Militarizm eleştirisi içermeyen bir demokrasi mücadelesi olur mu? – Çetin Ali Nergis

Toplumun en geniş kesimlerinin, yani emekçilerin hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir demokrasi arzuluyorsak, militarizmi eleştirmek, onunla hesaplaşmak zorundayız.

12 Kasım 2022
Toplumun en geniş kesimlerinin, yani emekçilerin hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir demokrasi arzuluyorsak, militarizmi eleştirmek, onunla hesaplaşmak zorundayız. Darbelerle bile hesaplaşamamış bir ülkede sistemin temeline yönelik bir eleştiri ve hesaplaşma geliştirmek elbette kolay değil. Ancak barış istediğimizde de karşımıza yine militarizm çıkıyorsa başka da bir seçeneğimizin kalmadığı anlaşılmış olmalı.

15-16 Ekim tarihlerinde Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği tarafından Militarizm ve Milliyetçilik başlığı altında çevrimiçi bir sempozyum düzenlendi. Bu sempozyum, Militarizmden Arındırılmış Bir Dünya Ütopyası ana başlığı altında geçtiğimiz yıl başlatılan sempozyumlar dizisinin ikincisi idi.

Ülkemizde üzerinde çok da konuşulmayan, hatta konuşulmaktan özellikle kaçınılan bir konu militarizm. Böyle olmasının elbette birçok nedeni var. Ancak en başta, ülkede demokratik bir tartışma ortamının olmamasını, ifade özgürlüğünü kısıtlayan ceza yasası maddelerinin varlığını belirtmek gerekiyor.

Hele bir 301. Madde var ki, en son Ekmek Üreticileri İşverenleri Sendikası Başkanı, “Ekmek aptal toplumların temel gıda maddesidir. Bizim toplum ekmek ile doyduğu için başında 20 senedir böyle yöneticiler duruyor” sözleri nedeniyle, Türk milletini, devleti, devletin kurum ve organlarını aşağılamak suçlamasıyla gözaltına alındı ve ardından, sosyal medya paylaşımları nedeniyle bu kez de cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla tutuklanıp, cezaevine kondu.

Bir diğer yakın örnek ise TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasına neden olarak gösterilen sözleri. Fincancı, TCK nın 301/1 maddesinin yanı sıra ayrıca terör örgütü propagandası yapmakla da suçlanıyor. Fincancı, Irak’ın kuzeyinde yürütülen askeri operasyonlarda kimyasal silah kullanıldığı iddialarına ilişkin görüntüleri incelediğini belirterek, “Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz” ifadelerini kullanmıştı. Fincancı tutuklanmakla kalmadı, yandaş medyada adeta linç edildi. Bahçeli daha da ileri giderek, vatandaşlıktan çıkarılması gerektiğini söyledi. İktidarın, bu durumu uzun süredir planladığı gibi, meslek odalarına müdahale etmenin, kayyum atamanın bir fırsatı olarak değerlendireceği anlaşılıyor.

Konuyla ilgili görüntüleri izlediğini belirtip açıklama yapan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında da yine benzer bir suçlama ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından fezleke düzenlendiği bildirildi. Tanrıkulu, yaptığı açıklamada, iddiaların önemine dikkat çekerek, konuyu bir soru önergesi ile meclise taşıyacağını belirtmişti. Ne var ki, Tanrıkulu kendi partisinin saflarından da tepki aldı.

Görüyoruz ki, hem Fincancı, hem de Tanrıkulu sistemin sinir sistemine dokunmuşlar. Konuşulması asla istenmeyen bu alana girildiği, gündeme getirildiği takdirde en ağır şekilde cezalandırılacağı yönünde bir korku salınmak isteniyor.

