Evrensel bir vicdani ret hakkı için…
Savaş vahşice kolektif bir girişimdir. Bireysel haklar, çıkarlar, değerler ve perspektiflerin kolektif çıkar uğruna bir kenara konmalarını talep eder. Dolayısıyla savaş bireyi sınırlamaya hatta bazen ezmeye meyleder. Devletler ve milliyetçilik gibi güçlü kurumlar ve toplumsal güçler ile grup baskısı bireyleri sindirir. Genel olarak bu güçler savaşta öldürmeyi desteklemeyi, ona karşı çıkmaktan çok daha kolay kılarlar. Karşı çıkanlar teşhir edilir, itaate zorlanır, cezalandırılır ve bazen öldürülür. Savaşı kabul edenler içinse bunların hiçbiri geçerli değildir. Daha barışçıl bir dünya yaratma umudumuz olacaksa, bu değişmelidir. Barış, bireylerin mümkün olduğunca, savaş hakkında kendi kararlarını verebilmelerine ve kendi düşüncelerini ifade edebilmelerine ve -en az bunun kadar önemli olarak- kendi vicdanlarını takip edebilmelerine olanak tanınmasını gerektirir.
Savaş hakkında mantıklı tartışmalar yürütebilmek için bireylerin savaşın gerçekte nasıl olduğuna dair güvenilir bilgiye erişebilmesi gerekir. Ancak çoğumuzun savaşın neye benzediğine dair tahayyülüyle gerçekte var olan arasında derin bir uçurum var. Daha çok insan savaşın gerçekte nasıl olduğunu bilseydi ve genel olarak savaş ya da özel olarak belirli savaşlar üzerine kendi fikirlerini oluşturma –ve eyleme geçme- özgürlüğüne sahip olsaydı, toplumlar savaşma heves ve gayretlerini yitirir ve çatışmalarını barışçıl yöntemlerle çözmeye daha meyilli olurlardı.
Askerlerini savaşa gönderen çoğu liderin ya da onlara kenardan tezahürat eden halkların savaşın gerçek yüzüne dair sınırlı bir kavrayışı vardır. Daha da ötesi, gönüllü ya da zorunlu olsun, askerlerin de genel olarak savaş üzerine ya da savaşmaları emredilen belirli savaşların meşruiyeti üzerine kendi fikirlerini oluşturmalarına ve bunlar üzerinden eyleme geçmelerine müsaade edilmez. Savaş tutkusundan kurtulmanın önemli bir ilk adımı savaşa dair bu gerçeklerin, yani savaşın trajedisi ve vahşiliğinin bilinir kılınması ve muhalif seslerin korunmasıdır. İkinci adım ise bireylerin savaşın erdemleri üzerine kendi fikirlerini oluşturmalarına ve kendi kanaatleri üzerinden harekete geçmelerine izin verilmesidir. Bu demektir ki, vicdani ret evrensel bir hak olmalıdır.
Savaş üzerine daha dürüst değerlendirmelere Susan Sontag’ın da talep ettiği gibi gerçeklerin görünür kılınmasına izin vererek erişebiliriz: “Vahşi görüntülerin aklımıza kazınmasına izin verelim” zira tüm dehşeti yansıtamasalar da hayati bir fonksiyonları var. “Görüntüler şöyle der: Bunlar insanların yapmaya muktedir olduklarıdır- hevesle, kibirle yapmaya gönüllü olabilecekleridir. Unutma!” (1)
Savaş hakkında dürüst tartışma ancak karşıt görüşler korunduğu takdirde mümkündür. Kendi savaşlarının haklılığına ateşli şekilde inananların farklı düşünenlere karşı korkacak bir şeyi olmamalıdır. Ama tarih gösteriyor ki, karşıt görüşler kötülenir ve muhalifler zulme uğrar. Oysa savaş, denetimden, eleştiri ve tartışmadan muaf tutulamayacak kadar önemli bir meseledir. Aslında dürüst derinlemesine düşünmenin daha iyi karar süreçlerine yol açtığını düşünmek için her türlü nedenimiz var.
O kadar ki, açık tartışma ihtiyacı dikkat çeken biçimde 16’ncı yüzyıl’da Salamanca’da bir teoloji profesörü olan Francisco de Vitoria (1486-1546) tarafından geliştirilen ‘haklı savaş’ teorisiyle ortaya kondu. Ancak Vitoria’nın kendisinin de teslim ettiği gibi, tek başına açık tartışmaya olanak tanımak yeterli değildir. Her birey kendi vicdanı çerçevesinde savaşın ahlaki gerekliliğini sorgulamalıdır. Ve eğer bu durumu yetersiz buluyorsa, savaşmayı ya da onu desteklemeyi reddetmelidir. Diğer bir deyişle, vicdani retçi olmalıdır. Fakat vicdani retçiler yasal, siyasi ve sosyal zulümle karşılaşmaktadırlar. Öyle toplumlar yarattık ki, adil olmayan savaşlarda öldürmeyi desteklemek karşı çıkmaktan daha kolay. Bu değişmeli, bu nedenle savaş hakkında özgür ve açık tartışma ortamının yanı sıra evrensel bir vicdani ret hakkına da ihtiyacımız var.
