10.03.2016 08:33
Ahmet İnsel / Cumhuriyet
İnsanlığa karşı suç, barışa karşı suçlar ve savaş suçlarıyla birlikte, günümüzde uluslararası veya uluslarüstü suçlar arasında yer alıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kuruluş metni olan Roma Statüsü, bu suçları saldırı, soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olarak tanımlıyor.
İnsanlığa karşı suçların bireyi aştığı kabul edilir. Hâkimler, eski Yugoslavya UCM’nin Erdemovic Kararı’nda (1996), “tek bir insana bile saldırıldığında İnsanlık hedeflenir”tezine dayanarak ceza kararına hükmettiler. İnsanlığa karşı suç olarak nitelendirilen eylemler, hem insan haysiyetine hem de insanlık kavramına ağır bir saldırı olarak nitelendirilir. Uluslararası ceza yargısında ağırlıklı yorum, insanlığa karşı suçların, doğrudan mağdurun çıkarlarından daha geniş bir çıkara zarar vermesi nedeniyle, savaş suçlarından daha ağır bir nitelik taşımasıdır.
İnsanlığa karşı suçlar, UCM’nin dayandığı sözleşmeler, içtihat ve teamüller ışığında, insan haysiyetine zarar veren her eylemi kapsamaz. Sivil halkın tümüne veya bir kısmına yönelik olarak gerçekleştirilen yaygın ve sistematik saldırıyı tanımlar.
Genel olarak insanlığa karşı suç ile devlet yetkisini kullanan güçler arasında bağ kurulur. Çünkü Uluslararası Hukuk Komisyonu, bu suçlar için gerekli plan ya da politikaları geliştirecek, önemli yıkım araçlarını kullanabilecek, kullanılmasına izin verecek ya da bu suçları işlemek üzere bazı kişileri harekete geçirebilecek bir iktidarın varlığının gerektiğinin altını çizer.
Eski Yugoslavya UCM’si de sivil halka karşı saldırının en sık olarak bir devlet emri ile gerçekleştiğini vurgular. Zaten yürürlükteki UCM gerçek kişilere ilişkin yetkiye sahip değildir. Günümüzde, insanlığa karşı suç kapsamına giren ya da girebilecek olan suçları tanımlayan uluslararası metinlerin tümü, temel failin devlet olabileceğini öngörmektedir. Buna karşılık, insanlığa karşı suçların örgütlü özel gruplar tarafından, kendi adlarına ve bir devletin suç ortaklığı olmaksızın işlenmesini de dikkate alan bir yorum son yıllarda güçleniyor.
İnsanlığa karşı suçun maddi öğesi, sivil bir topluluğa yönelik yaygın ve sistematik saldırıdır. İnsanlığa karşı suç olarak nitelenebilmesi için saldırının yaygın, yani kapsadığı mağdur sayısının büyük sayılabilecek bir boyutta olması gerekir. Silahlı güçler, milis kuvvetleri ve silahlı güçlere gönüllü olarak katılanlar sivil kişi niteliği taşımazlar. Ama bir halkın sivil nitelikte olması, bütünüyle sivillerden oluşmasını da gerektirmez. Sivil halkın içinde direnişçiler, silah bırakmış eski savaşçılar, çatışma veya anlaşmazlıkta taraf olmuş kimseler bulunabilir. Önemli olan, söz konusu halkın, esas olarak sivil kişilerden oluşmasıdır.
Suç olarak nitelenen fiil sadece kitlesel cinayet değildir. Halkın bir bölümünü yok etme amacıyla, gıda ve ilaçtan yoksun bırakmak gibi uygulamalar, köleleştirme, uluslararası hukukta belirtilen nedenler dışında nüfusu zorla yerinden etme, kendi koruması altındaki kişilerde fiziksel ve zihinsel şiddetli ağrı veya acı yaratmayı amaçlayan işlemler, cinsel suçlar, vb… de insanlığa karşı suç kategorisine girer. Bir topluluğa yönelik, siyasal, ırksal, ulusal, etnik, kültürel, dini veya cinsiyetçi saiklerle yapılan zulüm de buna dahildir. Roma Statüsü zulmü, bir topluluğun kimliğine dair gerekçelerle, uluslararası hukuk çiğnenerek kasıtlı ve ağır biçimde temel haklarının ihlal ya da inkâr edilmesi olarak tanımlar. Zorla kaybedilme fiili de insanlığa karşı suçtur.
Yeni Türk Ceza Yasası da insanlığa karşı suç olarak, “siyasal, felsefi, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plân doğrultusunda” işlenmiş bazı suçları sayıyor (77. madde). Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirleri hükmolunacağını belirtiyor.
İnsanlığa karşı suç olgusu üzerine önümüzdeki dönemde yoğun bir tartışma yaşayacağız.
Not: Bu yazıdaki bilgiler için Türkçe çevirisini İletişim Yayınları’nın 2012’de yayımladığı, İnsanlığa Karşı Suç başlıklı derlemeyi kullandım.