“Diyarbakırlılar barışla, devlet savaşla karşıladı bizi” (Yavuz Atan’la röportaj)

Diyarbakır’a barışa yürüyenlerden savaş karşıtı Yavuz Atan sorularımızı yanıtladı: Gözlerimin gördüğünden fazlasını “gördüm”. Hayatı bitirmeye yönelmiş her şey. Savaşı durduramazsak, ölü canlar olarak kalırız. Batı bunun altından kalkamaz, lanet buraya çöker hızla.

05 Ocak 2016
Haber: Yıldız Tar
Diyarbakır’a barışa yürüyenlerden savaş karşıtı Yavuz Atan sorularımızı yanıtladı: Gözlerimin gördüğünden fazlasını “gördüm”. Hayatı bitirmeye yönelmiş her şey. Savaşı durduramazsak, ölü canlar olarak kalırız. Batı bunun altından kalkamaz, lanet buraya çöker hızla.

Ankara
Barışa Yürüyorum İnisiyatifi 27 Aralık günü Bodrum’dan yola çıktı. İstikamet Diyarbakır’dı. Kentin ‘son kötü yılı’ olması dilekleriyle savaş karşıtları birçok şehri geçerek Diyarbakır’a vardı.

Ülkenin en batısındaki şehirlerden yola çıkıp her durakta seslerine ses katan savaş karşıtları Diyarbakır’da barış için Sur’a yürümek istediler. Sokağa çıkma yasaklarıyla sayısı her geçen gün artan ölümlere imza atan devletin yanıtı barış yürüyüşçülerine de saldırmak oldu. Yaralananlar, gözaltına alınanlar derken barış yürüyüşçüleri her şeye rağmen yeni yılı Diyarbakır’da karşıladı.

“Ölüm değil yaşam” diyerek barış için yola çıkanlardan savaş karşıtı, vicdani retçi Yavuz Atan yola nasıl çıktıklarını, yol boyunca neler yaşadıklarını, Ankara’yı, Adana’yı, Diyarbakır’ı, savaşın bölgeye etkisini ve Diyarbakırlı Mahmut amcaya ‘borçlu olduğu barışı’ KaosGL.org’a anlattı.

Atan’ın sorularımıza yanıtları şöyle:

Bodrum’dan Diyarbakır’a barış için yola çıkmaya nasıl karar verdiniz?

Yıllardır, savaş karşıtı mücadelenin ve örgütlenmenin içerisinden kişiler olmamıza rağmen, aylardır katliam haberleri izleyerek paralize olmaya başlamıştık. Hem zulme karşı bir tepki gösterip, durdurmaya çalışmak, hem de sessizce izlemenin hasta ettiği ruhlarımızı iyileştirmek için, harekete geçmeliydik. Benim içinde bulunduğum hal buydu. Gözümün önüne bir perde musallat olmuştu. Harekete geçmeye net olarak karar verdiğimde, bu perde kalktı. İzmir’den vicdani retçi arkadaşım Vedat Zencir’in önerisiyle bir sanatçı topluluğu organizasyonu yaparak gitmek için çabalıyorduk. İstanbul’dan bazı isimlere ulaştık. Yavaş ilerliyordu. Bu arada Bodrum yürüyüşünü duyduk. Ben sosyal medyada bu yürüyüşü duyurmaya başlamıştım zaten. Savaş koşullarının vehameti dolayısıyla, o girişimi erteleyip, bu yürüyüşle birleşmeye karar verdik ve bağlantı kurduk. Bu arada, katılacağımızı da çevremize duyurduk ve katılımlar arttı.

Yürüyüş rotası
Diyarbakır’da hem savaşla hem de barışla karşılandık

Yürüyüş boyunca birçok şehre uğradınız. Neler yaşandı oralarda?

