört yıldızı var. Bu kurumun kimliğini yansıtan her şeyde olduğu gibi yıldızların dizilişi bile fallik bir biçime sahip. Kare şeklinde nitelenebilecek dört yıldız değil de bir kaidenin üzerine oturtulmuş dikey bir nesne şeklinde yan yana getirilmişler. “Devletin yarı iğdiş pipisiyiz mi demek istiyorlar?” diye kendi kendime sormuyor değilim. Gerçi masa başında oturan ev sahibinin yıldızı daha büyük, bu kadar şekilci bir kurumun nesnelerinin bu durumu kıskanması gerekirdi belki de. Ama konumuz bu değil.
4. Paragraf: İşlemlerin son aşamasına gelindiğinde […] kişinin nüfusa kayıtlı bulunduğu il ve/veya tâbi olduğu askerlik şubesi farklı olması halinde işleme dâhil olan dosyaların birer nüshası alınarak her bir nüsha mühür, kaşe ve ıslak imzalanıp birer nüsha ilgili birime gönderilir ve takiben gerekli yazışmalar gerçekleştirilerek vicdani ret beyanında bulunan muhatabın kayıtlı bulunduğu asli askerlik şubesine sevki…
Sevk ne sihirli kelime! İzleyin:
– Şimdi kütüğünün bulunduğu yerdeki askerlik şubesinin komutanıyla konuştum. Sevkini yapacağız.
– Sevkimi yapamazsınız. Böyle bir yetkiniz yok.
– Tabii ki sevkini yapacağız. Nasıl böyle bir yetkim yok?
– Ben asker değil sivil bir vatandaşım. Dolayısıyla beni alıkoyma, bir yerden bir yere sevk etme yetkiniz yok.
– Yahu evraklarını oraya gönderip sana da harcırah verip göndereceğiz. Birliğine teslim olmak ya da olmamak sana kalmış.
– Bunun sevk kelimesiyle ifade edildiğini sanmıyorum fakat sorun çözüldü.
– Yahu sevk işte.
– Askeri jargon kullanarak konuşuyorsunuz. Dolayısıyla anlamamam normal. Zira asker değilim. Her neyse. Görevinizi yapınız lütfen.
– Sizi birliğinize sevk ediyor ve görev için teslim olmanızı bildiriyorum.
– Yani bir görevim olduğunu ve akabinde bu görev için beni sevk ettiğinizi iddia ediyorsunuz. Anladım. Gitmeyeceğimi bildiriyorum. Devam ediniz lütfen.
– Tarafınıza 86 TL tutarında bir harcırah ödenecek. Bunu kullanarak kütüğünüzün bulunduğu ilçedeki askerlik şubesine gidip işlem yaptırmanız gerekiyor.
– Bu parayı almayacağımı bildiriyorum. Devam ediniz lütfen.
– Bu yol parası, almanın bir mahsuru yok.
– Kalsın, gerekli değil. Kurumunuzla ilgili hiçbir şeye el sürmeyeceğim. İbraz ettiğiniz hiçbir belgeyi imzalamayacağım. Hiçbir ödeme almayacağım. Kurumunuzu tanımıyorum.
– Tanımadığını söylüyorsun fakat bu kurum var. Hepimiz buradayız işte. Buradakiler de insan. İnsanlar öyle ya da böyle varlar. 1 ya da 0. Bizler de buradayız.
– Kusura bakmayın, alınmayın ama hür iradesi olmayan yoktur. Sadece soyut bir nesnedir. Her neyse, devam edelim lütfen.
– O zaman bu durumda tutanak tutuyorum.
Aşağıdaki paragraf önemli a dostlar. Bir acı kahve iyi gelir; ayıltır.
