23 MAYIS 2024
Resmi gazetede 22.05.2024 tarihli yayınlanan 32553 sayılı yönetmelikle 1990 tarihli ve 90/500 sayılı Bakanlar Kurulu’nun ‘Seferberlik ve Savaş Hâli Tüzüğü yürürlükten kaldırıldı. Yerine aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla ‘Seferberlik ve Savaş Hâli Yönetmeliği’ getirilerek yürürlüğe girdi.
Bilindiği üzere 2017’deki tartışmalı referandum sonucunda Türkiye’de parlamenter sistem çok büyük bir darbe almış ve eşi benzeri olmayan bir cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmişti. Bu geçişten sonra haliyle önceki mevzuatta başbakana ve bakanlar kuruluna yapılan atıflar cumhurbaşkanı olarak değiştirilmeye başlanmıştı. Bu değişikliklerin birçoğu büyük önem taşımayan değişiklikler oluyordu. Seferberlikle ilgili yönetmelik değişikliğindeyse büyük değişiklikler olduğu yönünde haberler yapıldı. 103 maddelik yönetmeliği kısa bir sürede ayrıntısıyla incelemek oldukça zor. O yüzden kamuoyuna yansıyan iki temel hususa dikkat çekip vicdani retçiler için küçük ama küçük olduğu kadar da önemli bir not eklemek istiyorum.
Birinci temel husus: Yapılan haberlerde önceki tüzükte yer almamasına rağmen bu tüzüğün yerine getirilen yönetmelikte cumhurbaşkanının artık “ayaklanma ve kuvvetli veya eylemli kalkışma” ortaya çıkması durumunda doğrudan seferberlik ilanına karar verebileceği söyleniyor. Halbuki yönetmeliğin kaynağını aldığı kanunda zaten bu ibareler yer almaktaydı, yani bu konuda getirilen yeni bir düzenleme yok. Kanunda 2017, 2018, 2019 ve 2021 yıllarında yapılan değişiklikler tüzüğe yansıtılmamıştı, şimdi yapılan bu eksikliği gidermek gibi duruyor.
Asıl büyük değişiklikse, AKP’nin yıllar boyunca işbirliği yaptığı ve anayasa değişikliği dahil olmak üzere ne istedilerse verdiği “Gülen Cemaati” tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan darbeden sonra gerçekleştirilmişti. Eskiden Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra seferberlik ilan edebilirken 700 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile cumhurbaşkanı hiç kimseye sormadan seferberlik ilan edebilir duruma getirildi. Yönetmelikte de bu doğrultuda düzenleme yapılmaktadır. Sadece göze yeni çarpmaktadır.
Bu hususta teknik olsa bile belirtmeden geçemeyeceğim göze çarpan ilk büyük değişiklik, eskiden bir tüzük olarak gerçekleştirilen düzenlemenin şimdi yönetmelik olarak düzenlemesidir. Belirtmek gerekir ki AKP döneminde çıkarılan kanunlar hatta neredeyse bütün yasal düzenlemeler izaha muhtaç olarak gün ışığı görüyorlar. Bu düzenlemede de farklı bir durum olduğu söylenemez. 2017 yılındaki referandumla birlikte anayasada tüzüklerin yerini lafzen cumhurbaşkanlığı kararnamesi almıştı. Seferberlikle ilgili bu düzenlemede tüzüğün yerini cumhurbaşkanlığı kararnamesinin almasını beklemek oldukça doğaldı. Ancak bu düzenleme cumhurbaşkanlığı kararnamesi olarak değil yönetmelik olarak yapılmıştır.
Bunun cumhurbaşkanlığı kararnamesi olarak değil de yönetmelik olarak düzenlenmesinin sebebi, bu düzenlemeyle ilgili denetimin Anayasa Mahkemesi tarafından değil Danıştay tarafından gerçekleştirilmesi amaçlanmış olabilirdi. Siyaseten böyle bir yorum yapılabilirdi ancak cumhurbaşkanlığı kararnamesi yerine yönetmelik olarak düzenlenmesinin basit bir nedeni var muhtemelen: 700 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu” üzerinde yapmış olduğu değişiklik. Bu değişiklikle eskiden tüzükle getirilen düzenlemelerin yönetmelikle yapılacağı işlenmiştir. Sonuç olarak saçma bir durumla karşı karşıya kaldık: Tüzük, bir yönetmelik aracılığıyla ortadan kaldırılmıştır.