Bunun nedenini anlamak için Vitoria’ya geri dönebiliriz. Vitoria “tek bir adamın fikri bir şeyi iyi yapmaya yetmez” görüşünü savunuyordu. Prensler savaş açmaya karar vermeden önce geniş bir kitleye danışmalı ve danışılanlar geçerli nedenleri değerlendirmekle yükümlü olmalıydı. Savaşmak için karar verilse dahi, insani yanılma payımız–Vitoria’nın adlandırdığı üzere ‘yenilmez cehaletimiz’-hatalı davrandığımız ve amacımızın aslında haklı olmadığını ortaya koyma ihtimaline sahipti. Bu nedenle, Vitoria kendimizi ahlaki olarak değerlendirmemiz, hatta gerekirse Tanrı’nın adaletinin muhalifimizde yattığı ihtimalini düşünmemiz gerektiğini iddia etti. Ve haksız biçimde savaşa girilmesi olası olduğuna göre, bireylerin kendi amaçlarının ahlaki yönünü değerlendirmeleri ve bunların adaletsiz olduğunu düşünürlerse savaşmayı reddetmeleri sadece bir hak değil, bir görevdi. Vitoria, ‘savaş birine eğer açıkça adaletsiz görünüyorsa, prens aksini emretse bile savaşmamalı’ diyordu. Hatalı olsa bile, kendi vicdanını takip etmeliydi. (2)
Eğer vicdani ret aslında bir ahlaki görevse, ve ben Vitoria’nın bu konuda haklı olduğunu düşünüyorum, o zaman savaşta hakikatin dile getirilmesi ve savaş karşıtlığını koruma ihtiyacıyla da yakından ilişkili bir hak olmalıdır.
Bu evrensel bir pasifizm talep etmek veya her türlü savaşa karşı olanlarla zorunlu olarak aynı fikirde olduğunu söylemek değildir. Ancak, pasifist ve savaşa karşı seslerin duyulması ve bu kişilerin savaşa muhalefet etme, savaşı ve savaşmayı reddetme haklarının her yerde korunmasıdır. İnsanların savaş hakkında “kendi seslerini yükseltmeleri” ve diğerlerinin seslerini duymayı ve onlara angaje olmayı öğrenmeleri hayatidir (3). Hakikati ifade edebilme, muhalefet ve vicdani reddin korunması devletlerin ve toplumların uyurgezer biçimde, doğası ve etkileri üzerine bir takım fantezilere kapılarak savaşlara girmelerini engellemek için gereklidir. Savaşa, bedel ve risklere dair tam bilgiyle girilmelidir.
Karşıt görüşlerin ve vicdani reddin korunması iddialı bir hedef ve muhakkak ki benim burada yaptığımdan çok daha ayrıntılı anlatılmalı ve savunulmalı. Yine de tamamen ütopik bir hedef de değil. Söz konusu prensipler yürürlükteki yasalarda bulunmaktalar ve bir takım yer ve değişik zamanlarda uygun ölçülerde benimsendiler. Açık bilgilendirme ve karşıt görüşlerin korunması (vicdani ret buna dahil olmasa da) sadece bireylerin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde düzenlenen ve hükümetlerin de en azından beyan yoluyla taahhüt ettikleri haklara erişimini talep etmektedir. Herkesin düşünce ve vicdan özgürlüğü ve bu inançları pratikte de açığa vurma hakları vardır (Madde 18). Hepimiz- sınırlar mevzubahis edilmeksizin ve müdahaleye maruz kalmaksızın düşünce sahibi olma ve bunu ifade etme hakkını içerecek biçimde- fikir ve ifade özgürlüğü hakkına sahibiz (Madde 19).
Bununla birlikte, vicdan özgürlüğünün vicdani ret hakkını getirip getirmeyeceği tamamen ayrı bir mesele. Ama dünyayı genel barışa doğru taşıyacaksak, getirmelidir. Ne Evrensel Beyanname ne de onu takip eden medeni ve siyasi haklarla ilgili sözleşmeler konu hakkında net. BM’nin İnsan Hakları organları (oybirliğiyle olmasa dahi) zorunlu askerlik hizmetini vicdan özgürlüğünün ihlali olarak tanımlayan bir takım kararlar aldılar, ancak hükümetlerin büyük çoğunluğu savaşa muhalefet hakkını hâlâ tanımayarak konuyu farklı biçimlerde yasalaştırdı.
Yine de Vitoria’nın yüzlerce yıl evvel ortaya koyduğu gerekçelerden hareketle askeri hizmetin reddi, savaş hakkında hakikatin dile getirilmesi hakkı ve muhalefet edebilme hakkıyla birlikte korunmalıdır. Hakikat, muhalefet ve ret savaşın tasavvuru ve gerçekliği arasındaki uçurumu kapatmaya yardımcı olur ve insanların, savaşın kendisi ve belirli savaşların meşruiyeti üzerine kendi yargılarına varmaları ve bu yargılar üzerinden hareket etmeleri için gereken alanı yaratır.
(1) Sontag, Regarding the Pain of Other, sf. 102
(2) Francisco de Vitoria, ‘On the Law of War’, Anthony Padgen ve Jeremy Lawrence (ed.), Vitoria: Political Writings (Cambridge: Cambridge University Press, 1991) sf.306-11
(3) Hedges, War Is a Force That Gives Us Meaning, sf.15
*Prof. Alexander Bellamy, Avusturalya Queensland Üniversitesi, Barış ve Çatışma Çalışmaları Bölümü öğretim üyesi; Asya Pasifik Responsibility to Protect (R2P)-Koruma Sorumluluğu Merkezi yöneticisi.
Çeviri: Binnur Aloğlu
Bu yazı ilk olarak alexjbellamy.com‘da yayınlanmıştır.
Kaynak: Gazete Duvar