5. Paragraf: Kişi mülakatta harcırahı almaya teşvik edilmelidir. Maddî değerler kişiyi cezp edebilir. Harcırahın alınmasında bir mahsur olmadığı, bu alındığı takdirde kişiye sözlü tebligat yapıldığı için görevin reddi yönündeki isteği doğrultusunda olumsuz bir etki getirmeyeceği telkin edilerek harcırahın teslimi gerçekleşirse kayıt altına alınmak suretiyle imzası talep edilir. Tereddüt ya da direnci durumunda alınacak imzanın kararına bir etki etmeyeceği kişiyi rahatlatıp güvenini kazanacak bir üslupla belirtilerek harcırah karşılığında alınan imza sonrasında kişi derhal tevkif edilmeli (tutuklanmalı). Vakıa kişi bu durumda askerdir. Vicdani ret beyanında bulunan erler sakıncalı piyade sayıldığından bunlara tavizde bulunulmamalı ve duygudaşlık kurulmamalıdır. Askere alım işlemleri tamamlanarak erişilebilirse askerî inzibat, aksi halde jandarma eratı vasıtasıyla birliğine sevki gerçekleştirilir.
Yazıyor: “Kişiye birliğe teslim etmesi yönünde…”
– İmtina etti.
– Reddetti yazın lütfen.
– Reddetti yazarsam tutanağı imzalayacak mısın?
– Tutanakta silahlı kuvvetler logosu olmadığı, beyaz bir sayfa olduğu için belki yeri farklı. Fakat bu kurum içi bir yazışma. Beni ilgilendiren bir durum değil. Üstlerinizle ilişkinize beni karıştırmak istemezsiniz sanırım. (Yüzümde engelleyemediğim bir sırıtma var. Kendimi kınayacak oluyorum.) Hadi bu da sizin olsun, imtina etti yazınız.
Tutanak haricinde üç adet form niteliği taşıyan resmi kâğıt düzenleniyor. Her biri ayrı ayrı kırmızı mühürle, kaşeyle damgalanıyor. İlgili yerlere imzalar atılıyor. Sesli şekilde okunuyor:
“Birliğine teslim olması gerekliliği iletildi.”
Misafir konuşuyor: “İmzalamakta imtina etti.”
– İmtina etti değil, reddetti yazın lütfen.
– Yani, imtina etti “reddetti”nin yumuşatılmış hali.
– Hayır, imtina etti ifadesi kişinin iki seçenek arasında kararsızlık hasebiyle bocaladıktan sonra son karar olarak kabul etmediği durumlarda kullanılır. Reddetmek ise bir durumu öteki seçenek yok sayılacak bir kararlılıkla isteğin yerine getirilmeyeceğini ifade eder.
– İm-za-la-ma-yıııı red-det-ti.
– 86 TL harcırah ödendi.
– Ücreti almayı reddetti.
– Bir de tarafınızda bulunan hüviyet belgemin tarafıma ibraz edilmesini istiyorum.
– Tamam, işlemler bitince tabii ki size verilecek.
Bütün alanlar “reddetti” ifadesiyle dolduruluyor. O esnada işlemlerimle ilgilenen kadın ve erkek memur geliyor. Memurlardan dilekçemin ve polis karakolunda tutulan tutanağın birer nüsha kopyasını istiyorum. Rütbeli nesne konuşuyor:
– Dilekçenin kopyasını vereceğiz. Polis tutanağını karakoldan alacaksın.
– Polisler tutanağın kopyasını sizin vereceğinizi bildirdiler.
– Tutanak polisin belgesi.
– Polis sizden alacağımı, siz polisten alacağımı söylüyorsunuz. Beni bürokratik git-geller ile bunaltmayın.
– Yapabileceğim bir şey yok.
– Var! Birkaç dakikalığına asker olmayıp şu belgenin fotokopisini tarafıma verin. Yapacağınız şey kâğıdı fotokopi makinesine koyup “Kopyala” tuşuna dokunmak. Çok basit. Nefes alırsınız hem.
– Üzgünüm, belgeyi karakoldan alacaksınız.
– İyi.
– Harcırahı alacak mısın? 86 lira. Yol masrafı bu, bir sıkıntıya sebep olmaz. Birliğe teslim olmayacaksan sen bilirsin.