Ben Muğla’dan katıldım yürüyüşe Datça ve Köyceğiz’den gelen arkadaşlarla beraber. Bodrum’dan yüzlerce kişi coşkuyla uğurlamış arkadaşları. Muğla’da aynı saatlerde Roboski anması vardı. Ona katılanlar tarafından karşılanıp uğurlandık. Çoğumuz, daha önceden hiç tanışmıyorduk. Yolda birbirimizi tanımaya başladık bir yandan. Üslup, politik görüş ve perspektifleri farklı insanlar olduğumuzdan, başlarda biraz sorun yaşadık. Ancak, her gerilim noktasında, biraz durup birbirimizi anlamaya çalışarak çözdük bunları adım adım. Yol arkadaşlığı ve ülkenin bugünkü şartlarında yürüyüşün bize yüklediği sorumluluk, kendine özgü demokratik yöntemleri bulmamızı sağladı. Ankara’da ilk eylemimiz, Ankara katliamında yitirdiklerimizi anmak oldu. Ardından, benim de aralarında olduğum bir gönüllü grubu yaralıları ziyaret için hastanelere gitti. Onların Diyarbakır’a selamlarıyla ayrıldık oradan. Ertesi gün meclise doğru bir barış yürüyüşü gerçekleştirdik. İlgi ve katılım oldukça iyiydi. Meclis önünde bazı vekillerin de katılımıyla basın açıklaması yapıp Adana’ya doğru yola koyulduk. KESK tarafından karşılanıp, adanalı “koruyucu aileler” tarafından misafir edildik. Ertesinde, Adana’da yüzlerce kişinin katılımı ve desteğiyle, şehrin merkezinde bir yürüyüş ve basın açıklaması yaptık. Birkaç polisin laf atmaları dışında, tutum çok pozitifti. Urfa’ya akşam vardığımızdan, oradaki programı revize ederek, sadece basın açıklaması yaptık. Bu arada, Ankara’da başka şehirlerden gelen arkadaşların yanı sıra, Adana ve Urfa’dan da katılımlar oldu. Antep programını iptal etmek zorunda kalmıştık; Antep’ten katılmayı düşünenler, başka yollarla Diyarbakır’a gelip katıldılar bize. Onlardan iki genç arkadaş, iki Kürt gencinin barış yürüyüşçülerine seslenmesi şeklinde hazırladıkları etkileyici mesajı okudular bizi misafir eden Büyükşehir Belediyesi’nin kahvaltısı sırasında. Sonra belediye eşbaşkanlarıyla bir toplantı yapıldı. Ardından da saldırıya uğrayan meşhur yürüyüş. Diyarbakır’da hem savaşla hem de barışla karşılandık. Diyarbakırlılar barışla, devlet savaşla karşıladı bizi.

Diyarbakır

Son durak Diyarbakır… Diyarbakır’da barış yürüyüşçüleri gözaltına alındı. Polis saldırısı ve gözaltı sürecini anlatabilir misin?

Barış karşılamasını yaşadığımız belediyenin önünden gerçekleştirilecek bir yürüyüş için dışarı çıktık. Görev yapmaları kolluk kuvvetleri tarafından engellenen ve yaralı insanları kurtarmaya çalışırken öldürülen sağlık emekçileri için eylem vardı zaten. Ayrıca HDP, DBP ve DTK yöneticileri ile bazı vekiller de oradaydı. Hep birlikte katıldığımız sağlık emekçilerinin eyleminin ardından, yürüyüşün engelleneceği söylendi. Karşımızda bazılarını daha önce görmediğimiz ağır silahlarla donatılmış çeşitli zırhlı araçlar ve siyah camlı, plakasız, içlerinde keskin nişancı kiralık katillerin olduğu söylenen (Çeçen paralı askerler) siyah ranger arabalar vardı. 50 metre civarından hiçbir sivilin geçmediğini gördüğüm bir panzerin arka tarafında ses bombası patlatıldı. Bizi paniğe ve saldırıya sevk etmeye çalıştılar. Küçücük bir geçici dalgalanma dışında sükûnetimizi bozmadık. Ama yürümek konusunda bir tereddüt oluştu. Yürüyüş kolunun önüne davet edilmiştik; hızla bunu değerlendirip yürümeye karar verdik. Bu karardan sonra kimse dağılmadı ve yürüyüş başladı.

Ben dört arkadaşımla birlikte canlı yayına katılacaktım; bu yüzden bizim yürüyüşe katılmamamızı önerdi bazı arkadaşlarımız. Yediremedim kendime ve canlı yayın için dönmek zorunda kalana kadar yürüdüm. Sur’a doğru barışçıl bir yürüyüş yapıyorduk. Sur’un girişinde sonlandıracaktık eylemi. Herkes kendince atıyordu sloganlarını; bazen de beraber. Sur’a 100 metre kala, yayına yetişmek için koşarak geri döndüm. Belediyeye varmak üzereyken ikinci bir bomba patladı ve saldırı birkaç dakika içerisinde bulunduğumuz yere kadar ulaştı. Dolayısıyla bir kısmına tanık oldum belediyeye sığınan yüzlerce kişiyle birlikte. Birinci bombanın patlatılma şeklinden hareketle, ikincisinin nasıl patlatıldığını tahmin etmek zor değil. Kar ve don ortamında çılgınca soğuk su sıkıyorlar ve artık kimsenin kalmadığı sokaklara yüzlerce gaz bombası atmaya devam ediyorlardı. Belediyenin içerisinde durmak bile epeyce zorlaşmıştı gazdan.

