Yurtta Savaş Dünyada Savaş: Nereye Kadar? – Gökhan Soysal

14 Mayıs, Türkiye açısından bir dönüm noktası olacaksa etkili bir barış hareketi de olmalı. İronik olan şu ki 15 Mayıs da Dünya Vicdani Retçiler Günü. 15 Mayıs sabahına daha güzel bir Türkiye umuduyla uyanma hayali kuruyoruz.

9 NİSAN 2023
Türkiye, cumhuriyetinin yüzüncü yılında en önemli seçimlerden birisini 14 Mayıs’ta yaşayacak. Bu seçim yaklaşırken Türkiye içinde ve çevresinde sıcak çatışmalar devam ediyor. İktidar tarafından içine hapsedilmeye çalışıldığımız yüksek milliyetçi söylemler devam ederken hamasetten uzak bir biçimde özellikle dış politika neredeyse hiç konuşulmuyor. Gelin biraz çevremizi konuşalım.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’ın Adalar’daki egemenliğini işgal olarak tanımlayıp NATO müttefikine savaş açabileceğini söylemesinin üzerinden bir yıl bile geçmedi. Çözüm sürecinden beri düşmanlaştıran söylem ve eylemlere maruz kalan Halkların Demokratik Partisi (HDP) dışında ciddi bir karşı çıkış gelmedi.

6 ve 7 Şubat’ta Maraş merkezli olan ve en az Maraş kadar hatta daha fazla şekilde diğer illeri ve Suriye’yi de etkileyen 7.7 ve 7.6 büyüklüklerinde depremler ve artçılar meydana geldi. Resmi rakamlara göre 50 binden fazla insan yaşamını yitirdi. Resmi rakamların dahi bu kadar büyük olmasının nedeni cinayete varan biz dizi ihmallerin söz konusu olması. Bu ihmallerin depremden sonra en çok eleştirilen konularından birisi, arama kurtarma çalışmalarına askerin geç katılmış olması. Savunma Bakanı Hulusi Akar bu eleştirilere şu şekilde yanıt verdi: “Hududu kim koruyacak, Suriye’de kim kalacak? Suriye’yi mi boşaltacağız, Irak’ı mı boşaltacağız?”

TSK’ye bağlı askerlerin Irak’a girip çıkmasına yıllardan beri alıştık ama Suriye’deki savaş devam ederken neredeyse hiç sorulmayan bir soru oldu Suriye’de askerlerin ne işi olduğu. Milyonlarca Suriyeli göçmenin Türkiye’de ne işi olduğu oldukça fazla soruldu ama Türkiye’nin Suriye’de ne işi olduğu neredeyse hiç sorulmadı. Savaş karşıtı politikalarına devam eden HDP dışında (CHP’nin son tezkeredeki ezber bozan “Hayır” çıkışı istisna) bu konuda da ciddi bir karşı çıkış söz konusu değil. Millet İttifakı, nam-ı diğer 6’lı Masa, aylardan beri sürdürdüğü toplantılar sonucunda açıkladığı mutabakat metninde dikkat çekici neredeyse hiçbir şey söylemiyor, üzerinde en çok uzlaşabilecekleri bu konuda deyim yerindeyse kaçak güreşiyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Irak’ı işgalinin üzerinden tam 20 yıl geçti. Irak o zamandan beri toparlanamadı. Irak’a demokrasi getireceğini söyleyerek meşruluk kazanmaya çalışan ABD’nin getirdiği şey büyük bir yıkım oldu. Dini ve etnik bölünmeler keskinleşti ve keskinleşmeye devam ediyor. ABD’nin Afganistan politikası El Kaide’yi ortaya çıkaran koşulları hazırlayıp küresel güç haline getirmişti, Afganistan politikasının doğrudan sonucu olan Irak politikası da Irak Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) aynı şekilde küresel bir güç haline getirdi. ABD’nin Irak işgalinin 20. yılı, yıldönümü olan 3 Mart’ta konuşuldu ve bitti gibi.

