2003 22 Ocak-Mehmet Bal-MERSİN-9,5 aylık askerliğinin ardından, vicdani reddini açıkladı ve tutuklanarak Adana Askeri Cezaevi’ne kondu. 155. maddeden yapılan yargılamada beraat ettiği için serbest bırakıldı. 22 Ocak 2003’de tekrar tutuklandı, Mersin’deki birlikten “3 ay hava değişimi” gerekçesi ile bırakıldı. Şu anda hakkında devam eden 6 dava var. (firar, izin ‘tecavüzü’ ve 4 emre itaatsizlikte ısrar)
Vicdain reddimi açıklıyorum!..
Bizzat 9,5 ay gibi bir süre içinde bulunduğum askerliğe, 18 Ekim 2002 tarihi itibariyle devam etmemeye ve VİCDANİ REDDİMİ açıklamaya karar vermiş bulunuyorum. Beni askerliği yapmayı reddetmeye götüren nedenler kısaca şöyledir:
Militarizm, özü itibariyle yok etmeyi bir sorun çözme yöntemi olarak kabul eder. Kendisini haklı çıkarabileceği çeşitli nedenleri öne sürerek, sonuçlarından da kendini kurtarmak için çeşitli yasalar ile yaptığını/yapacağını meşrulaştırmaya çalışır. Bu aşamaları gerçekleştirirken elbette egemen kesimlerle de tam bir uyum içinde çalışarak, hem onların isteklerini gerçekleştirmeye yardımcı olur, hem de kendisi için kaynak yaratır. Bu döngü ve uyum sürekli devam eder. Bu uyumu bozmaya çalışan veya karşı gelen ise bir şekilde susturulur, cezalandırılır, hatta yok edilir. Tarih bu çeşit olaylar ile doludur. Her defasında aynı oyunun çeşitli versiyonları sahneye konur ve büyük bir başarıyla da oynanır. Yaratılan bu durumlar o kadar açık ve nettir ki, bunu görmemek için kişi ne kadar çabalarsa çabalasın, vicdan her defasında kendini ortaya koyarak gerçeklerin inkar edilemeyeceğini belirtir. İnsanları en çok ikna eden sağduyu dediğimiz o duygu ise her defasında çeşitli gerekçelere yaslanarak, yaratılan bu durumların görmezlikten gelinmesini ister, hatta bu oyunda gönüllü yer almanın daha doğru olacağını öne sürer. Sağduyunun güvenli ortamını seçmek insana daha cazip gelse de, uzun erimdeki sonuçları vaat ettiklerinin tam aksini ortaya koyacaktır.
Militarizmin özünü teşkil eden bir diğer unsur ise kayıtsız şartsız itaattir. İnsanı kayıtsız şartsız itaate götüren yollar da özenle ve itina ile hazırlanmıştır. Ta en başından itibaren içine doğulan coğrafyanın ve toplumun güvenliğini sağlama iddiası ile, kişiye sırası gelince bu yolda katılımı dayatılır. Kişiye hiç bir biçimde fikri veya ne düşündüğü sorulmaz. Gerekçeler hazırdır. İnsanların çizilen bu yolda gösterdikleri davranışlar adeta kutsallaştırılarak sunulur. İçine doğduğun toplum, hatta anne ve baba bile bunların doğruluğundan ve kutsallığından hiç şüphe etmemektedir. Kendi çocuklarını, birilerinin ortaya koyduğu bu yolda, fedaya dahi hazırdırlar. Zaten çocuklarını doğdukları andan itibaren böylesi durumlara hazırlamışlardır. İstisnalar olsa bile, ezici bir çoğunluk, aksine bir durumu düşünmek bir yana, bunu hayal bile edemez.
Militarizmin ve yandaşlarının ortaya koyduğu/koyacağı savaşlar sadece insana zarar vermekle kalmamaktadır. Orduların elinde bulunan gerek nükleer gerekse biyolojik silahların doğaya verdiği/vereceği tahribatı ve yıkımı hangi gerekçe haklı çıkarabilir ki? Oysa o silahları insanların güvenliği ve yaşamlarının teminatı olarak bulundurduğunu öne sürenler, o silahları kullandıkları takdirde dünyanın nasıl bir hal alacağını bilmiyorlar mı…? Bu çelişkiyi göremeyecek kadar aptal oldukları elbet düşünülemez.
Dünyanın içinde bulunduğu şu anki durum da yukarıdaki kirli oyunları net bir şekilde yansıtmıyor mu? ABD ve yandaşlarının 11 Eylül`ü ve başka bir takım bahaneleri öne sürerek önce Afganistan’ı yerle bir etmesi, şimdi de Irak’a saldırmak için hazırlanmasının altında yatan gerçek nedenlerin güvenlik vs. olmadığını herkes biliyor. Fakat sağduyunun güvenli kolları herkesi sarmış durumda. İnsanlar atılacak bombaların paramparça ettiği/edeceği tüm canlıların oluşturduğu/oluşturacağı manzarayı vicdanlarına nasıl kabul ettiriyorlar acaba? Birkaç kesim dışında çeşitli platformlarda dillendirilen çağrılara hiç kimsenin karşılık vermemesinden ve savaşa karşı tepkisini ortaya koymamasından, dolaylı da olsa ABD ve yandaşlarının güç aldığı da bir gerçek değil midir? Gerçi hiç kimse bir başkasından belli davranışlarda bulunmasını bekleyemez, beklememelidir. Bu tamamen insanların iç muhasebeleri sonucu verecekleri bir karar olmalı. Nasıl ki BÜYÜK AĞABEY ortaya çıkıp, ya bizdensin ya da karşı taraftansın diyorsa, insanların da aynı netlikle “savaşı istiyor muyum, istemiyor muyum” diye net bir karar vermeleri gerekmektedir. Çünkü bu savaşçı ve yok ederek inşa etme mantığı ile hareket edenler silahını bugün başkasına doğrultmuşsa, yarın bana doğrultmayacağının bir garantisi yok.
Gerek kendi yaşamımda bizzat yaşayarak edindiğim acı deneyimler, gerekse 9,5 ay doğrudan içinde bulunarak edindiğim izlenimler doğrultusunda vicdanımın sesini daha fazla inkar edemeyeceğimi anladım. Bundan sonrası için gerekçesi ne olursa olsun vicdanım ve iradem dışında bana askeri veya sivil, yerel veya evrensel, hiçbir kişi, kurum veya yapının dayatacağı hiçbir edimi yerine getirmeyeceğimi belirterek VİCDANİ REDDİMİ kamuoyuna deklare ediyorum.
Kısaca bugüne geliş sürecini de belirtmek istiyorum. Ben 1995 Mayıs’ında 1975-2 tertip olarak askere gittim. 9 Eylül 1995’te adli bir olay nedeniyle tutuklandım. 7 yıllık bir cezaevi süreci sonunda 23 Mayıs 2002’de tahliye oldum ve doğrudan askere gittim. 18 Ekim’e kadar da askerliğe devam ettim.
Ayrıca kaçmak gibi bir düşüncemin de olmadığını belirtmek isterim. Son bir defa birliğe giderek askeri kimliği ve eşyaları teslim edeceğim.