Gittiğimiz TV kanalında izlediğimiz görüntüler ve haberleşebildiğimiz arkadaşlar aracılığıyla, saldırının tam bir savaş taktiği olduğu anlaşılıyor. Batıdaki gibi, çevik kuvvet yok karşınızda. Ağır silahlı savaş araçları ve yine ağır silahlı, konuşlanmış, maskeli sivil “polisler” var. Zırhlı araçların sıktığı plastik mermiler, gazlar ve tazyikli suyun yanı sıra, gerçek mermiler de kullanılıyor. Zırhlı araç saldırısından kurtulup bir yerlere sığınanlar, yine askeri operasyon usulüyle, zırhlıların yaralayıp, paralize ettiği arkadaşlarımız, sığındıkları yerlerde kar maskeli birlikler tarafından avlanıyor. Yapılan bu. Hepsi de darp edilerek gözaltına alınıyor. Plastik mermiyle yaralanan arkadaşımız Arzu Okay’ın deyişiyle “insan etine vurulduğunda çıkabilecek bütün seslerin eşliğinde” yavaşlayarak, iki saate yakın sürdü bu operasyon. Beş arkadaşımızın da aralarında bulunduğu 24 kişinin gözaltına alınmasıyla sonuçlandı. Bizim gruptan iki yaralı vardı. Toplamı bilemiyoruz.

Diğer şehirlerde gördüğümüz abartılı kibar muamelenin arka yüzü Diyarbakır’da yaşadıklarımızdır. Hazırlıklarını gözlerimizle gördüğümüz bir katliam ortamının provalarından biriydi bizim yaşadığımız…

Sonrasında biz gecikmeli olarak Özgür Gün TV’ye, diğer arkadaşlarımız da baroya ziyarete gitti. Önceden planladığımız gibi sözsüz mesajımızı manevi varlığına sunmak için, Tahir Elçi’nin barodaki odasını ziyaret etti arkadaşlar. Akşam da yeni yıla girme sözümüzü yerine getirmek için Sur’a gittiler. Orada bulunanlarla birlikte barış nöbeti tuttular; her şeye rağmen “Amed’in son kötü yılı olması” dileklerimizle birlikte. Uzun bir yolculuğun yorgunluğu, günde birkaç saati geçmeyen uykular, önce yolun heyecanı, sonra da saldırının gerilimi gördüklerimizle birleşince, bazılarımızın sağlığı etkilendi, gidemedi. Gidenler, tanrıların şefkat göstermediği kuşatılmış kentin hacıları, olarak girdiler yeni yıla.

1 Ocak’ta nerdeyse kendi kendimize basın açıklamasına görünürde sadece, samimi rolü oynayan yılışık sivil polis geldi. Basın açıklamasının ardından Praksis grubunun çaldıkları eşliğinde kısa bir halaya durduğumuzda, batıda gördüklerimizin yanında epey battal kalan (hani içine insanların sokulup kaçırdıklarının görüntülerini bildiklerimizden) bir panzer bize doğru hareketlendi; ama biz zaten eylemi bitiriyorduk o sıra. Ardından, bir değerlendirme için bir araya geldik, arkadaşlarımızın bir kısmı yola çıktı hemen. Bir kısmımız geride gözaltında kalan arkadaşlarımızla ilgilenmek için kaldık.

Mahmut amcaya borçlu olunan barış…

Sokağa çıkma yasaklarının can almaya devam ettiği Diyarbakır’da nasıl bir manzara karşıladı sizi? Bölgede savaş koşullarının yarattığı yıkımı ana akım medya yazmasa da alternatif medyadan görebiliyoruz ama sizin birinci elden izlenimleriniz neler?

Bizim orada toplu olarak geçirdiğimiz zaman, yılın son günü ve gecesi ile yeni yılın ilk günü idi sadece. Gözlerimin gördüğünden fazlasını “gördüm”. Beni en etkileyen şeylerden biri, kocaman şehrin sokaklarında, hem de bizim bulunduğumuz merkezi yerde, dolaşan insanların sayısının küçücük bir kasabanın sokaklarındakinden az olmasıydı. Doğduğun ve yaşadığın yerde, bırak özgür bulunmayı, dolaşamamak… Hayatı bitirmeye yönelmiş her şey. Buralarda görmediğimiz savaş araçlarının, Tolkien’in nazgûllerini çağrıştıran plakasız, siyah camlı rangerların, 500 liraya insan öldüren kiralık katillerin bulunduğu bir ülkede, maaşları yükseltilip, ayrıca brüt üzerinden 24 maaş ikramiye verilen ağır silahlı, maskeli polislerin, taksiden çok savaş araçlarının yol aldığı caddelerin, “Omelas’ın refahı ve barışı için” Sur’a kapatılmış binlerce insan olduğunu bilmenin eşliğinde geçti zaman.