– Almayacağımı belirttim. Karşılığında imza istemeseniz dahi almayı düşünmüyorum.
Kadın memur düzenlenen belgelerin nüshalarından birini katlayıp bir zarfa koyuyor. Zarfın üzerindeki şeffaf jelâtinden bir takım bilgileri okuyor. Son bir çırpınış:
– Fikrini değiştirirsen görev yerin Isparta (sesler silikleşiyor. Tahammülüm tükenmekte).
– (Kürtçe) Yaw he he! (Meğer ne kadar içten ve açık bir ifade gücü sağlıyormuş bu söz öbeği. Bütün sıkıntımı aldı birkaç saniyeliğine).
Masa başındaki, kadının elindeki zarfı alıp kimliğimle birlikte bana uzatıyor; kimlik zarfın üstünde. İki parmağımla kimliğimi çekip alıyorum. Zarfı tutan el havada kalıyor.
– Bu da senin.
– Gerek yok. Tutanağa zarfı almayı reddetti diye eklersiniz.
Askerlik şubesindeki rütbeli askerler ve şubede görevli memurlar vicdani retçilerle lades oynamaya bayılıyor. Ben bugün bunu öğrendim.
– Ama bu zarf senin. Almanda bir sakınca yok.
– Ordudan tarafıma iletilen her şey ordunundur. Sizde kalsın. Kendinize iyi bakın. (kapıdan çıktım, yürüyorum. Arkada kadın memurun sesi yükseliyor.)
– Zarfı alın, dışarıda atarsınız.
– Size ait olan bir şeyi benim atmam söz konusu değil. Hırsızlık gibi huylarım yoktur. Dilerseniz kendiniz atarsınız. Adieu!
İkinci önemli paragrafa geldik. Zira bu elinize ısrarla tutuşturulmaya çalışılan zarf sizin sülüsünüz oluyor. Askerlik derdiniz varsa sülüsün ne olduğunu da bilirsiniz. Bilmeyenler internetten detaylı bilgi edinebilirler. Ekşisözlük, İTÜ Sözlük, Uludağ Sözlük gibi çeşitli sözlük sitelerini tavsiye ederim. Buralarda ansiklopedik bilgilerden ziyade kişilerin kendi deneyim ve görüşlerini de içeren anlatımlara ulaşmak mümkündür. Kahveleri tazeleyelim:
6. Paragraf: Eğer yukarıdaki girişimlerin hiç biri sonuç vermediyse kişi mülakattan ayrılmadan önce memur ve/veya sorumlu tarafından işlemlerinin bittiği, gidebileceği söylenerek sülüs zarfını alması yönünde teşvik edilir. Kişinin sülüsünü alması durumunda imza talep edilir. Eğer sonuç vermezse […]
Eğer sonuç vermezse… İşte bu zurnanın son zırt deliğidir. O sülüse el sürüp aldıysanız ne olacağı bence belli olmaz. Korkmuş olduğumdan falan söylemiyorum, askerin sağı solu belli olmaz. Zira askerde mantık aranmaz. Vicdani retçi bunu bilir. Askerden korkan asker olsun!
Dolayısıyla siz imza atsanız da atmasanız da “Hoooop! Laaadeeess!!” nidasıyla kolunuza nesnelerden biri yapışıp “tekmil ver asker!” diye bir emir savurabilir.
– Kem…küm…
Tokat da yenir, uzun saç da çekilir. Artık ordunun malısın da denilir. Afiyet olsun. O zarfı almayın, el sürmeden oradan uzaklaşın. Siz bu adımları doğru yaptığınız sürece bir sivil olarak kalacaksınız. Sadece ordunun “sevk” gibi sihirli araçları yok ya. “Sivil olmak”da sizin kanınıza kasteden vampirlere karşı sarımsağınız.
