29 Ağustos 2025
Türkiye, yeni kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ile yıllardır süregelen çatışma ortamını geride bırakmanın yollarını arıyor. TBMM bünyesindeki bu komisyon, toplumun farklı kesimlerini dinleyerek “terörsüz bir Türkiye” için çözüm önerileri geliştirmeyi hedefliyor. Ancak barış ve demokrasinin inşasında kritik bir rolü olan bir kesimin – vicdani retçilerin – sesi henüz bu platformda duyulabilmiş değil.
Savaşmayı reddeden vicdani retçiler olarak, yıllardır mahkeme salonlarında ve cezaevi koridorlarında yankılanan sözümüzü şimdi Meclis’in bu komisyonunda dile getirmek istiyoruz. Nitekim toplumun barış talebini omuzlayan bizlere kulak verilmesi için siyasi partiler de çağrıda bulunmaya başladı; Emek Partisi (EMEP) geçtiğimiz günlerde komisyonda vicdani retçilerin de dinlenmesi için Komisyon Başkanlığı’na başvuru yaptı.
Kısaca Türkiye’de vicdani ret tarihi
Türkiye’de vicdani ret hareketi, dünya çapındaki savaş karşıtı mücadelenin bir parçası olarak 1989 sonunda Tayfun Gönül ve Vedat Zencir’in zorunlu askerliği reddettiklerini açıklamasıyla gündeme geldi. O günden bu yana yüzlerce kişi “askerlik yapmayacağım” diyerek bu cesur duruşa katıldı. Ne var ki aradan geçen onca yıla rağmen Türkiye, vicdani ret hakkını yasal olarak tanımayan nadir ülkelerden biri olmayı sürdürüyor. Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin sadece üçünde – Türkiye, Azerbaycan ve Belarus – bu hak hala yasal güvence altına alınmış değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2006 yılında Osman Murat Ülke/Türkiye davasında vicdani retçilerin sürekli cezalandırılmasını durdurması için Türkiye’yi mahkûm etti. Ancak neredeyse yirmi yıl geçmesine rağmen devlet bu karara uymadı; vicdani retçilere yönelik baskılar ve yargılamalar artarak sürdü.
Vicdani retçilerin yaşadığı sorunlar: “Sivil ölüm”
Vicdani retçiler, askerlik yapmayı reddettikleri için adeta sivil ölüme terk ediliyor. Yasa uyarınca yoklama kaçağı veya bakaya durumundaki kişilerin sigortalı bir işe alınması yasak; bu kişileri istihdam eden işverenler de hapis cezasına varan yaptırımlarla tehdit ediliyor. Sonuç olarak vicdani retçiler kayıtlı ve güvenceli işlerde çalışamıyor, sosyal haklardan mahrum biçimde güvencesiz işlere itiliyor. Polis kontrolünde yakalandıklarında ise haklarında tutanak tutularak idari para cezası kesiliyor; bu tutanaklar tekrar ceza davalarına dönüşüyor. Defalarca yargılanmamak için vicdani retçiler seyahat etmekten, kimlik göstermeyi gerektiren otellerde konaklamaktan dahi kaçınmak zorunda kalıyor. Ödenmeyen para cezaları yüzünden çoğu zaman banka hesaplarına bloke konuyor; birçok retçi kendi adına hesap açamadığı için maaşını başkalarının hesabı üzerinden almak zorunda kalıyor, kredi çekemiyor, vize işlemlerini yapamıyor.
Bu dışlama ve baskı, vicdani retçileri toplum içinde görünmez kılıyor. Örneğin Milli Savunma Bakanlığı, askerlik yapmamış kişiler için özel şirketlere gönderdiği yazılarda, bu kişilerin en kısa sürede askere gideceklerine dair bir form imzalamalarını; imzalamazlarsa işten çıkarılmalarını istiyor. Elbette hiçbir vicdani retçi böyle bir taahhüt imzalamıyor ve sonuçta işini kaybediyor. Çalışma hakkının ve seyahat özgürlüğünün böylesine engellenmesi gibi ihlaller bir araya gelerek “sivil ölüm” denilen toplumsal tecridi doğuruyor.
Çözüm: Vicdanı ve barışı güvenceye almak
Vicdani retçilere yıllardır uygulanan bu hukuksuzluğun son bulması aslında basit bir yasal düzenlemeye bakıyor. Uluslararası insan hakları normları ve AİHM kararları bu hakkın tanınmasını emrediyor; Anayasa’da da vicdani reddi engelleyen hiçbir hüküm yok. Yani askerliğe alternatif sivil hizmeti de içeren bir vicdani ret yasası çıkarmamak için hukuken bir mazeret bulunmuyor. Avrupa Konseyi de Türkiye’yi yıllardır bu konuda uyararak somut adımlar atılmasını istiyor. Kısacası, çözüm siyasi iradeye bakıyor. “Kardeşlik ve demokrasi” şiarıyla yola çıkan bir komisyonda, yurttaşların “öldürmeyi reddediyorum” diyebilme hakkı savunulmadan kalıcı barıştan söz edilemez. “Birini öldürmek istemiyorum demek çok kıymetli” diyor bir vicdani retçi. Vicdanının sesine uyarak silah tutmayı reddeden insanları suçlu değil, bu ülkenin geleceğinin yapı taşları olarak görmek gerekiyor.
Bu komisyonun vicdani retçilerin taleplerine kulak vermesi, yıllardır yok sayılan bir hakkın teslimi anlamına gelecek ve toplumda kalıcı kardeşlik ile gerçek demokrasi için hayati bir eşik olacaktır. Yaşadıklarımızı ve çözüm önerilerimizi paylaşmak üzere bizler her an hazırız; çünkü vicdanının buyruğuyla hareket edip silaha “hayır” diyen insanlar olarak, çocuklarımıza savaşsız ve özgür bir gelecek bırakmak istiyoruz. Eğer gerçekten silahların sustuğu, barışın hüküm sürdüğü bir Türkiye hayal ediyorsak “vicdanım el vermiyor, askere gitmeyi reddediyorum” diyenlerin sesi artık duyulmalı. Unutmayalım: Vicdanın sesi susturulursa barışın yolu da tıkanır.
Kaynak: Evrensel