Bu, savaşın zamanıydı. Bir de barışın zamanını anlatayım: Diyarbakır zirvesi olmak üzere, her yerde çok iyi karşılandık ve uğurlandık. Duyarlılığı körelmiş birinin bile hissedeceği kadar, yaralı bağırlarına bastılar bizi. Acı da kucaklaşma da o kadar zaman dışıydı ki, üstümüze yollanan lanetin içimize işlemesine engel oldu. Belediye’deki kahvaltının sıcaklığı, biz programı değiştirip onları “ektiğimiz” halde, Antep’ten gelmenin yollarını bulup bize hitaben yazdıkları, etkileyici metni okuyan iki gencin varlığı, sokaklarda çok az insan olsa her temas ettiğimizde bütün Diyarbakırlıların bizden haberdar olduğunu bilmek…

Hepimiz anlatılacak birçok şey yaşamıştır. Benimkilerden bir kaçını anlatayım: Mahmut amcayla kucaklaşmak, beni en etkileyenlerden biriydi. Katıldığımız TV programını izlemiş. Son basın açıklamamıza gelmiş. Ön tarafta aynı yayına katılan arkadaşım Hürriyet’le sohbet ederken, barış talebini dile getiren duygusal bir konuşma yaptı. Ardından da “uzun saçlı bir arkadaş vardı, o nerede?” diye sordu. El salladım. Geldi, bana sarıldı ve ağlamaya başladı. Sessizce eşlik ettik. Sıkletimizden büyük, ama taşımaktan imtina etmeyeceğimiz bir yük bıraktı bize. Barış borçluyuz ona. Daha büyüyerek, onun ayaklarına götürülecek bir barış…

Dönüşe yakın yol hazırlığındayken, 4-5 kişilik bir grup durdurdu beni. Aralarından biri, diğer cümlelerinin başında şunu dedi elini kalbinin üstüne koyarak: “barışla gelen kardeşim; kalbimizin en müstesna yerinde saklayacağız sizi. Bizi öldürmeden, size bir şey yapamayacaklar”… Kimi tanıyordu izlediklerinden, kimi kokartlarımızdan anlıyordu, kimi de orada olduğumuzu bildiklerinden tahmin ediyorlardı. Kelimelerle aram iyidir; ama çoğunun söze dökülür hale gelmesi zaman alacak.
Engellenirsek, başka yollar bulacağız

Yürüyüş bitti ve geri dönüldü. İnisiyatif bundan sonra ne yapacak?

Dağılmadan önce yapılan toplantıda öne çıkan, bu adıyla kampanyanın yine bir buluşmayla sonlandırılması; her yolu kullanarak gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı anlatmak, bunun için her yerde etkinlikler düzenlemek, ardından da daha fazlasını yapmanın yollarını bulmak ve bunları hayata geçirmek idi kabaca. Fazla ara vermeden bunlara giriştik şimdi. Kimimize önceden yürünmez görünen yoldan döndük. Kalbimiz orada kaldı; yine gitmezsek, kalpsiz kalırız. Savaşı durduramazsak, ölü canlar olarak kalırız. Batı bunun altından kalkamaz, lanet buraya çöker hızla. Geleceğini ve vicdanını devletinkine katmak yerine, kendi geleceğine sahip çıkmalı batı; batının ezilenleri. Kürtler’in halledilmesine sessiz kalanlar bilmeli ki; Diyarbakır’daki siyah rangerların içindeki şeriatçı kiralık katillerin kendi kapılarının önüne gelmesi çok yakın. Biz bunları anlatmaya ve kötülüğü, yıkımı, savaşı durdurmak için çaba harcamaya devam edeceğiz. Ne şekilde yapacağımızı da elbette ki duyuracağız. İçten pazarlığımız, gizli hesabımız yok. Engellenirsek, başka yollar bulacağız. Başkaları da başka yollar bulup, ortaya çıkacak. Gördüklerinden, duyduklarından en azından yüzü kızaran milyonlarca insan vardır. Kimse utanmasın yüzünün kızarmasından. Başlarını kaldırıp bir birlerine bakarlarsa yüzleri kızaranlar, ne yapmaları gerektiğini diğerinin gözündeki solgun ışıltıda görürler.
Herkesin sadece eceliyle öleceği bir gelecek

7 Haziran sonrası yaşananlar; Suruç ve Ankara patlamaları; Sur, Silopi, Silvan, Cizre, Nusaybin ve daha birçok sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerdeki ölümlerin yasları sürerken barış nasıl mümkün? Özellikle son süreçte cenazelere dahi devlet şiddeti ayyuka çıkmış durumdayken barıştan nasıl ve neden bahsetmek gerekiyor?