Militarizm neden gündeme getirilemiyor diye sormuştuk. İkinci önemli bir neden de militarizmin ideolojik hegemonyası. Bu hegemonyanın kırılması, ancak militarizmin görünür olmasını sağlamaktan geçiyor. Onun görünmez olduğunu söylemek elbette mümkün değil. Ancak sözde ve eylemde çeşitli biçimlerde ve birçok alanda hayatımıza girmiş olan militarizmin “normal”leştirilmiş olması onu görünmez kılıyor. Militarizm ve Milliyetçilik başlıklı sempozyumun açılış konuşmasında, sempozyumun amaçları şu şekilde açıklanmıştı:

“Toplumumuzu ve tüm dünyayı saran, kamplaşma, ayrışma ve bu ortamda yaygınlaşan şiddete, kışladan, okullara, işyerlerinden aileye, sokağa, yaşamın her alanında; kadınlardan, çocuklara, LBGTİ+ bireylere, çalışanlara, göçmenlere kısacası, her yerde hepimize yönelmiş, fiziki, sözlü ya da her türlüsüyle hissedilen şiddetin kaynaklarını ortaya çıkarmak, militarizmin bu şiddet ortamını nasıl besleyip büyüttüğünü gösterebilmek.

Yaşamın her alanına nüfuz etmiş olan militarist söylemi, ona ait dilin özelliklerini ve değişik simgeleri görünür kılmak; militarizm konusunda yapılmakta olan akademik çalışmaların kamuoyuna iletilmesinde aracı olabilmek ve böylelikle militarizme karşı demokratik kamusal bilince katkıda bulunmaktır.”

Militarizmi besleyen, onu “normal” leştiren ise milliyetçilik. Elele yürüyen ve birbirini besleyip büyüten bu ikili, toplumların, iktidarlar tarafından adeta tutsak edilmesini sağlıyor. Günümüz Türkiye’sinde de her türlü hak talebinin, her eleştirinin karşısına çıkartılan da kutsallaştırılmış bazı değerler değil mi? Anayasada temel hak ve özgürlükler genel manada teminat altına alınmış olsa da ceza yasasının bazı maddeleri bu tartışılamayan “kutsal” ları korumak adına hak ve özgürlükleri ortadan kaldırıyor. Yasalar yetersiz kaldığında, düzen partileri ve onların destekçisi medya eliyle hep birlikte yürütülen linç kampanyaları, bunlar da yetersiz kaldığında, doğrudan şiddet olmuyor mu?

Anlıyoruz ki, militarizmin gelişip, güçlendiği yerde demokrasiden söz edemeyiz. Toplumun en geniş kesimlerinin, yani emekçilerin hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir demokrasi arzuluyorsak, militarizmi eleştirmek, onunla hesaplaşmak zorundayız. Darbelerle bile hesaplaşamamış bir ülkede sistemin temeline yönelik bir eleştiri ve hesaplaşma geliştirmek elbette kolay değil. Ancak barış istediğimizde de karşımıza yine militarizm çıkıyorsa başka da bir seçeneğimizin kalmadığı anlaşılmış olmalı.

Yine açılış konuşmasından uzun bir bölümü paylaşmak istiyorum:

“…Militarizm ve Milliyetçilik başlığı ile gerçekleştirdiğimiz bu toplantı, ne ilginçtir ki, ülkemizde milliyetçiliğin, her dönem olduğu gibi yine oy devşirmenin bir aracı, siyasetin bir malzemesi olarak kullanılmaya çalışıldığı bir döneme denk geldi.

Son bir yıldır önce Suriye, ardından Yunanistan üzerinden sürdürülen savaş söylemleri, tüm otoriter sistemlerin vaz geçilmez politikası olan dış tehdit unsuruna dayandırılıyor. Başta bu iddiaların sahipleri de olmak üzere konuyu yakından takip edenler biliyor ki, her iki alanda da Türkiye’ye yönelik bir tehdit yoktur. Esas tehdit, bu tehdit algısını yaratıp, halklar arasında düşmanlıkları körükleyerek, silahlanmaya daha fazla kaynak ayıran ve her gün soframızdan bir dilim ekmek daha çalanlardandır.

Görüyoruz ki, yine milliyetçi söylemlerle militarizme güç kazandırılıyor. Sözde askeri vesayete karşı olan bir iktidar yine militarizme sarılarak, iktidarını sürdürmeye çalışıyor.