Yalnızca üç belgeye imza atacaksınız, unutmayın:
1. Vicdani retçi olduğunuz için askerlik tebligatını almadığınızı belirten polis tutanağı
2. Polisin bi’ yerleri şişmesin diye (bu hakaret değil ironi, olmadı edebiyatta geçen anlamıyla taşlamadır. Polis taşlama hâşâ değil!) gittiğiniz hastanede adli tıp biriminde görev yapan doktorun verdiği sağlık raporu. Raporunuzun getiriliş sebebi kısmında “bakayaymış” değil “vicdani retçiymiş” ibaresinin yer almasını talep edip sağlamanız bence iyi bir şey.
3. Askerlik şubesinde çok uzun olmasa dahi vicdani ret sebeplerinizi belirten bir içeriğe sahip olacak şekilde askerlik yükümlülüğünüzün bulunduğunu reddettiğinizi belirtip açıkça net ve resmi bir üslupla “Ben bir vicdani retçiyim. Dolayısıyla askerlik görevi borcum olduğunu iddia eden çağrılarınızın muhatabı değilim. Askere gelmeme yönelik çağrılarınıza yanıt vermeyeceğim, isteklerinizi yerine getirmeyeceğim” minvalindeki ifadeleri içeren bir dilekçe yazarak bu dilekçeye atacağınız imzadır. Ne eksiği, ne fazlası.
Polis karakolunda düzenlenen bir kopyasını karakoldan alın. Karakoldakiler size bu belgenin gittiğiniz askerlik şubesi tarafından verileceğini söyleyeceklerdir. Bu bir yalandır. Altında imzanız bulunan bu belgenin bir kopyasını size sağlamak polisin görevi. Yine aynı şekilde askerlik şubesine verdiğiniz dilekçenin de bir fotokopisini alın. Bunu vermeye de mecburlar. Bu belgeleri emin bir yerde muhafaza edin, çünkü önünüzdeki süreçte sizi görülecek mahkemeler er ya da geç bekliyor olacak. Konuyla ilgili söyleyeceğiniz ve yapacağınız her şey aleyhinizde misli misli delil olarak kullanılacak. Elinizi güçlendirin. Siz yukarıda bahsedilen yollarla bir sivil olarak kalmayı sürdürebildiğiniz sürece ordu sizi asla kendi mahkemelerinde yargılayamayacak, nefret ettikleri ve artık çok da ellerinde kozlarının bulunmadığı sivil mahkemede dava etmek zorundadır.
Binadan çıkıp bahçe kapısından dışarıya yöneliyorum. Kapıda silahıyla nöbet tutan asker nereye gittiğimi soruyor. “Dışarıya gidiyorum. Binadan ayrılıyorum” diyorum. “Bana ayrılmanıza izin vermemem söylendi” yanıtını alınca elimdeki kimliği sallıyorum.
– Kimliğim bende olduğuna göre artık gidebilirim. Merak etme, buradaki işim bitti. (Kapıyı açıyor. Dayanamayıp o pisliği yapıyorum.)
– Saçım şekil, önümden çekil!
Şakanın muhatabı olan asker de dâhil, gülüşmeler.
Çıkıyorum.
Dışarı çıktıktan sonra bir Adana kebabı, yanına şalgam suyu. Süreçte destek olan ve haber bekleyen kişileri tek tek aradım. Sırrı ağabey önce babamı sonra da beni kendisi aradı sağ olsun. Geçmiş olsun dileklerini iletti. VR-Der’de ve dışarıda tanıştığım arkadaşlarım teker teker bana ulaşıp yanımda oldular. Hepsine müteşekkirim.
Yaşasın devrimci dayanışma!
Benim için yorucu olmakla birlikte öte yandan eğlenmekten çatladığım, adrenalin seviyemin tepeme yükseldiği, dayanışmanın önemini bir kere daha pratikte gördüğüm bir gündü.
Gece saat beş buçukta bürokratik bir saçmalıklar bulamacının içine çekilmek üzere polis tarafından alıkonulmanın bedeli: yorgunluk.