Prof. Dr. Kemal Gözler, cumhurbaşkanlığı kararnamelerini “Anayasamıza 21 Ocak 2017 tarih ve 6771 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunuyla eklenmiş 104’üncü maddenin 17’nci fıkrası, Türk kamu hukukunun şimdiye kadara başına gelmiş en büyük beladır. Bu fıkrada ne varsa hepsi yanlıştır.” olarak tarif etmişti. Bu yeni seferberlik yönetmeliği, kamu hukukunun başına gelmiş yeni belalardan sadece birisidir.
İkinci temel husus: Olağanüstü hâl (OHAL) dönemlerinde Kanun Hükmünde Kararnameler ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden, kamu görevi veya meslekten ihraç edilenler, yedek er kaynağına alındılar. Böylece, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası TSK’den ve meslekten ihraç edilenler de seferberlik ve savaş hâlinde “yedek er” olabilecek. Biliyorsunuz KHK’ler ile onbinlerce kişi “terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı yapılara iltisakı ve irtibatlı” diyerek kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olmadan kamu görevinden ihraç edilmişti.
KHK’ler ile milli güvenliğe tehdit olarak değerlendirilen kişiler, bu düzenlemeyle birlikte, ülkenin bir bölümü ya da tamamı bir tehditle karşı karşıya kaldığında veyahut daha önemlisi “devletin bekasını temin etmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla” asker olabilecekler.
Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu ve bu kanuna dayanan tüzük, 80 darbesinin bir ürünü. Bu ürünü güncellemek de şaşırtıcı olmayan bir biçimde AKP’ye nasip oldu.
Gelelim vicdani retçilere: Anayasada, kanunda ve yönetmelikte savaş ve seferberlik tanımı “hak ve hürriyetlerin kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandırıldığı hal” tanımlanmaktadır. Yasal düzenlemelerin “tamamen sınırlandırılma” demesine bakmayalım; bu, hak ve hürriyetlerin yok sayılabildiği anlamına gelmektedir. Doğal olarak savaş zamanında vicdani retçilerin durumu direkt olarak akla gelecek hususlardan birisidir. Savaşla karşı karşıya kalan milyonlarca insanı düşündüğümüzde bu konu çok daha yakıcı bir konuya dönüşmektedir.
Vicdani ret hakkı, din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilen bir haktır. Peki anayasada temel hak ve hürriyetlerden birisi olarak sayılan din ve vicdan özgülüğü, olası bir seferberlik ve savaş halinde kısmen veya tamamen sınırlandırılabilir mi? Anayasanın 15. maddesi bunu oldukça güzel bir şekilde cevaplandırmaktadır: “Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz.” Bu nedenle birçok temel hak ve hürriyet sınırlandırılsa hatta yok sayılsa da vicdani ret hakkı aynı yaşama hakkı gibi aynı masumiyet karinesi gibi özüne dokunulamayacak yani ortadan kaldırılamayacak haklardan birisidir.
Biliyoruz ki bir sivil itaatsizlik örneği olan vicdani ret hakkı, kanunlarda yazanlara değil meşru haklara dayanan bir haktır. Vicdani ret hakkının meşruluğu anayasalarda, kanunlarda, yönetmeliklerde yazmasına değil savaşa karşı duruşundan ileri gelir. Savaşlar var olduğu sürece vicdani ret hakkı da var olacaktır.
Vicdani retçiler savaş zamanlarında kurşuna dizilseler bile her zaman savaşa karşı olmuşlardır. Varsa insanlık onuru da savaşarak değil ancak böyle savaşa karşı durularak kurtarılacaktır.
Kaynak: AV. GÖKHAN SOYSAL