VİCDANİ RET AÇIKLAMAMDIR
Canı olmayan camı kırmayı şiddet olarak tanımlarken, canı olanı kırmayı, imha etmeyi şiddet olarak tanımlamayan, kendine göre suç tanımları uydurup adaleti hiçbir şekilde sağlayamayacağı ortada olan yasaları çıkartıp insan-hayvan-doğa demeden, tüm yaşam üzerinde her türlü tahakkümü bizzat kuran ve güçlendiren, devletin ikiyüzlü adaletine de düzen sağlayıcılığına da inanmıyorum. Devletin düzen, otorite ve hatta Türkiye’de çoğu zaman “adalet” adına topluma yaptığı müdahaleleri tehlikeli buluyorum ve benim için tek düzenin anarşi olduğunu söylüyorum. Kendini ayakta tutmak, kendini güçlendiren endüstriyi korumak için her türlü zulmü her türlü canlıya reva gören devletin ölüm ve infaz kararlarını, kötücül yargı kararlarını uygulamak için her daim hazır bekleyen bir ordunun, ne içeride ne de dışarıda bir parçası olmak istiyorum.
Yasalar dahilinde, hayvanları, hayvanat bahçesine kapatıp insana seyirlik malzeme yapıp ölene kadar esaret altında tutmakta; deneylerde işkence ile sömürmekte ve katletmekte; ticarî kaygılarla okyanus ötesi mesafelerden avlayıp küçücük havuzlara tıkmakta; insanın kan görme arzusu ve zevki uğruna türlü hileler ile ve ihaleler açarak avlatmakta; bir “tecavüz” metodu ile sürekli üretip cehennemi andıran entegre çiftliklere kapatıp sömürdükten sonra mezbahalarda gırtlaklattırmakta ve hayvanların, işkence ile öğretilen doğal olmayan hareketlerini eğlence diye pazarlatmakta; dirisinden ölüsüne kadar her şekilde paraya çevrilmesinde hiçbir sakınca görmeyen devletler, kirli işlerini ordularına yaptırıyor. Kapalı kapılar ardında başka devletlerle, şirketlerle gizli gizli yaptıkları kirli pazarlıklarını uygulatmak için silahlı kuvvetlerini, ordularını öne sürüyor.
Hâl böyleyken, sadece bana ait olan bedenimi ne Türk varlığına ne de başka bir ulusun varlığına armağan edeceğim. Artık gerçekten kokuşmuş bu düzenin karşısında, bir anarşist ve hayvan özgürlükçüsü olarak, tahakküm ilişkilerini ve şiddeti mümkün olduğunca kendimden uzak tutmaya çalışarak yaşadığım bu hayatı, kimseden emir almadan, hiçbir otoriteye itaat etmeden, kimseyi öldürmeden yaşamak istiyorum. İnsanı canından usandıran militarizm; tektipleştirme, itaati dayatan ordular, “millî savunma”, “savaş”, “terörle mücadele” gibi gerekçelerle dünyanın en büyük ve kanlı endüstrisi olan silah endüstrisini beslemekte. Bu endüstri ürettiği silahlarla, yok etme projeleriyle ve uyguladığı deneylerle milyonlarca canlının yaşamına kastetmektedir. Silah endüstrisi için yapılan laboratuvar deneylerinde ise kaç milyon hayvanın can verdiği bilinmiyor bile; çünkü “millî güvenlik”, “devlet sırrı” kelimelerini ağzımıza bile alamıyoruz. Silah endüstrisinin kardeşi olan, devletin mevzuatıyla onaylanan ve devlete kaynak sağlayan avcılığın sebep olduğu sonsuz bucaksız soykırımdan ise bahsetmeyeceğim…
Balta, bıçak, mızrak, yay, kılıç, gürz, tüfek, top, obüs, el bombası, mayın, roket atarlar, tank, savaş uçağı, gaz odaları, asit kuyuları, füzeler, atom bombası, hidrojen bombası, nükleer başlıklı denizaltları, yapay virüsler, kitle imha salgınları. Geçmişten günümüze kullanılan yıkım araçları. Devletlerin, canlıları, dünyayı yok etme konusunda kibirlendikleri, yetmezmiş gibi medeniyetin gelişimi olarak lanse edilen silahlar. Ne bu tür bir uygarlığı kabul ediyorum ne de bu uygarlığın sağladığı hukuğun adaletine ve geçerliliğine inanabiliyorum.
Çocukluğumuzdan bu yana kutsal, dokunulmaz, eleştirilemez ve koşulsuz biat edilmesi gereken bir varlıkmış gibi öğretilen ama büyüdükçe hiç de öyle olmadığını gördüğümüz devlete de ordusuna da verecek ne canım ne de zamanım var. Kısacası, devlete diyeceğim odur ki: Zorlamayın, dayatmayın! Çünkü zorla, insan ikna edilmez! Düşün insanların da hayvanların da doğanın da yakasından… Bir “savaş” vereceksem o da hayvanları ve doğayı daha çok özgürlüğe, kurtuluşa yaklaştırmak için olabilir, bu mücadelede yaşama düşman olan devlet de ordu da benim tarafımda yer almıyor. Dolayısıyla benim, o ya da bu şekilde, bahsettiğim kurumsal otoritelerin bir parçası olmam da mümkün değil.
Belki sayımız çok değil, devlet ya da benzeri organizasyonlar kadar -ki hiç istemem, korkarım bundan- örgütlü değiliz, imkânımız yok belki ama hayvanlar, insanlar ve doğa için yani istisnasız herkes için topyekûn özgürlük isteyenler olarak, “bulunduğumuz yerden dünyayı değiştirmeye devam edeceğiz”, reddedişimiz, neşemiz, öfkemiz ile…
Cinsiyetçilik, erklik başta olmak üzere ırkçılık, milliyetçilik, türcülük ve eril şiddet etrafına işlenen militer anlayışa karşı çıkıyor bana dayatılan militarist tahakkümu vicdanen reddediyorum.
Barış Bilen Atal