Telefon görüşmeleri için harcanan ön ödemeli kredi bedeli: 5 TL.
Saat beş buçuktan öğlen on iki buçuğa kadar tüketilen sigaraların bedeli: 7 TL.
Kurumunuzu tanımıyorum denilen rütbeli askerin ağzından dökülen “susma, haykır! Askerler de vardır!” ya da “Benim de canım var, ben de insanım. Benim de kalbim var, ben de insanım” minvalindeki sözler eşliğinde yüzünün aldığı ifadeyi görmenin bedeli: sabır ve keskin mizah anlayışı.
Ordu mensuplarının sivil itaatsizlikler karşısında çaresiz olduklarını yüzlerine vurmanın bedeli: epeyce zaman.
Özgür olduğunu nesnel olarak kendine kanıtlamanın, iliklerinde hissedebilmenin bedeli: paha biçilemez!
Ordu seviye tespit sınavında barajın altında kaldı; bu seferlik.
Rehavete kapılıp tedbiri elden bırakmamak, özgüven sarhoşluğuna kapılmamak gerek. Ayrıca bu ülkede devletin hiçbir kurumuna güvenilmeyeceğini düşünüyorum. Rüzgârın estiği yöne göre ne zaman ne yapacaklarının belli olmayacağını da unutmamalı. Türkiye “kâğıt üzerinde” bir hukuk devleti ve bizler salt sonsuz bir direnç ve iyimserlikle olasılıkları kendi lehimize sonuçlar elde etmek doğrultusunda zorluyoruz.
Eğer bir vicdani retçiyseniz, ya da reddinizi açıklamayı düşünüyorsanız sıkı bir lades oyuncusu olma yetisini kendinize katın. Arkadaşlarınızla pratik yapın. Benden söylemesi.
Hazırsanız…
Ladesim lades olsun mu?
Murat Demiroğlu – 12 Mayıs 2014 / Pazartesi
Vicdani retçi Murat Demiroğlu’nun dilekçesi;
“12/05/2014 – Pazartesi
YÜREĞİR ASKERLİK ŞUBESİ BAŞKANLIĞINA
12 Mayıs 2014 Pazartesi günü polis tarafından tarafıma bağlı bulunduğunuz kurumda askerlik yapma zorunluluğum bulunduğunu iddia eden bir belge imzalatılmak istendi. Böyle bir zorunluluğum bulunmadığı için belgeyi imzalamayı reddetmemin akabininde polis tarafından şubenize getirildim. Bir vicdani retçi olarak askerlik kurumunu tanımadığım ve hiçbir hiyerarşik yapı içerisinde bulunup kimseden emir almak gibi bir zorunluluğum bulunmadığı için kurumunuz tarafından şahsıma yapılan hiçbir tebliğ ve talebi kabul etmiyorum. Silah kullanmayı reddettiğimi, üniforma giymeyi, emir almayı, kurumunuz tarafından hiçbir surette vaktimin harcanmasını, ölmeyi, öldürmeyi, bir vergi mükellefi ve sivil bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak devlete ve “vatan” ifadesiyle soyut olarak kavramsallaştırılan olguya bir borcum olduğunu kabul etmediğimi beyan eder, Türkiye Cumhuriyeti’nin altında imzası bulunan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın da üstünde bir bağlayıcılığı olması ve ilgili metnin ilgili maddeleri tarafıma vicdan hürriyeti kapsamında askerlik dayatmasını reddetme hakkı tanıdığı ve kurumunuz üzerinde de bağlayıcılığı olduğunu bilgilerinize sunarım. Türkiye Cumhuriyeti hüviyeti taşıyan sivil bir vatandaş olarak dilekçemin işleme konulması ve gerekli işlemlerin gerçekleştirilmesi hususunda gereğinin yapılmasını arz ederim.”
2013 01 Aralık-Murat Demiroğlu(VR-DER’in düzenlediği etkinlikte vicdani reddini açıkladı)