Henüz ne zaman ve nasıl olacağını bilemediğimiz, ancak en geç 2023 Haziran ayında olması beklenen bir genel seçim arifesindeyiz. İçinde yaşadığımız bu süreç, Türkiye’de –farklı tanımlamalar olsa da- nihayetinde devlet kurumlarının bundan sonra nasıl tesis edilip, işletileceği, toplumsal yaşamın her yanıyla nasıl gerçekleşeceğinin de bir seçimi olacak. Bunun sadece sandıkta değil, öncesi ve sonrasında, açık ya da gizli olarak sürmekte olan bir dizi mücadelenin sonucunda ortaya konacağını biliyoruz. Bu mücadelenin aktörleri sadece içte değil. Uluslararası hegemonya ve paylaşım mücadelesinin aktörleri de bu kavganın içinde.

Bu anlamıyla bu sempozyum; tarihin özel bir anına tanıklık ettiğimiz, kendi kaderimizi tayin etme fırsatını yakaladığımız bir anda, bize yol gösterebilecek bilgilerin ortaya konabileceği, yapılacak tartışmalarla, halkların yararına olabilecek çözüm yollarının ortaya çıkabileceği önemli bir olanak yaratıyor.

100. yılını tamamlamakta olan Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına nasıl girecek? İktidara bakılırsa, cumhuriyetin yeni vizyonu, yeni Osmanlıcılık. İktidara alternatif olarak ortaya çıkan bir muhalefet bloku ise, tekçi bir anlayışa dayanan mevcut siyasi yapıyı onararak, cumhuriyeti yeni yüzyılda yeni hedeflere taşıma iddiasında. Her ikisi de ne mevcut milliyetçilik ideolojisini, ne de onunla kol kola yürüyen militarizmi eleştirmek, açtıkları tahribatı sorgulamak niyetindeler. Bunun en açık örneği, Kürt sorunu karşısında aldıkları tutumdur.

Ülkenin en başta gelen sorununu, Kürt sorununu nasıl çözeceğiz ki, bu çözümle eşit yurttaşlar olarak aynı ülkede barış içinde bir arada yaşayabilelim? Parlamentoda bu sorunun çözümü için ihtiyaç duyulan muhataplar varken, onları tanımamak, onları hain ve terörist ilan etmek ne anlama geliyor? Kimdir bu sorunun çözümünü engelleyenler? Kimdir ülkemizi yıllardır bombaların patladığı, kimin ne zaman nerede kaçırılıp öldürüleceğinin belli olmadığı karanlık bir ülke haline getirenler? Bunların nereden ve nasıl beslenip palazlandığını, nasıl güç kazanıp tüm bu fiilleri nasıl gerçekleştirdiğini anlamak için, dikkatlerimizi militarizme ve onun işgal ettiği alanlara çevirmeliyiz.

Militarizm ve milliyetçilik bağı ve bunun tartışılıp sorgulanması bunun için önemli.”

Militarizm ve milliyetçilik ilişkisi, iki gün süren sempozyumda altı oturumda değişik yanlarıyla tartışıldı. Her bir oturum sonunda yapılan konuşmalar, soru ve katkılarla sunumlar daha da genişletildi. İkinci günün sonunda Danışma Kurulu adına kapanış konuşmasını yapan Şebnem Oğuz, bütün oturum başlıklarını kapsayan geniş anlatımıyla sempozyumun güzel bir özetini yapmış oldu.

Sempozyumun üzerinden bir ay geçti ancak militarizm, sürekli gündemde tutulması gereken önemli bir başlık. Militarizmle, Darbeler ve Diktatörlüklerle mücadeleyi, başta gelen kuruluş amaçları arasında sayan Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği, militarizmi ve onun değişik alanlardaki varlığını, yansıma ve etkilerini görünür kılmak için çalışmaya devam edecek.

———————–

Not: Bu kısa yazı içinde sempozyumun her biri ayrı bir değer taşıyan sunumlarını aktarmak mümkün olamadı. Okurlar, bütün konuşmalara ADAM DER youtube kanalından erişebilirler.

Kaynak: Politez

PAYLAŞ.
VicdaniRet.org