İran yıllardan beri ABD’nin önderliğinde devletlerarası arenada yalnız bırakılmaya çalışılıyor. İran ve İsrail’in birbirlerini tehdit etmeleri artık sıradanlaştı. İran’da muhalifler yıllardan beri soluk alabilecek bir alan bulamazken sonuncusu olan kadınların başörtüsü takma zorunluluğuna karşı giriştikleri mücadelesinin etkileri bir yandan devam ederken bir yandan İran ile Azerbaycan’ın arası gittikçe bozuluyor. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaştan sonra İran, Azerbaycan sınırında askeri tatbikatlar gerçekleştirmişti. İlişkiler bu tatbikattan sonra daha hızlı bir şekilde bozulmaya devam etti. Üstelik bir yanı doğrudan Türkiye’yi bağlıyor. “İran, Türkiye’nin İran’ı baypas ederek Asya’ya ulaşma hedefine bakarak Nahçıvan ile Azerbaycan’ı birbirine bağlayacak güzergâhı “Turan Koridoru” olarak niteliyor.” İran, Türkiye’nin kendisine muhtaç olmadan Türk devletleriyle münasebetlerini artırmaya çalıştığını düşünüyor. İran ile Azerbaycan arasındaki bu gerilimin sıcak çatışmaya hatta savaşa dönüşme riski az değil. Maalesef bu konu da kendisine pek yer bulamazken yer bulduğunda da iktidar taraftarlarının hamasi nutuklar atılmasına vesile oluyor.

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki yıllardan beri süren sıcak çatışmalar, Rusya’nın izin vermesiyle savaşa döndü. Şaşırtıcı olmayacak biçimde bu savaş, Türkiye’de yine milliyetçi söylemlerle karşılandı. Savaş devam ederken Türkiye, Suriye’den getirdiği söylenen cihatçılar nedeniyle suçlandı. Savaşta neler olduğunu bilmiyoruz, neler olduğunu ortaya çıkaracak bir gazetecilik göremedik. Bu savaş sırasında savaş karşıtı bir eylem dahi yapılabilecek gücümüz maalesef olmadı. Sosyal medyada dahi “Savaşa hayır” diye yazıp küçük bir arama yaptığınızda paylaşımların çoğunun savaşa karşı çıkanlara terörist denilen paylaşımlar olduğunu görebilirdiniz.

Türkiye’nin sınırlarının olduğu Gürcistan’a da 2008 yılında Rusya savaş ilan etmişti. Türkiye’nin sınırlarına çok yakın bir yerde yoğunluklu sıcak çatışma olmadığı için gündemimize pek girmedi ama Rusya’nın, Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş nedeniyle bu savaş tekrar analizlere konu edilmeye başlandı. Türkiye’nin sınırları olup savaş nedeniyle gündeme gelmeyen tek devlet sanırım Bulgaristan. Türkiye’yle sınırı olmayıp Libya gibi Türkiye’nin doğrudan müdahil olduğu savaşın devam ettiği alanlar da var. Türkiye’nin Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz aramaları nedeniyle doğrunda Güney Kıbrıs’la da sorunları mevcut. Türkiye’nin doğrudan sorunları olan devletler oldukça fazla. Örneğin Rusya büyükelçisi Andrey Karlov, Ankara’da düzenlenen suikast sonucu öldürüldü. Türkiye, Suriye nedeniyle Rusya’nın savaş uçağını düşürdü; Rusya da TC’ye bağlı askerleri öldürdü. Bütün bunların yanında Türkiye’nin bölgesel güç diyebileceğimiz Mısır ve İsrail’le ilgili düzeltmeye başlamaya çalıştığı çatışmaları olduğunu unutmamak gerekir.

Ve tabi Rusya. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmek için başlattığı savaşın üzerinden 1 yıldan fazla bir süre geçti. Savaş, Rusya’nın istediği gibi gitmiyor. Bunda Ukrayna’dan beklenmeyen direniş kadar “Batılı” devletlerin Ukrayna’ya büyük boyutlarda gösterdiği destek oldukça önemli. Türkiye’yi de özellikle Boğazlar konusunda sıkıştırma riski olan bu savaş çıkmadan Türkiye’de neredeyse hiç konuşulmadı. Rusya, savaşı başlatana kadar savaş iddialarını yalanlamıştı ancak bunun pek konuşulmaması, bu söylemlere inanmadığımızın değil çevremizde olan bitenlerle ilgilenmediğimizin en büyük göstergelerinden biri.

Dünyada savaş gündemine sıra gelmedi. İlk akla gelen soru, Rusya’nın nükleer silah kullanması durumunda Batı’nın ne yapacağı. Zaman zaman Rusya’dan Avrupa’yı da tehdit eden söylemler gelebiliyor. Bu yüzden Finlandiya ve İsveç de en sonunda NATO’ya katılmak istedi. Finlandiya katıldı bile ama İsveç’in katılmasının önündeki engellerden birisi de “şimdilik” Türkiye. ABD ile Çin arasında, Tayvan nedeniyle büyük bir gerilim söz konusu oldu. Savaşa gidecek gibi görünmüyor ama savaş çanları yavaş yavaş çalmaya devam ediyor. Bütün bunlar olurken Suudi Arabistan, Yemen’e saldırmaya devam ediyor. İsrail, Filistin ve Suriye’ye saldırılarını devam ettiriyor.