Barış, içi epey boşaltılmış bir kavram. Kendimi savaş karşıtı olarak tarif eden biriyim bu yüzden. Ama, bu yürüyüş boyunca, barış kavramının içinin, savaş kavramından arındırılarak doldurulmasının imkan dahilinde olduğunu gördüm. Korkunç ihtimali söyleyeyim de öyle konuşalım: devlet, kendisini engelleyecek hiç bir gücün olmadığı vehmiyle, toplu yok etmeye hazırlanıyor. Kendisini savaş ve inşaat üzerine kurmuş bir iktidarla buluşması zor olmadı bu nedenle. Beri yandan, birbirlerine kazık atan ve şantaj yapan batılı dostlarıyla bir miktar göz yumulan bir planı gerçekleştiriyorlar. Eninde sonunda durdurulacak. Ya biz durduracağız ya kendi içinden çökecek. Barıştan anladığımız, bizim durdurmamız. Yol boyunca kendi aramızda sağladık bunu. Olur olmaz polemiklerle birbirinden uzak duran insanlardık çoğumuz. Bazılarımız barıştı en azından. Yol arkadaşlarından Uygar’ın deyişiyle: “tartışalım, hatta kavga da edelim ama buralarda bir araya gelemeyecek kadar ileri gitmeyelim.” Herkes diğerinin yaptığına dudak bükerek, öfkelenerek, kibirlenerek… Kimse nefretle hayata devam edemez. Herkes kendi özgürlüğünün değerini bilirse, onu yaşamaya çalışırsa, diğerinin de neden bunun üstüne titrediğini anlar. Ve özgürlüğe ihtiyacı olanlar ezilenler, ötekiler bir araya gelir. “kurtuluş yok, tek başına; ye hep beraber, ya hiç birimiz” deyişimiz bundandır. Zorla bir arada tutulmanın değil; karşılıklı özgürlüklerin tanındığı zeminde birlik ya da kızgınlık olsa da dostça ayrılık. Bizim barışımız budur. Devlete “öldürme!” dediğimiz; herkesin, sadece eceliyle öleceği bir gelecek için mücadelesini verdiğimiz barış. Bütün masaların tüketildiği bir barış.

İkiyüzlüce sürdürülen müzakerelerden hazzetmemiştim. Halen de o masaya uzağım. Fazla bel bağlanıp, sonra devrildiği için ortalığı tarumar eden masa. Ama, Diyarbakır’da gördüğüme, bana söylenene sessiz kalamam: asgari olarak, masaya dönülsün. Biz zaten kendi barışımızı sağlarız. Masadakilere de konuştuklarının bizim kaderlerimiz olduğunu, bir an için unutturmayız. Bundan gayrısını savaş, iktidar ve militarizm halledemez. Geri kalanı zorunlu askerler ve önlerinde fazlaca yol bırakılmamış dağlardaki Kürt yoksulları da aralarında çözerler. Evet, bunlar temenni ve iyimserlik gibi oldu ama kafamızı kaldırdığımızda gelen lanete bakınca, bu kadar söylenebiliyor. Daha fazlasını da söyleyebildiğimiz, gerçekleştirebildiğimiz bir durum yaratmanın mücadelesini de aralıksız veririz. Unutmadık; Diyarbakır’da bize, yani barış için, kimseye zulüm ve hüküm edilmemesi için yola çıkanlar; “bu savaşı bütün ezilenler bir araya gelerek durduracağız” diyerek 10 Ekim’de Ankara’da toplanan, şimdi kimi yaşamayan onbinlerce kardeşimizin hatıralarını ziyaret ederek gittik ve hatıraları bizimleydi. 10 Ekim’de orada kalan canların yaptığı gibi; asla vazgeçmeyerek.

http://kaosgl.org/sayfa.php?id=20835

**

Sur, Cizre ve Silopi’de 10’u çocuk 50 cenaze hala defnedilemedi – Tıklayın

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org