Bütün bunların yanında inkar edilse bile Türkiye’nin bir Kürt Sorunu var. İlk büyük PKK saldırıları olarak değerlendirilen Eruh ve Şemdinli saldırılarının üzerinden neredeyse 40 yıl geçti. Binlerce insan yaşamını yitirdi. Ve yitirmeye devam ediyor. Sorunun çözümüne giden yolda en önemli adımlardan birisini atan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’de yaşanan gelişmelerin de etkisiyle “Dolmabahçe Mutabakatı”nı bozmasından sonra yokuş aşağı gidildi. HDP’nin genel seçimler öncesi son mitingi olan Diyarbakır mitingine bombalı saldırı düzenlendi. HDP’nin barajı geçmesiyle Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tek başına iktidarı kaybetti. O tarihten beri AKP bulduğu her fırsatta terörist diyerek HDP’yi düşmanlaştırıyor. Suruç ve Ankara’da canlı bombalarla katliamlar gerçekleştirildi. Ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte özetlemek açısından şunu söylemek gerekir ki İmralı Heyeti’nde ve Dolmabahçe Mutabakatı’nda bizzat olan milletvekili İdris Baluken, HDP eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte ilk olarak Kasım 2016’da tutuklandıktan sonra 6 yıl 5 ay 1 gün tutsak bulunduğu Sincan Hapishanesi’nden infazını tamamlayarak 5 Nisan’da serbest kaldı. Nereden nereye.

HDP yöneticileri tutuklanmadan önce çok önemli başka gelişmeler de yaşandı. Ağustos 2016’da muhalafet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Artvin’e giden konvoyuna PKK saldırı düzenledi. Saldırıyı PKK üstlendi ama hedefin Kılıçdaroğlu olmadığını iddia etti. Bu saldırı şu an unutulmuş durumda. Çünkü medya iktidarın elinde ve HDP’nin düşmanlaştırılmasının yanında CHP de aynı şekilde terörist denilerek düşmanlaştırılmaya çalışılıyor ve bu senaryoda bu saldırıya doğal olarak yer yok.

Türkiye, Çözüm Süreci’nin bitirilmesinden itibaren milliyetçi ve militarist söylemlerden geçilmiyor. Neye itiraz etseniz kendinizi terörist suçlamasıyla tutuklanırken bulabilirsiniz. Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP), Fethullahçıların AKP döneminde hız kazanan devlet içinde örgütlenmesinin sonucu olan darbe girişimi sonrası AKP ile koalisyon ortağı olmasından sonra her muhalifi terörist olarak gören bu siyasi iklimde, insanlar hareket edemez hale getirilmeye çalışılıyor. Yukarıda bahsettiğim üzere Azerbaycan – Ermenistan savaşına karşı hayır dediğinizde bile kolayca terörist olabiliyorsunuz. Şu anki siyasi iklimde mecliste temsil edilen en büyük üçüncü parti olan HDP ile görüşmek bile maalesef cesaret ister hale geldi. Bütün bu savaş politikalarına karşı çıkan HDP’liler tutuklu ve parti hakkında kapatma davası var.

Bütün bunlar yaşanırken savaş karşıtlığı denilince akla ilk gelen vicdani retçilerin sayısı gittikçe azalıyor. Vicdani retçilerin önünde yargılanmak, yurt dışında gitmek ve bedelli askerliği tercih edip vicdani retçi olmaktan vazgeçmek gibi 3 seçenek var. Vicdani retçilere ceza yağarken gündem dahi olmuyor ve doğal olarak diğer 2 seçenek daha cazip hale getirilmiş oluyor. Seçime özetle bu atmosferde giriliyor.

Yazının başına dönecek olursak Türkiye, cumhuriyetinin yüzüncü yılında en önemli seçimlerden birisini 14 Mayıs’ta yaşayacak. Ancak Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren savaş gündemi oldukça özet bir biçimde böyle. Bütün bu görüntü karşısında bilin bakalım ne eksik? Etkili bir barış hareketi. 14 Mayıs, Türkiye açısından bir dönüm noktası olacaksa etkili bir barış hareketi de olmalı. İronik olan şu ki 15 Mayıs da Dünya Vicdani Retçiler Günü. 15 Mayıs sabahına daha güzel bir Türkiye umuduyla uyanma hayali kuruyoruz. Bu hayalin kabusa dönüşmemesi için barış için çalışmamız gerek. Aksi halde Türkiye bu kadar savaşın içindeyken hepimiz için işlerin çok daha kötü bir yere gitmesinin önünde bir engel kalmamış olacak. Bu şekilde nereye kadar gidebiliriz?

Av. Gökhan Soysal

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org